
05-02-2011, 00:57
|
 |
Üye
|
|
Üyelik tarihi: 24 Oct 2009
Mesajlar: 430
|
|
Evrimin Devrimi
DARWIN YERİNE BİR BAŞKASI ARANIYOR
EVRİM kuramı, “son 50 yıl içinde, en geniş çapta ve en derin anlamdaki devrimini geçirmektedir.”
Birkaç yıl önce Şikago’da yapılan bir toplantı sırasında sunulan bir raporda bu sözler söylendi.
Evrim konusunda uzman olan yaklaşık 150 kişi “Makro evrim” görüşüyle ilgili dört günlük bir toplantı yaptılar.
Amerikan Association for the Advancement of Science birliğinin Science adlı resmi dergisi oradaki durumu şöyle açıkladı:
“Kişilik çatışmaları ve akademik çıkışlar hissedilir bir gerilim yarattı . . . . toplantı zaman zaman düzensiz, hatta acı tartışmalarla dolu bir hava içinde geçti.”
Hayal kırıklığına uğramış birçok bilgin, “sunulan raporların büyük bir kısmının özelliği, çok tanım ve iddia, fakat az veriydi” diye yakındı.
Aslında, veriler sunmak yerine iddialarda bulunmak, evrimcilerin çoktandır uyguladıkları bir taktik değil midir?
Darwin,
hayatın yavaş yavaş evrimden geçerek, tek hücreli organizmanın küçük değişikliklere uğrayıp insan dahil olmak üzere yeryüzündeki tüm yaşam şekillerine dönüştüğünü iddia etti.
Bulunan fosiller, bu geçişleri göstermeliydi. Oysa bunu göstermediğini kendisi de kabul etti.
Darwin 120 yıl önce, bulunan fosillerin eksik olduğunu söyledi. Zamanla boşlukları dolduracak daha fazla fosilin bulunacağını sandı
.
New York’taki Amerikan Doğa Tarihi Müzesi için çalışan paleontolog Niles Eldridge,
“geçen 120 yıl boyunca aradığımız örneği bulamadık” dedi.
Eldridge, yeni türlerin yavaş gelişen değişikliklerden değil, ani evrim patlamalarından meydana geldiğine inanmaktadır.
Darwin’in, evrim kuramı için gerekli olan çok sayıdaki geçiş şekilleri hiçbir zaman var olmamıştır; böylece aradaki boşlukları dolduracak fosiller de hiçbir zaman ortaya çıkmayacaktır.
Harvard Üniversitesinden Stephen Jay Gould, Eldridge ile aynı fikirdedir.
Gould, Şikago’da yapılan toplantıda şöyle dedi:
“Bulunan fosiller fazla bir şeyi ortaya çıkartmıyor, ancak görülen sıçramalar, var olan boşlukların değil, evrimdeki değişikliklerin sıçramalı tarzda meydana gelişinin sonucudur.”
Paleontolog Everett Olson: “Verilerin kaynağı olarak bulunan fosillere karamsarlıkla bakıyorum” dedi.
Darwin’in yavaş değişim kuramının eski başsavunucularından Francisco Ayala da şunu ekledi:
“Artık paleontologların söylediklerine dayanarak küçük değişikliklerin olmadığı kanısına vardım.”
Science dergisi, ortadaki uyuşmazlığı şöyle özetledi:
“Şikago’da yapılan konferansın asıl sorunu mikro-evrimin [türlerin içinde meydana gelen küçük değişiklikler] ardında yatan mekanizmalara dayanarak makro-evrim [türlerin sınırlarından yapılan büyük sıçramalar] olaylarının açıklanabilip açıklanamayacağı şeklindeydi . . . . buna verilebilen cevap açıkça, Hayır’dır.”
Evrim üzerindeki bu düzeltilmiş görüşe “punctueted equilibrium” [sıçramalı denge] denir, yani bulunan fosiller arasındaki belirli bir tür, milyonlarca yıl ortadadır, sonra aniden kaybolur ve yeni bir tür de ani olarak ortaya çıkar. Bu, aslında yeni bir öneri değildir.
Richard Goldschmidt bunu 1930’larda öne sürüp “ümit veren canavarlar” varsayımı diye adlandırmış ve bu yüzden çok eleştirilmişti. Tabii “sıçramalı denge” çok daha etkileyici bir tanımdır
.
Adı geçen bu kuram, evrimciler için bir tür nimettir, çünkü geçiş şekillerini gösterme zorunluluğunu ortadan kaldırır.
Evrimcilerin ileri sürdüklerine göre, değişiklikler fosiller arasında yer alamayacak kadar çabuk oluşur; oysa onlar izleyemeyeceğimiz kadar çabuk meydana gelmezler.
Öte yandan bu kuram aynı zamanda onları zor bir durumda bırakıyor. Yaratılış taraftarları doğada var olan ve bir planlayıcıyı gerektiren karmaşık planlara işaret ettikleri zaman, evrimciler, planlayıcı olarak doğal ayıklanmayı öne sürmüşlerdir.
Şimdi ise, doğal ayıklanmanın rolü çürütülmüş ve yerine şans görüşü getirilmiştir.
Yaratılış taraftarları, çoktan beri evrimcilerin şansa dayanması gerektiği görüşünü savunmuşlardır.
Adı geçen Gould, doğal ayıklanmanın öneminin şansın lehine azaldığını kabul ederek:
“Genetik değişikliklerin büyük miktarları, doğal ayıklanmaya uğramayıp belirli sahalardaki organizmalara rasgele yayılabilir” dedi.
Jeoloji müzesi müdürü David Raup, Şikago’da çıkan Field Museum of Natural History Bulletin dergisinin Ocak 1979 tarihli sayısında
“Darwin ile Paleontoloji Arasındaki Çatışma” konulu bir makale yazdı. Kendisi, bulunan fosillerin değişiklikler gösterdiğini, ancak bunların doğal ayıklanmanın en akla yakın bir sonucu olmadığını söyledi.
“Bu, doğal bir değişim olmaktadır, fakat iyi örneklere hayret verici derecede ender rastlanmaktadır . . . . zamanımızda doğal ayıklanmanın yerini tutabilecek başka bir seçenek, sadece şansın etkileriyle ilgili olabilir. Böylece hem talihlilerin, hem de en uygun olanların artakalması hakkında konuşmaktayız” dedi.
“Memelilerin, dinozorlardan daha iyi değil, sadece daha talihli olduğunu” düşünerek makalesine Darwin’den bahisle şöyle son verdi:
“Onun gözden kaçırdığı etken basit şans idi!”
Şans, evrime yön vermekte baş role gelirken, planlamayla ilgili bizi düşündüren şu soru akla gelmektedir:
Her yerde görülen karmaşık ve hayret verici planlar nasıl şans eseri olabilir?
Darwin, gözün planına hayran kaldığını söyledi.
Üstelik böyle planlarla ilgili mucizelerin rastlantı sonucu bir tek defa oluşması da yetmez, bunlar birbiriyle bağlantılı olmayan türlerde de tekrar ve tekrar meydana gelmelidir.
Örneğin, ahtapot insana akraba değildir, ama onun gözü, insanınkine şaşırtıcı biçimde benzer.
Aralarında bağlantı bulunmayan balıklarla yılanbalıklarının elektrik akımı veren donatımı vardır.
Aralarında bağ olmayan böcek, solucan, bakteri ve balıkların soğuk ışık veren aydınlatma organları vardır.
Birbirlerinin yakını olmayan sülüklerin ve sivrisineklerin, kurbanlarının kanının pıhtılaşmasını önleyen salgıları vardır.
Akraba olmayan kirpi ve oklu kirpi ile karıncayiyenlerin bağımsız şekilde gelişmiş dikenleri olduğu söylenir.
Aralarında hiçbir akrabalık bulunmayan yunusbalığı ile yarasaların sonar sistemleri vardır.
Birbirleriyle bağlantıları olmayan balık ve böceklerin hem havada, hem de suyun altında görmek için çift odaklı gözleri vardır.
Birbirine yakın olmayan birçok hayvanın, örneğin, kabukluların, balıkların, yılanbalıklarının, böceklerin ve memelilerin göç etmelerini sağlayan şaşırtıcı yetenekleri bulunmaktadır.
Bütün bunlardan öte, evrimciler, sıcakkanlı hayvanların, soğukkanlı sürüngenlerden, üç safhada geliştiğine, renkli görüşün üç safhada bağımsız şekilde geliştiğine ve birbirine akraba olmayan balık, böcek, pterodaktil, kuş ve memelilerde kanat ve uçuş yeteneğinin beş safhada geliştiğine inanmamızı isterler.
Acaba şans, bu başarıları tekrar edebilir mi?
Olasılık matematiği Hayır! diye haykırır.
Evrimin devrim kuramı, bulunan fosillerin seyrindeki boşluklar sayesinde yaşamına devam etmiş olabilir.
Ama şansa, oynamakta asla yeterli olamayacağı bir rol verildi.
Saygılarımla
NOT: İktibaslarla ilgili kaynaklar makale içinde yer almaktadır.
"İnsanların size nasıl davranmasını istiyorsanız, siz de onlara öyle davranın."
Jesus Christ
Matta 7:12
www.jw.org
|

05-02-2011, 01:10
|
 |
Kıdemli Üye
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
|
|
Üyelik tarihi: 26 Aug 2006
Bulunduğu yer: İstanbul
Mesajlar: 5.877
|
|
Hur-kuş sanırım sana da "Hur-kuş diyor ki" adı altında bir başlık ayırmanın zamanı geldi.
İlk bakışta emek verilerek hazırlanmış yazıların var gibi görünse de asla ne dediğini bilmediğin isimlerden "cümlelik iktibaslar" yapıp ortaya karışık fikirler "şey ediyorsun".
Gerçekten merak ettim hiç S.J.Gould sıçramalı evrim derken neyi anlatmaya çalışıyor diye düşünüp okumayı hiç denedin mi ? Yoksa evangelist eleştirileri derleyip forumumuza asmak seni tatmin ediyor mu ? Ben okumam ne verirlerse alır buraya asarım mı diyorsun ?
İnsani olan her şey kabûlüm.
|

05-02-2011, 01:26
|
 |
Kıdemli Üye
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
|
|
Üyelik tarihi: 26 Jul 2009
Bulunduğu yer: Ankara
Mesajlar: 1.271
|
|
Aralarında bağlantı bulunmayan balıklarla yılanbalıklarının elektrik akımı veren donatımı vardır.
Tüm balıklar devoniendeki zırhlı balıkların torunlarıdır. Büyük yalan bu. Herbir balık türünün farklı savunma sistemleri evrilmiştir.
Aralarında bağ olmayan böcek, solucan, bakteri ve balıkların soğuk ışık veren aydınlatma organları vardır.
Tüm canlıların atası ortaktır. Bu bizi oluşturan tek hücreye kadar izlenebilir.
Birbirlerinin yakını olmayan sülüklerin ve sivrisineklerin, kurbanlarının kanının pıhtılaşmasını önleyen salgıları vardır.
Aynı özelliğin iki farklı türde görünüyor olması evrimin en büyük kanıtlarından biri olan ortak ata kuramını güçlendirir.
Akraba olmayan kirpi ve oklu kirpi ile karıncayiyenlerin bağımsız şekilde gelişmiş dikenleri olduğu söylenir.
Aralarında hiçbir akrabalık bulunmayan yunusbalığı ile yarasaların sonar sistemleri vardır.
Tüm memelilerin atası ortaktır. Kirpi, oklu kirpi karıncayiyen, yunus balığı ve yarasa bunların hepsi memeli cinsinin değişik familyalarıdır.
yalanın sınırı yok sallamaya devam.
Bütün bunlardan öte, evrimciler, sıcakkanlı hayvanların, soğukkanlı sürüngenlerden, üç safhada geliştiğine, renkli görüşün üç safhada bağımsız şekilde geliştiğine ve birbirine akraba olmayan balık, böcek, pterodaktil, kuş ve memelilerde kanat ve uçuş yeteneğinin beş safhada geliştiğine inanmamızı isterler.
Acaba şans, bu başarıları tekrar edebilir mi?
BU birbirine akraba olmayan kelimesi de nerden çıktı? Tüm canlılar aynı orjinden, devoniendeki omurgalı atalarımız olan zırhlı balıklardan evrilmiştir. İçimizde atası trilobit olan varsa çıksın söylesin.
Burada bu başarıları devam ettiren mekanizma doğal seleksiyondur. Şans burada küçük bir rol oynar. Belirleyici olan genetik miras, çevre şartları ve mutajenlerdir. Canlılardaki tüm mekanizmaları inşa eden yapı bunlardır. Theropodlarda uçma yeteneğini ortaya çıkaran avcılık faaliyeti ve av olmaktan kurtulma çabasıdır. Uçma eyleminin bikaç canlıda birden görünmesi evrimin önemli kanıtlarındandır. Uçma önkola bağlı tüylerin ya da memelilerde zar yapının yardımıyla, kolları vücut ağırlığını taşıyabilecek canlılarda görülmüştür. Bu bir tesadüf değildir. Bu birikimli seçilim mekanizmasının eseridir. Sıkça alıntı yapılan Feduccia bile theropoddan ziyade farklı bir sürüngen türünün kuşa dönüştüğünü kabul eder. BU konuda theropod tezi şimdilik en güçlüsüdür hala aksi kanıtlanamamıştır.
Mesela devekuşunda da kanat vardır ama uçamaz. Çünkü kanat uçmak için oluşmamıştır. Yaratılışçı bunu algılayabilir mi? Hayır.
Bir de sizden birşeye inanmanızı isteyen yok. Bilim insanları bulgularını kutsal metinler halinde yaymazlar. Bilimsel makaleler yayınlarlar. Merak eden de gider okur. Sonuç ortadadır. Aksini iddia edenin aynı yöntemlerle aksini kanıtlaması gerekir. Bunu yapamadığı sürece bilim insanlarının verileri doğru kabul edilir.
Konu taylan tarafından (05-02-2011 Saat 01:36 ) değiştirilmiştir.
|

05-02-2011, 01:39
|
 |
Kıdemli Üye
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
|
|
Üyelik tarihi: 26 Aug 2006
Bulunduğu yer: İstanbul
Mesajlar: 5.877
|
|
Sevgili taylan büyük ihtimalle hur-kuş bu yazıda bahsedilenlerden hiç anlamıyor. Dolayısı ile onun astığı özellikle evrile ilgili yazılara eleştiri getirmenin bir anlamı yok. Bir arkadaşımız bu yazıların The Watchtower Bible and Tract Society adlı bir kuruluşun yayınlarından olduğunu söylüyor. Dostumuzun söylediğine göre bu kuruluş Yehova Şahitlerininmiş.
Eğer böyle ise -ispatlanabilirse bu yazıların birebir kopya olduğu- hur-kuş'un başlıkları ait olduğu yere gidecek.
İnsani olan her şey kabûlüm.
|

05-02-2011, 01:49
|
 |
Üye
|
|
Üyelik tarihi: 24 Oct 2009
Mesajlar: 430
|
|
Sayın taylan74, siz bilimsel konuda epey bilgili görünüyorsunuz.
Rica etsem aşağıdaki soruları cevaplarmısınız? - Evrim yavaş ve kararlı bir şekilde mi yoksa ani sıçramalarla mı gelişmektedir?
- Yaşam ağacının bazı dalları neden çok çeşitlidir fakat diğer dalları alışılmadık şekilde seyrektir ?
- Evrim, yeni ve karmaşık özelliklerin kazanılmasını nasıl sağlamaktadır?
- Evrimde eğilimler var mıdır, eğer öyle ise, bunları hangi süreçler ortaya çıkartıp yönlendirmektedir ?
Saygılarımla
"İnsanların size nasıl davranmasını istiyorsanız, siz de onlara öyle davranın."
Jesus Christ
Matta 7:12
www.jw.org
|

05-02-2011, 02:32
|
 |
Kıdemli Üye
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
|
|
Üyelik tarihi: 26 Jul 2009
Bulunduğu yer: Ankara
Mesajlar: 1.271
|
|
Benim bilgim merakımın boyutu kadardır. Bu konuda akademik bir ünvanım yok sadece çok meraklıyım. Benim esas branşım resim.
Evrim yavaş ve kararlı bir şekilde mi yoksa ani sıçramalarla mı gelişmektedir?
Bu konuda evrim kuramında iki farklı görüş vardır. Stephen jay Gould sıçramalı evrimi savunur. Evrimin belli bir noktada ani bir değişiklikle farklı bir yöne doğru dallandığını söyler. Yalnız bu anlık değişikliğin olduğu süreç günlerle veya senelerle değil onbinlerce yıl ile ölçülmektedir. Kambriyendeki patlama diye tabir edilen süreç bile 30 milyon yıllık bir zaman içinde gerçekleşmiştir. Diğer görüş birikimli seçilimi ifade eder. Bu görüşe göre canlılar oldukça yavaş ve birikimli süreçlerin ardından yeni bir fenotibe bürünerek değişirler. Ben bu iki sürecin de olabileceği kanısındayım. Buna sürekli değişen çevre şartlarını da katarsak, şartların daha az değişime uğradığı yerlerdeki canlılar daha edilgen, daha sık iklim ve bitki örtüsü değişikliklerinin yaşandığı yerlerdeki canlılar ise daha fazla değişime açık bir genetik havuza sahip olurlar. Burada av ve avcı konumu, avlanan hayvanların göç durumları, kuraklık, depremler, coğrafi izolasyon vs gib etkenlerin evrimde itici gücü çok fazladır.
Yaşam ağacının bazı dalları neden çok çeşitlidir fakat diğer dalları alışılmadık şekilde seyrektir ?
Bazı türlerin çok fazla çeşidi olduğu doğrudur. Memeliler oldukça fazla çeşide sahip bir faunayı temsil eder. Böcekler bundan çok daha fazladır. Sürüngenler ise 65 milyon yıl önceki belanın etkilerinden çok da fazla kurtulamamışlardır. Kuşların ataları olan theropodların bu işten ucuz sıyırdıklarını görüyoruz.
Böcekler olağanüstü bir çeşitliliğe sahiptir. Evrimsel kıdemleri yüzünden olabilir. Çünkü önce onlar karaya çıkmıştır. Kambriyen atmosferindeki oksijen fazlalığı yüzünden bugünkü böceklerin o dönemki atalarının oldukça büyük ve daha çeşitli olduğunu görüyoruz.
Esas kıdem bakterilerdedir. Bakteriler tüm canlı çeşitliliği içinde en başarılı olanıdır. Zannedersem besin piramidinin tepesine doğru yükseldikçe çeşitlilik azalıyor gibi görünüyor.
Evrim, yeni ve karmaşık özelliklerin kazanılmasını nasıl sağlamaktadır?
Bakın öncelikle gözlemlediğimiz doğa, bir organı tüm detaylarıyla bir anda varedebilecek bir lükse ve donanıma sahip değildir. Örnek olarak gözü verecek olursak, başlangıçta ışık almacı hücreler olan bu topluluğun giderek kavis kazandığını ve en sonunda retinayı oluşturacak kadar birikimli bir süreci takip ettiğini görüyoruz. Kambriyen faunalarında bir memeliyi bu yüzden göremiyoruz sayın hürkuş.
Mesela kuşların kanadı. Aslında kanat önkollardır. Bu organın zamanla uçma eylemine öncülük edecek denli farklılaşmasını sağlayan unsur, canlının anatomisinde gizlidir. Bir kere sadece theropodlar uçabilmiştir. (pterodaktilleri ayrı tutuyorum) Neden uçabilmişlerdir? Ya da şöyle soralım uçma ne demektir? Kuşların uçma eylemi aslında bir nevi süzülmedir. Theropodların ön kollarındaki tüylerin öncelikle uçma için oluşmadığını görüyoruz. Isı yalıtımı, eş seçme ve avlanma faaliyetlerinde kullanılan bu organ tüm bu faaliyetlerin zorunlu sonucu olarak uçma eyleminde kullanılmıştır. Theropodların av eylemlerinin hayatlarının çok önemli bir bölümünde sürdüğünü göz önünde bulundurursak av esnasında yerden belli bir süre havalanabilen bireylerin (ki bu anatomide bu mümkündür) daha çok avlanabildiğini, ava en kolay ulaşanların daha uzun süre süzülenler olduğunu, rakip avcı gruplardan kaçabilenlerin biraz daha uzun süzülebilen bireyler olduğunu gözlemliyoruz. Ağaçtan ağaca da süzülebilen bu türlerin torunları elbette bu işi en iyi şekilde yapabilen ataların torunları olacaklardı. Dolayısıyla süreç içinde en uzun süre süzülebilenler hayatta kaldı. Bir çok yerde bir çok farklı kuş türü oluştu ve bu türler bulundukları çevre şartlarına göre yeni adaptasyonlarıyla hayata tutunmuş oldular. Evrim yeni bir türü gezegenin hizmetine bu şekilde sokmuştur. Aslında kuşlar değişikliğe uğramış dinozorlardır. Devekuşu, tavuk, kivi, moa, penguen vs gibi uçamayan kuşlar da farklı dino gruplarının torunlarıdır. Tümü birden reptildir.
Evrimde eğilimler var mıdır, eğer öyle ise, bunları hangi süreçler ortaya çıkartıp yönlendirmektedir ?
İşte yukardaki uçma eylemi bir eğilimdir. Avlanma faaliyetinin zorunlu sonucu olarak canlı bu eğilime adapte olmuştur. Sebebi avlanma faaliyetinin, türün günlük yaşamının çok büyük bir kısmını kaplamasında yatmaktadır. Hayati önem taşıyan eylemleri yönlendiren ise hayatta kalma güdüsüdür.
Saygılar
Konu taylan tarafından (05-02-2011 Saat 02:37 ) değiştirilmiştir.
|

05-02-2011, 03:00
|
Aday Üye
|
|
Üyelik tarihi: 04 Feb 2011
Mesajlar: 1
|
|
....BİLİM VE FELSEFE'YE DAİR....
Bilim kelimesi bugün aydınlanmış ve ilerlemenin kıymetini anlamış herkesin gözünde bir cazibe taşır .Nasıl olmasınki,bugün hepimizin gözünü kamaştıran bunca ilerleme ve sanayi ürünleri hep bilim Sayesindedir. Bundan dolayı "bilime göre " "bilimsel gerçek" gibi
deyimlerle kuvvetlendirilen fikirler garib bir cazibe taşır Fakat bu ilim kelimesi ,ilim ve fen gerçeğinden yarı haberdar olanların yada az bilgili olanların ağzında öyle kötü kullanışa uğrarki,şaşılır.Hele bizim gibi henüz gelişmeye başlamış olanlardan öyle aceleciler görülürki "filan şey ilmen böyledir" dediği halde "ilim nedir?" denilse herhalde vereceği cevab ilim dışı bir şey olur. Maamafih bu yanlış anlayışı yalnız yarım aydınların yaptığını sanmamak lazımdır. Bir kaç konuda ihtisası olan bazı kişilerin bile "ilim" ve "ilmi" kelimelerini kötüye kullandıkları görülür .Maddeciliği ilmin en son sözü olarak satmak isteyenler hep bu hataya düşmekte ve ilme iftira etmektedirler.
Bunun bir kaç sebebi vardır:
Halk ve yarım aydınlarda bulunan kötüye kullanma ,yarı incelemelerden ve her işitilene inanmadan doğar,ilim ve fen adamalarına göre ise ya bir felsefi kanaati ilme dayandırmak gayretinden, ya çatışmanın hararetiyle ilim ve felsefe arasındaki sınırı unutmaktan ileri gelir.Düşünce tarihini inceleyenler şurasına hayret ederlerki ,ilim ve felsefenin görüşlerini karıştırmayı bir kural derecesine çıkaranlar ve hatta bu hususu düşüncelerinin esası yapanlar bile,ilim ve felsefeyi karıştırmak hatasına düşmekten kendilerini kurtaramamışlardır Mesela ; müsbet felsefe ekolü sahibi Auguste Comte'un yada Hegel'in yaptıkları gibi.
Demek ki bu konuda yeterli açıklama yapılarak fikirleri aydınlatmalıyız
İnsanlık için üç türlü bilgiden söz etmek mümkündür Bunlar basit bilgiler, ilmi bilgiler ve felsefi bilgilerdir .Basit bilgiler ve kanaatler hayatın devamı sırasında şahsi tecrübe ve sathi müşahede ile telkinlerle bilinen şeylerdir. Basit bilgi, eşyayı tanıma ve bilme demek olur. Şu halde ilim ; devamlı değişen olayları değil,bu olaylara hükmeden ,bu olaylar gibi değişmeyip sabit kalan kanunları bilmek demektir.
Aristo,"bir tek şey ilim olamaz " demiştir bu açıklamalardan ,basit ve ilmi bilgiler arasındaki büyük fark açığa çıkar .Basit bilgiler , dünya olaylarına görüldüğü biçimde tanımaktan ibaret iken ,ilmi bilgiler bu olayları idare eden sebeb ve ilişkileri bilmektir.
Halk,olayları olduğu gibi kabul eder ,olayın"nasıl"ını tecrübe ile anlamak istemez.Olaya bir sebeb bulsa bile bu bir ilmi sebeb değildir.Zira bu sebeb bir düşünmenin ,idrakin sonucu değildir.İlim icabı düşünen ise olayı o cinsten karşılaştırır. Birinde ve diğerlerinde sabit kalan sebebleri keşfeder.Bunu da incelik ve tecrübe ile yapar .Olayın ansıl olduğunu ve niçin değiştiğini anlar .Bir kanun demek olan bu bilgi"ilim"dir.
Bazı filozof ve düşünürler insan zekasının gücünü bu bilgi ile sınırlamışlardır. Onlara göre insan zekası,ilmi bilgileri aşamaz. Zira tecrübe,olaylar üzerinde mümkündür.Tecrübesi imkansız tasavvurlar ise ilmin dışında kalır,ısbatı mümkün değildir . Ve bu bilgiler zan ve şahsi kanaat veya hurafeler sınıfına dahil olur "pozitivizm"in fikri budur. Onlar bu kural gereğince ,Allah ve onun mahiyeti ,Zat, son sebeb ,mutlak,en büyük,sonsuz gibi fikirleri insan zekasından kavrayış gücünün dışında sayarlar. Bunlarla uğrasmayı, bilinmesini imkansız saydıkları için boşuna uğraşma diye kabul ederler.Bu kaideden şaşmayan ilimciler için bu yüce tasavvuru kabul etmemek gibi, inkar da anlamsız ve ilim dışıdır. İlim dairesinin dışına çıkmak azminde bulunan biri ,bilim adına ''Allah var mı?'' denilince , '' Alah bir hadis değildir , dolayısıyla his ve tecrübeye gelmez. Buna gelmeyen tsavvuruın varlığı yokluğu hakkında ilmin bir hüküm vermesi gerekmez"cevabını verir.
Şu halde yalnız ilim alanında kalan ve ilim ile felsefeyi birbirine karıştırmayan bir düşünürün nazarında ,şüphecilikten başka felsefi ekoller , zan ve vehimden ibarettir.bu kısım düşünürler karşısında maddeciliğin (materyalizm) ruhçuluk(spritüalizm)'tan farkı yoktur. tabii bu ilmi özellik itibariyledir.yani her ikiside aynı hükümle,aynı red hükmüyle mahkumdur.
Bundan anlaşılırki,; maddeciliğin diğer ekollerin üzerinde olarak ,ilme dayanan bir ekol olması hakkındaki iddialar tamamen yanlıştır.inkar hiç bir bakımdan kabulün üzerinde değildir.bütün felsefe ekolleri gibi onuda yargılayacak olan yetkili hakim ,bütün insanlığın yardımını gördüğü akıldır.
Fakat, acaba sadece ilim dairesinde kalma iddiası doğrumudur? acaba ilmin bu şekli insanlığın ihtiyacı için yeterlimidir? daha açık söyleyelim bir sınırlı alanda kalmakla ,bizzat ilim mümkünmüdür Hayır!...
İnsanlığın idaraki olayın yalnız nasıl oldugunu sormakla kalmaz, insan soruyu çözümleyecek tek kaynağı(ilk sebebe) ulaşılmayınca susmaz.İnsan idrak ve düşüncesi bir olayın nasıl olduğunu sorar.bu soru her düşünürün hatta böyle bir sorunun gereğini inkara çalışanların bile ebebi endişesidir.
İnsan bu endişeyi daima duymuştur.ve onda aşk ve arzu,hürmet,şefkat ve saadet gibi, fikirler ve yüce hisler daima kaldıkça, bu endişeyi hisedeceğiz.
Daha kesin söyleyelim: basit bilgi ile yetinmedikçe ,her ferd bu soruyu soracak ve cevab arayacaktır. felsefe olmadıkça ilim tasavvur edilemez, zira kanunlar nedir? olaylar arasındaki devamlı ilgiler ,bağlantılar nedir ?
Pek iyi şu halde ilmi kanunlar : hiç bir dış gerçeği olmayan ancak insan zihninde gözlenebilen ve yalnızca insan zihninde varlığı olan bir "mücerred (soyut) soyutlamalarda ibarettir .Eğer bu konular bir gerçek varlığın amaç ve emirlerini ,varlığın zaruretini ,ortaya çıkışını ilan ve beyan etmiyorsa ,eğer bu konular gerçekten değişmez, ebedi sonsuz bir varlıktan gelmiyorsa bir değeri kalırmı? ve şu halde ilim "bir hayal ve zan manzumesi" bir "dedikodu mecmuası" kısacası " sadece şahsi fikir ve hayal " olmazmı? eğer bu kanunlar ,gerçek varlık sahibi ,sonsuz ve mutlak varlığa ve birliğe dayanldırılırsa ,o zaman onların bir anlamı ,bir değeri olur,hepsi canlanır. fakat bu dayanak red ile inkar edilirse o zaman bu kanunlar ,insan zihninde tasarlanmış ve vehmedilmiş olmaktan başka bir varlığa sahip olamaz.hepsi canlı ve anlamzsı kalır.
Bundan dolayı insanlık yalnız "nasıl?" sorusuna verilen cevabla kanaat edemeyerek o cevabları aldıktan sonra onlara bir kıymet ve gerçek bir sıhhat verebilmek için " niçin?" sorusunuda sorar ve bu soruyada cevab arar .işte bu soruyu sorunca felsefeye girilmiş olur. bu soruyu soran kavrayışın önünde bütün olaylar anlamsız harfler hükmüne ,kanunlar ve sebebler, sonsuz kelimeler şekline girer . Bu harflare esas olacak bir sonsuz nokta lazımdır. bu kelimeleri telafuz ettirecek ,bir anlam verdirecek ruh gerekir. bu sebebten sebebe ,kanundan kanuna,mahiyatten mahiyete geçerek, tahlil ve idrak sayesinde sebebsiz bir sebebe, başlangıcı olmak ve yaratılmaktran müstağni bir varlığa ,sınırdan müstağni bir varlığa ulaşmayı bildirir. Bütün bilgisini bu esasda götürmekle ruh ve idrak ihtiyacını kazanmış olur. bu suretle meydana gelen bilgi"felsefi bilgi" adını alır. böyle bir bilginin imkan ve lüzümünü inkar etmek boş birşeydir .Hele bu bilginin deneye dayanmadığı bahanesiyle imkansız ve lüzümsüz olduğunu sanmak,tecrübe için bile gerekli, esasları inkar etmek olurki ; böyle inkara ilim demekten çok bilgisilik ,inat ve inkar aşkı adını vermek gerekir bu açıklamalara dikkatle bakılınca anlaşılırki, ilim ve felsefesin her birini kendine göre bir yeri vardır. her ikiside bu yerde kalırsa faydalı ve doğrudur. fakat ilim felsefeye yada felsefe ilime tecavüz ederse biribirinden alacakları çalmaca neticeler hiç bir zaman doğru sayılamaz .Bir gerçek ilimadamı felsefi bir tartışmaya girdiği zaman,iddiaalarının ilmin kendisi olduğun u söylemez .Bununla beraber bundan; "ilimin felsefeye felsefenin ilme gereği ve faydası yoktur" manası anlaşılmamalıdır. Aksine,ilmin gelişmesi felsefe sahasını aydınlatmaktadır.keza ,felsefe olgunlaştıkça ilmin mahiyeti bir kat daha sıhhat ve çekicilik kazanmaktadır :
Filibeli Ahmed Hilmi
|

05-02-2011, 07:11
|
Kıdemli Üye
|
|
Üyelik tarihi: 07 Feb 2009
Mesajlar: 3.080
|
|
sevgili dostlar..
insanız ve doğal olarak türümüzün nerden/nasıl bir başlangıç alıp günümüze gelindiğini merak ediyoruz.. bu meraktan kaçış yok
peki türümüzün nerden/nasıl başlangıç aldığını biliyor muyuz? bunun cevabı çok basit ve net aslında..
-hayır bilmiyoruz..
peki bu yukarıdaki sade cevabı hangi insan verebilir?
bilim ve öğreti/dinle henüz tanışmamış, şartlandırılmamış yani henüz bir "zihin yüklenmemiş" insan verebilir..
küçük bir çocuk yada afrikada ormanda yaşayan bu konuda bir inancı olmayan ilkel kabile insanı verebilir..
zihin dediğim şeyin yöneticisi insanoğlunda egodur.. yani sahtebenlik.. sahtebenlik kararsız, inançsız yaşayamaz.. önündeki renk skalası onun için ya siyahtır ya beyaz.. aradaki griyi ve grinin sonsuz tonlarını göremez, ıskalar..
insan denen canlı türünün başlangıcını bilmiyoruz ama bilincimizin önünde bazı veriler var.. dinsel ve bilimsel..
işte ego grinin sonsuz tonlarını göremediği için bu 2 farklı zihin(din ve bilim) arasında bir seçim yapıp karar vermek zorunda kalır.. çünkü bunlardan birinin inkarı egoyu diğer olasılığa itecektir.. ego kararsız yaşayamaz..
günümüz insanoğlu "türümün başlangıcının ne/nasıl olduğunu bilmiyorum" diyemez..
çünkü "bilmiyorum" dediği anda evrim teorisi ve dinsel yaratılış olasılıkları arası sıkışıp kalır..
onun için bilmiyorum demek; "bu 2 olasılıktan hangisi olduğunu bilmiyorum" anlamına gelir.. ki bu durum zihinde yaşayan insanoğlu için imkansızdır.. yaşamına anlam, içerik, önem ve yön verme konusunda boşluğa düşüp uygun duygulanmayı yakalayamaz..
bilmiyorum demek; cevap bekleyen, merak ettiğimiz bu sorunun sonsuz(1/sonsuz) cevabı olabilir demektir.
özündeki mutlak tatminden koparılıp kendine yabancılaştırılmış insanoğlu o yüzden böyle dinsel, bilimsel, milli, siyasi, ahlaki iddiaları, teorileri sahiplenip savunmak ve yalancı bir mutluluk/tatmin peşinde koşmak zorunda kalmıştır..
her türlü nonbilgi insanoğlu tarafından bilgi/gerçek düzeyine yükseltilmek zorunda kalmıştır..
oysa bilginin/gerçeğin insanoğlu faktörü tarafından ne savunulmasına ne de konuşulmasına ihtiyacı yoktur..
gerçek/bilgi dediğimiz kavram insanoğlu bilincinden bağımsız bir şekilde her şartta ve her zaman kendini dayatır zaten..
önünüzdeki bir veriyi(dinsel veya bilimsel hiç farketmez) diğer insanlara karşı savunmak zorunda kalıyorsanız bilin ki o veri henüz gerçek/hakikat/bilgi değildir..
ama sahtebenlik bunu algılamanıza izin vermez.
siz o savunduğunuz veriyi kendi bilincinizde bilgi/hakikat düzeyine yükseltmişinizidir de bunun farkındalığında bile değilsinizdir.
o yüzden bu sahte tatmin peşinde koşarken "insandan öte" her türlü kavramı "insandan önce" haline getirip kendi türünüzle anlamsız bir kördöğüşü içinde yaşayıp gidersiniz..
sonra da bunu "yaşam" zannedip yaşamı ıskalarsınız..
peki bu yazdıklarım insanoğlu türü için bir eleştirimidir peki?
asla..
Konu paslıçivi tarafından (05-02-2011 Saat 07:17 ) değiştirilmiştir.
|

05-02-2011, 11:57
|
 |
Kıdemli Üye
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
|
|
Üyelik tarihi: 26 Jul 2009
Bulunduğu yer: Ankara
Mesajlar: 1.271
|
|
peki türümüzün nerden/nasıl başlangıç aldığını biliyor muyuz? bunun cevabı çok basit ve net aslında..
-hayır bilmiyoruz..
17. yy'da olsaydık bu sorunun cevabı bu olurdu. Ama 21. yy için bu çok fazla karamsar bir cevap olmuş. Biliminsanlarından "hayır bilmiyoruz" dan ziyade, "Şu an bilemiyoruz", henüz bulunmadı ama çalışmalarımız sürüyor" gibi cevaplar alınabilir.
İnsan türünün başlangıç noktasının AFRİKA olduğu artık kesinlik kazanmıştır. Çünkü bulunan fosiller bunu gösteriyor. Mitokondriyal DNA analizleri 200 bin yıl önce Afrika'da yaşamış bir kadına kadar izlenebiliyor. Homo türlerinin dağılımı artık eskisinden daha net olarak ortada. Modern insanın atalarının ne tür fiziksel özelliklere sahip olduğu da biliniyor. Belki yeni buluntular daha farklı modellere ve açıklamalara yol açabilir. Burada yanlışlanan mekanizmalardır. Olgunun kendisi değildir.
Tüm bunlar bilim ve din arasında karar vermek zorunda kalmış, grinin sonsuz tonlarını göremeyen bir sahte egodan değil, ciddi ve emek verilmiş araştırmalardan elde edilmiş sonuçlardır.
İnsan denen canlı türünün başlangıcını bilmiyoruz ama bilincimizin önünde bazı veriler var.. dinsel ve bilimsel..
Bu konu ile ilgili önümüzdeki tek veri yığını bilimin bulduklarıdır. Dinsel olanlar ise veri değil sanıdır. Çünkü araştırmaya ve bulguya dayanmaz. Söylenceye ve kulaktan kulağa iletilen sözel bilgiye dayalıdır. Deforme olmaya çok eğilimlidir. Çünkü test edebilme imkanı yoktur.
Evrimin verileri bilincimizin değil gözlerimizin önüne bir yığın kanıt sunuyor. Birinci elden bir Homo erecutusun kafatasına dokunabiliyoruz. Türümüzün geçirdiği aşamaları artık genetiğin aldığı korkunç gelişmeyle çok daha sağlam kanıtlar eşliiğinde görmeye hazırlanmak gerekir.
|

05-02-2011, 17:24
|
 |
Üye
|
|
Üyelik tarihi: 24 Oct 2009
Mesajlar: 430
|
|
taylan74´isimli üyeden Alıntı
peki türümüzün nerden/nasıl başlangıç aldığını biliyor muyuz? bunun cevabı çok basit ve net aslında..
-hayır bilmiyoruz..
17. yy'da olsaydık bu sorunun cevabı bu olurdu. Ama 21. yy için bu çok fazla karamsar bir cevap olmuş. Biliminsanlarından "hayır bilmiyoruz" dan ziyade, "Şu an bilemiyoruz", henüz bulunmadı ama çalışmalarımız sürüyor" gibi cevaplar alınabilir.
İnsan türünün başlangıç noktasının AFRİKA olduğu artık kesinlik kazanmıştır. Çünkü bulunan fosiller bunu gösteriyor. Mitokondriyal DNA analizleri 200 bin yıl önce Afrika'da yaşamış bir kadına kadar izlenebiliyor. Homo türlerinin dağılımı artık eskisinden daha net olarak ortada. Modern insanın atalarının ne tür fiziksel özelliklere sahip olduğu da biliniyor. Belki yeni buluntular daha farklı modellere ve açıklamalara yol açabilir. Burada yanlışlanan mekanizmalardır. Olgunun kendisi değildir.
Tüm bunlar bilim ve din arasında karar vermek zorunda kalmış, grinin sonsuz tonlarını göremeyen bir sahte egodan değil, ciddi ve emek verilmiş araştırmalardan elde edilmiş sonuçlardır.
İnsan denen canlı türünün başlangıcını bilmiyoruz ama bilincimizin önünde bazı veriler var.. dinsel ve bilimsel..
Bu konu ile ilgili önümüzdeki tek veri yığını bilimin bulduklarıdır. Dinsel olanlar ise veri değil sanıdır. Çünkü araştırmaya ve bulguya dayanmaz. Söylenceye ve kulaktan kulağa iletilen sözel bilgiye dayalıdır. Deforme olmaya çok eğilimlidir. Çünkü test edebilme imkanı yoktur.
Evrimin verileri bilincimizin değil gözlerimizin önüne bir yığın kanıt sunuyor. Birinci elden bir Homo erecutusun kafatasına dokunabiliyoruz. Türümüzün geçirdiği aşamaları artık genetiğin aldığı korkunç gelişmeyle çok daha sağlam kanıtlar eşliiğinde görmeye hazırlanmak gerekir.
|
Sayın taylan vermiş olduğunuz bilgiler için teşekkür ederim.
Bu sitedekilerin yani tanrıtanımazların büyük yanılgısını yukarıda renkli olarak vurguladığım sözleriniz özetliyor.
Dokunamıyoruz veya ölçü aletlerimiz okumuyor diye, fizik ötesi varlıkları yok saymanız emin olun şu anda onların çok hoşuna gidiyor.
En tehlikeli düşman "fark edilmeyen" düşmandır. Kutsal kitapta "CİNLER" diye adlandırılan bu zeka sahibi varlıklar sizin öyle düşünmenizi istiyorlar.
Bilim adamlarının 21. yy da sahip oldukları bilginin büyüklüğünden bahsettiniz....
Doğrudur,
Peki ne oldu da son 100 yıl içinde bilim ve teknolojide binlerce hatta sizin deyiminzle milyonlarca yıllık insanlık tarihinde yapılamıyanlar yapılmaktadır?
İnsan evriminde sıçrama mı oldu?
Mısır döneminde Babil veya Asur döneminde insanlar çok mu yeteneksizdi..?
Tersine HAYIR. teknoloji olmadan yaptıkları eserlere hala hayranlılka bakıyoruz.
Peki niye son 100 yüz yılda her şey değişti?
kutsal kitap bunu basit ama anlaşılır biçimde izah eder:
1914 yılında Şeytan ve Cinleri yer yüzüne atılmışlardır.
başka sözlerle evrendeki faaliyetleri yeryüzü ile sınırlandırılmıştır.
‘Bu dünyanın sahnesi’ 1914’ten beri gerçekten de o kadar değişti mi?
Profesör Robert Wohl, kitabında şöyle diyor:
“Savaşı yaşayanlar, Ağustos 1914’te bir dünyanın bitip başka bir dünyanın başladığı inancından kendilerini asla kurtaramadılar.” ( The Generation of 1914)
Dünya Sağlık Örgütünün (WHO) akıl ve ruh sağlığı bölümünün yöneticisi Dr. Jorge A. Costa e Silva da bu düşünceyi doğrular tarzda şöyle yazdı:
“Aşırı hızlı değişimlerin meydana geldiği bir zamanda yaşıyoruz ve bu hız, sonunda insanlık tarihinde hiç görülmemiş derecede kaygı ve strese yol açıyor.”
Siz de bunu yaşadınız mı?
Dünyanın kötüleşen durumunun ardındaki suçlu kimdir?
Vahiy 12:7-9 onun maskesini şöyle düşürür:
“Gökte cenk oldu; Mikael [İsa Mesih] ve kendi melekleri ejderle [İblis Şeytan] cenketmek için çıktılar; ve ejder ve kendi melekleri cenkettiler, ve galip olmadılar, ve gökte artık onların yeri bulunmadı. . . . . büyük ejder, bütün dünyayı saptıran . . . . yeryüzüne atıldı.”
Suçlu, insanlığın başına bela olan İblis Şeytan’dır ve onun 1914’te gökten atılmasının sonucu şudur:
“Vay yere ve denize, çünkü İblis vaktinin az olduğunu bilerek büyük gazapla size indi.”—Vahiy 12:10, 12.
Sayın taylan,
siz onlara fiziksel olarak dokunamazsınız. Ölçü aletleriniz de onları ne yazık ki ölçemez...
Ama onlar size dokunabilir...  Ve insanlığın, gelmekte olan ARMAGEDON harabiyeti yani Tanrı'nın hüküm gününü fark edememesi için ellerinden geleni yapıyorlar.
Üstün yetenekleri sayesinde bilimi de, müziği de, sanatı da her şeyi kullanıyorlar...... UFO yalanlarıyla insanları oyalıyorlar...
Kim bilir belki de bu sitenin perde arkasındaki kurucuları bile onlar olabilir..
Fark edilmemenin çok güzel bir yoludur belki...
Bunlar için "safsata" diyebilirsiniz... Ne de olsa laboratuvarlarda test edilemiyorlar..
Sizler onları ölçen ölçü aletleri bulana kadar atı alan üsküdarı geçecek...
İsterseniz araştırmalarınıza biraz da bu açıdan bakın. Bir şey kaybetmezsiniz..
Saygılarımla
"İnsanların size nasıl davranmasını istiyorsanız, siz de onlara öyle davranın."
Jesus Christ
Matta 7:12
www.jw.org
|
Başlık Düzenleme Araçları |
|
Stil |
Normal
|
Yetkileriniz
|
Yeni Mesaj yazma yetkiniz Aktif değil dir.
Mesajlara cevap verme yetkiniz aktif değil dir.
Eklenti ekleme yetkiniz aktif değil dir.
Kendi Mesajınızı değiştirme yetkiniz Aktif değildir dir.
HTML-KodlarıKapalı
|
|
|
Bütün Zaman Ayarları WEZ +3 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 05:45 .
|