A - "Allah"ın "Kendi"si ("ZAT"ı)
1. "Allah" Kur'an'da "Kendi"ni Nasıl Anlatıyor?
2. Peygamber Allah'ın Kendisini Nasıl Anlatıyor.
B - Allah'ın "sıfat"ları
"Allah", İslam'da (tüm öteki "semavi" dinlerde olduğu gibi) en başta gelen konulardandır. Kur'an'da bile yüzlerce kez geçer. Kaldı ki, "Allah'tan, "İlah", "Rabb", "Rahman"... denerek de ve daha başka nitelikleriyle de söz edilir. Kısacası, en önemli olan "O'dur".
Konu olarak ele alındığında; bir "Allah'ın Zatı", yani "Kendi"si, bir de "Allah'ın ad ve sıfatlan" üzerinde durulagelmiştir:
A- "ALLAH"ın "Kendi"si ("Zat"ı):
Genellikle "Allah"ın neler yaptığı, hangi nimetleri sergilediği, hoşnutluğunu kazananlara ne ödüller verdiği ve vereceği, kendisini tanımayanlara, buyruklarına karşı çıkanlara ne cezalar verdiği ve vereceği, bu arada nitelikleri anlatılır. Kur'an ve hadislerde daha çok anlatılan budur, Ìslam "kelam"ında, "felsefe"sinde ise; "Allah'ın Zat'ı" yani "Kendi"si üzerinde de genişçe durulup tartışmalara yer verilir. Kimi zaman tartışmaların, ayet ve hadislerdeki anlatımların çerçevesini çok aştığı ve bambaşka boyutlara ulaştığı görülür. Bununla birlikte, ayet ve hadislerde de, dolaylı yada doğrudan "Allah"ın "Kendi"sinin, varlığının, birliğinin anlatıldığını görmekteyiz.
1. "ALLAH" Kur'an'da "Kendi"ni Nasıl Anlatıyor.
- "İlk"tir o. ("Evvel")
- "Sonuncu"dur. ("Ahir")
- "Dışta-Açık"tır. ("Zahir")
- "lçte-Kapalı"dır, "Gizli"dir. ("Batın")
İslam öncesi Arap putataparların dil ve inançlarında "Allah" adı ve inancı bulunduğu gibi Allah'ın niteliklerinden biri ve çok önemli olan "Rahman" adı ve inancının bulunduğunu dile getiren ayetler de var. Bir örnek:
Anlamı:
"İlk"tir O. "Sonuncu"dur. "Dışta-Açık"tır. "İçte-Gizli"dir. Ve O, her şeyi "Bilen"dir. (Hadid Suresi, ayet 3.)
Açıklama:
Diyanet'in resmi çevirisinde, bu ayetin çevirisi, sözünün tam karşılığı değil, yorumlu bir çeviri. Şöyle:
"-O, her şeyden öncedir; kendisinden sonraya hiçbir şeyin kalmayacağı Son'dur; varlığı aşikardır; gerçek mahiyeti insan için gizlidir. O, her şeyi bilir."
Oysa buradaki sözlerden birçoğunun, ayette karşılığı yoktur. Fahruddin Razi'nin bu ayetin yorumu nedeniyle, ayette anlatılanların oluşturduğu konuyu nitelemesi şöyle:
"Ürpertici, çetin, derin bir konu".
-Nasıl oluyor da Tanrı, hem "İLK", hem "SONUNCU" oluyor?
-Nasıl oluyor da hem "Açık" hem "Gizli" oluyor?
Derin derin düşünüyor yorumcular. Ve çeşitli açılardan yorumlara girişiyorlar. Kur'an yorumcuları, "kelam"cılar (Tanrıbilimciler) ve "tasavvuf'çular (gizemciler) bu ayette ne anlatıldığı üzerinde dururken "Evvel (İlk)" nedir; "Âhir (Sonuncu)" nedir; "Zahir (Dışta Açık)" nedir, "Batın (İçte Gizli)" nedir, ne demektir, bir bir ele alıp uygun gördükleri açılardan yoğun bir yorum çabasına girişiyorlar.
Ancak, Razi'nin de belirttiği gibi, Kur'an yorumcularının çoğunun yorumu şöyledir:
"-Allah İLK'tir, çünkü her şeyden öncedir. SONUNCU'dur, çünkü her şeyden sonra da kalıcıdır. Varlığını apaçık ortaya koyan kanıtlar nedeniyle AÇIK'tır. Duyularla algılanamadığı, görülemediği için de GİZLİ'dir." (Bkz. F. Razi 29/213; Sabûni 3/320. Elmalılı, Hak Dini Kur'an Dili, 7/4730-4731; Celaleyn 2/208.)
Taberi'nin yorumu:
"Evvel'dir (İlk). Yani: Sınırsız olarak her şeyden ÖNCE'dir. Âhir'dir (Sonuncu). Yani: Sonsuza dek her şeyden sonra kalabilen en sonuncu'dur? Çünkü, kendinden başka hiçbir şey yokken O vardı. Ve her şey yok olup gittikten sonra da O kalacaktır. Nitekim övgüsü yüce olan Tanrı: '-Her şey yok olup gidicidir; yalnızca O'nun yüzü (Zatı, Kendisi) kalıcıdır.' (Kasas, ayet: 88.) diyor. Zahir'dir (Dışta-Açık). Yani kendinin dışındaki her şeyin üzerindedir. Yüce'dir, her şeyin üstündedir O'ndan daha yüce yoktur. Batın'dır. (içte Gizli). Yani: Her şeyin en içinde, en yakınında O vardır. Öyleyse O'ndan daha yakın olan yoktur. Nitekim: '-Biz ona (insana) şahdamarından daha yakınız.' (Kaf, ayet: 16.) diyor. Bu bizim yorumumuza uygun olarak Peygamberden 'haber' (hadis) aktarılagelmiştir..." (Camiu'l-Beyan Fi Tefsiri'l-Kur'an, 1329, c. 27, s. 124.) Taberi, yorumunu dayandırdığı hadisi de aktarıyor. (Bkz. Aynı yer.) Bu hadise, Tirmizi (3298 no.lu hadis) ve Ahmed İbn Hanbel de (c. 2, s. 370.) yer veriyor. Hadis şöyle:
Peygamberin arkadaşlarından Ebu Hüreyre’den aktarılan bu hadiste anlatıldığına göre: Bir gün, Peygamber arkadaşlarıyla birlikte otururken, bir BULUT görünür. Sonra Peygamberle arkadaşları arasında şu konuşmalar geçer:
-Bu (bulut) nedir biliyor musunuz?
-Tanrı ve Peygamberi daha iyi bilir.
-Bu bulut, bu yerin “zaviye”leri (?). Tanrı, kendisine şükretmeyen, dua etmeyen bir topluma gönderiyor.
Üstünüzde olan (kubbe) nedir, biliyor musunuz?
-Tanrı ve Peygamberi daha iyi bilir.
-Bu, birinci kat göktür (“reki”). Korunmuş bir tavandır. (Bkz. Enbiya, ayet: 32; Tur, ayet: 5; Hicr, ayet: 17) Dökülmesi önlenip tutulmuş dalga dalga sular (yağmur suları orada depo edilmiş). Sizinle onun arasında bulunan uzaklık nedir biliyor musunuz?
-Tanrı ve Peygamberi daha iyi bilir.
-Sizinle onun arasındaki uzaklık, 500 yıllık (ancak beş yüz yılda varılabilir) bir uzaklıktır. Onun yukarısında ne var biliyor musunuz?
-Tanrı ve Peygamberi daha iyi bilir.
-Onun (birinci kat göğün) üstünde iki gök vardır ki, aralarında bulunan uzaklık, 500 yıllıktır. (Peygamber bu arada yedi kat göğü bir bir sayar.) Yedi kat gökten her iki kat göğün arasındaki uzaklık, birinci kat gökle yer arasındaki uzaklık kadardır (500 yıllık). Bu göklerin üstünde ne vardır biliyor musunuz?
-Tanrı ve Peygamberi daha iyi bilir.
-Bunların üstende Arş vardır. Arş’la (Son) gök arasında bulunan uzaklık iki gök arasındaki uzaklıktır. (500
yıllık). Altınızda ne vardır, biliyor musunuz?
Tanrı ve Peygamberi daha iyi bilir.
-Yerdir altınızdaki. Onun altında ne vardır bilir misiniz?
-Tanrı ve Peygamberi daha iyi bilir.
-Bir başka yer vardır. İki yerin arasında bulunan uzaklık 500 yıllıktır. (Peygamber bu arada da yedi kat yeri bir bir sayar. Yedi kat yer için bkz. Talak, ayet: 12.) Her iki kat yerin arasında 500 yıllık bir uzaklık vardır. Peygamber en son şunu söyler:
-”Peygamberin yaşamı elinde olan Tanrı’ya ant içerek söylerim ki, bir adamı en aşağı kattaki yere, bir iple sarkıtabilmiş olsanız, adam, Allah’ın üzerine düşer (le habete ale’llah)!”
Peygamber daha sonra Hadid Suresinin yukarıda sunulan ayetini okur. Yani ayetle anlatılmak istenenin bu olduğunu anlatır. Buna göre, “en yukarda” da, “en içte” de Tanrı’nın bulunduğu anlatılmak isteniyor. “Zahir” ve “Batın”ın anlamı bu. “Evvel” ve “Âhir”in anlamı da.. “Nereden başlayıp nereye giderseniz gidin, başlangıçta da, sonunda da Tanrı’yı bulursunuz” sözüyle demek istenene uygun bir anlam sözkonusu. Böyle denebilir.
Buhari’de de, söz konusu ayetteki “Zahir” ve “Batın” yorumlanırken Tanrı’nın “bilgisi”siyle “Zahir” ve yine “bilgi”siyle “Batın” olduğu belirtiliyor. Yani Tanrı’nın “bilgi”si, her şeyin, “dış”ını da, “iç”ini de kaplamıştır. (Bkz. Buhari, Tefsir / 57, c. 6., s. 57.)
Benimsenen yorumlardan biri de şöyle:
“Tanrı, ‘nitelik’leriyle ‘Zahir’dir, ‘Zat’ıyla (yani Kendi’si) ‘Batın’dır (duyularla algılanamaz, gözle görülemez.):
Anlamı:
Allah’la birlikte başka Tanrı’yı (“Tanrı” diye) çağırma. Tanrı olarak yalnızca O vardır. Her şey yok olucudur. O’nun “Yüz”ü (“Zat”ı = Kendi’si) dışında. Hüküm, O’nundur. O’na döndürüleceksiniz. (Kasas Suresi, ayet: 88.)
Açıklama:
Ayette,-”yüz” anlamına gelen “vech” geçiyor. İslam’da, Tanrı’nın “cisim” olduğunu ileri süren ve “Mücessime” diye adlandırılan kesimin dışında kalan müslüman yorumcular, buradaki “vech”i, “Hakikat”, “Zat” diye yorumlarlar. Yani söz konusu olan, Tanrı’nın “KENDİSİ”dir. (Bkz. F. Razi, 25/24; Taberi, tefsir, 20/82; Sabûni, 2/449.) Abdurrahman İbnü’l-Cevzi (ölm. 1200) Kur’an yorumcularının Kur’an’da geçen “vech” sözcüğünün, ayetlerde 6 anlama geldiğini yazdıklarını yazıyor ve örnekleriyle sıralarken “vech”in bir anlamının da “ZAT”olduğunu belirtiyor. Örnek verdiği ayetler arasında, yukarıdaki ayet de yer alıyor. Yani bu ayetteki “vech”in de “ZAT” anlamına geldiğini anlatıyor. (Bkz. İbnü’l-Cevzi, Nüzhetü’l-A’yün’in-Nevazır Fi Ilmi’l-Vücuh Ve’n-Nez-air, tahkik: Muhammed Abdu’l-Kerim, Beyrut, 1985, s. 617-618.) Demek ki bu yoruma göre, söz konusu olan, “Tanrı’nın Kendisi”dir. “Hiçbir zaman yok olmayacak olan, O’dur.” Şu ayetler de yukarıdaki ayetin anlattığını dile getirir:
Anlamı:
Onun üzerinde (dünyada) ne varsa hepsi gelip-geçicidir. Yalnızca senin Tanrı’nın “yüz”ü (Zat’ı) kalır. Yüceliği ve “ikram”ı olan Tanrı’nın… (Rahman Suresi, ayet: 26-27.)
Hadid ve Kasas surelerinden sunulan ayetlerle bu ayetlerden şu sonuçlar çıkartabilmekte:
“Allah”:
-VAR’dır (“Vacibu’l-Vücûd” = Varlığı kesin gerekli. “Vücûduhu li zatihi = Varlığı Kendinden.).
-ÖNCESİZ’dir. (“Kadim”).
-SONRASIZ’dır (“Baki”).
Ayrıca “Tanrı’lıkla BİR TEK” olduğu da anlatılmaktadır.
Anlamı:
(Diyanet’in)
Eğer yerle gökte Allah’tan başka tanrılar olsaydı, ikisi de bozulurdu. Arş’ın Rabbi olan Allah, onların vasıflandırdıklarından münezzehtir. (Enbiya Suresi, ayet: 22.)
Anlamı:
De ki: “O Allah BİR TEK’tir. Allah ‘Samed’dir. Doğurmamıştır ve Doğmamıştır. Ve O’na hiçbir şey denk değildir. (İhlas Suresinin tümü.)
Açıklama:
Bu surede yer alan “Samed”e Ragıb’ın “el Müfredat”ında şu anlam veriliyor: “İşte-yetkide kendisine başvurulan efendi, başkan (“seyyid”)”. (El Müfredat, s. 422, “Samed” maddesi.)
Taberi, İbn Abbas’ın da içinde bulunduğu birçok kimsenin bu yorumu paylaştığını aktarır. İbn Abbas’ın ve ötekilerin belirttiklerine göre, “Samed” asıl anlamı ile “efendilik”, “başkanlık”, “hükümdarlık” demek olan “seyyid”likte, yani yücelikte, “en üstün” anlamındadır. (Bkz. Taberi, tefsir, 30/223, Buhari, e’s-Sahih, Tefsiru’l-Kur’an / 112, c. 6, s. 95.)
Buhari: “Araplar, ileri gelenlerine ‘SAMED’ derler” diyor. (Bkz. E’s-Sahih, aynı yer.)
“Samed”e şu anlamlar da verilmekte:
-”Ecvef (içi boş) olmayan.” Bu da kimine göre, “yemez-içmez”, kimine göre “sert kaya gibi” anlamındadır.
-”Doğurmayan, doğmayan.”
-”Yok olmayan.”
-”Herkesin muhtaç olup başvurduğu ve kimseye başvurmaya ihtiyacı olmayan.”
(“Samed”in bütün bu anlamlan için bkz. Taberi, tefsir, 30/222-223; F.Razi, 32/181-182.)
Fahruddin Razi’de, “Samed”e başka anlamlar verenlerin bulunduğu da görülmekle: “Asıl amaçlanan”, “elde edilmek istenenler alanında kendisine başvurulan, korkunçluklar karşısında da kendisine sığınılan”, “dilediğini yapan”, “yargısı bozulmayan”… gibi. (Bkz. F.Razi, aynı yer.)
Yorumcularca genellikle benimsenen anlamı şu: “Herkesin her ihtiyacında kendisine başvurduğu.” Herkes, her konuda Tanrı’ya başvurmak zorunda bulunduğu için “Samed’dir O”.
Kısacası İhlas Suresinin “Allah”ın, “Bir Tek” olduğu, “vazgeçilmez” olduğu, “doğan-doğuran” türden olmadığı ve “benzersiz” olduğu anlatılıyor.
Anlamı:
(Diyanet’in)
…O’nun benzeri hiçbir şey yoktur. O, işiten’dir. Gören’dir. (Şûra, ay. 11.)
Açıklama:
Bu ayette anlatılan (“O’nun hiç benzeri yoktur, hiçbir şey O’na benzemez”), İslam “KELÂM”ının en çok üzerinde durduğu, en temel konularından biridir. “Allah’ın ne olmadığı”nın yansıtıldığı “sıfat”ların (“e’s-sıfatu’s, selbiyye”nin) ana kaynağıdır.
-”Allah, göklerin ve yerin NUR’udur”:
Anlamı:
(Diyanet’in)
Allah, göklerin ve yerin nurudur. O’nun nuru içinde ışık bulunan bir kandil yuvasına benzer. O ışık bir cam içindedir. Cam ise, sanki inci gibi parlayan bir yıldızdır. Bu, ne yalnız doğuda, ne yalnız batıda bulunan bereketli zeytin ağacından yakılır. Ateş değmese bile, neredeyse yağın kendisi aydınlatacak. Nur, üstünde nurdur. Allah, dilediğini nuruna kavuşturur. Allah insanlara misaller verir. O, her şeyi bilir. (Nur Suresi, ayet: 35.)
Açıklama:
Allah’a “Nur” Denebilir mi?
Yukarıdaki ayette ve hadislerde “Allah”a, “Nur” dendiği açıkça görülmekte.
“-Hamd sanadır ya Allah! Sen, göklerin ve yerin NUR’usun!”
Bir hadis, bu anlamdaki seslenişle başlıyor. (Bkz. Buhari, Teheccüd: l Deavût: 9, Tevhid: 8,24,35; Müslim, Müsafirin: 199. Bu hadis, “Kütübü Sitte”den öbür kitaplarda da yer alır.)
Bir hadise göre, Ebu Zerr ile Peygamber arasında şöyle bir konuşma geçer:
-Ey Tanrı elçisi! Tanrı’nı (Rabbeke) gördün mü?
Başka biçimine göre Ebu Zerr’e Peygamber şu karşılığı vermekte:
-O bir NUR’du, nasıl görebilirim?!
(Bkz. Müslim, iman /291, c. l, s. 161, hadis no: 178; Tirmizi, Tefsir/54, c.5, s. 396, hadis no: 3282; Ahmed İbn Hanbel 5/157, 171, 175.)
-Bir NUR gördüm.
(Müslim, iman/292, c. 1., s. 161.)
“Nur” nedir?
Ragıb’ın “el Müfredat”ında önce şu tanım var:
“Gözlerin görebildiği biçimde yayılan IŞIK (“e’d,dav”). Sonra şöyle ayrımı yapılıyor. Dünyadaki nur, Âhiretteki nur. Dünyadaki de iki türlü; iç gözle görülebilen (manevi) nur, kafadaki gözle görülen nur. (Bkz. El Müfredat, “Nur” maddesi.) Fahruddin Razi de “Güneş ve aydan gelen ışınlara NUR dendiğini” ve nurun sözlük anlamının bu olduğunu yazıyor. (Bkz. F. Razi 23/223.)
Ibnü’l-Cevzi’nin aktardığı tanım da şöyle:
“-Nur: Gözlerdeki ışıkların alıp görme duyusuna ilettiği ve kaynaklarına göre değişen parlak ışık.” (Cemaluddin Abdurrahman ibnü’l, Cevzi, Nüzhetü’l-A’yün, Bubu’n-Nûr, s. 599.)
Ibnü’l-Cevzi’de “NUR”un Kur’an yorumcularına göre şu on anlama geldiği anlatılır:
-İslam. (Bkz. Tevbe/32;Saf/8)
-İman. (Bkz. Bakara: 257)
-Hidayet (Bkz. Nur: 35.)
-Peygamber. (Bkz. Maide: 65.)
-Gündüzün aydınlığı. (En’am: 1.)
-Ayın aydınlığı. (Bkz. Furkan: 61.)
-Sırat köprüsünde inanırların saçtıkları aydınlık. (Bkz. Hadid: 12.)
-Açıklama. (Bkz. Maide: 44.)
-Kur’an. (Bkz. A’raf: 157.)
-Ve Adalet (Bkz. Zümer: 69.)
(Bkz. İbnü’l-Cevzi, aynı kitap aynı yer.)
Kuşkusuz, yukarıda görülen anlamlar, “nur” sözcüğüne, yerine göre yorumlarla verilen anlamlardır. Bilinen, yani “ışık” anlamıyla “Allah”a, “Nur” denebilir mi? “Ehl-i Sünnet” Tanrıbilimcilerine ve yorumcularına göre: “-Hayır!”
Razi, bilinen anlamıyla Tanrı’ya neden “Nur” denemeyeceğini uzun uzun anlatır, özeti şöyle:
Bilinen, yani “ışık”, “aydınlık” anlamıyla “nur”, ya “cisim”dir ya da cisimdeki bir “durum”dur. Allah, “cisim”de, cisimdeki bir “durum”da olamayacağı için bu anlamda “nur” olarak düşünülemez. (Bkz. F. Razi, 1/122; 23/223 ve öt.)
Ne var ki yukarıda da belirtildiği gibi ayet ve hadislerde “Allah”a “Nur” dendiği görülüyor. “Nur”, Tanrı’nın “99 adı” arasında da yer alıyor. (Bkz. “Ad”)
Öyleyse, bu yorumculara göre Kur’an ve hadislerde “Allah” için söylenen “Nur”, bilinen anlamından başka bir anlam taşıyor olmalıdır. İbnü’l-Cevzi’nin aktarmasına göre, Kur’an yorumcularınca genellikle benimsenen görüş şöyledir Tanrı’ya “Nur” dendiğinde, bu “Nur” un anlamı, “yol göstericidir (“el Hadi”). Taberi, tefsirinde, bu görüşü, İbn Abbas’tan ve Enes İbn Malik’ten aktarmakta. (Bkz. Taberi, tefsir 18/105.) Bununla birlikte, yorumcular içinde, “Allah, göklerin ve yerin Nuru’dur” anlamındaki Kur’an açıklamasını ele alırken, “Allah, göklerin ve yerin Ziyası’dır (ışığı)” biçiminde yorumlayanlar da var.(Bkz. Taberi, aynı yer.)
Kimilerine göreyse, burada söz konusu olan “Allah’ın ” Kendisi (yani Zatı)” değil; “O’nun Nuru”dur. “Allah, göklerin ve yerin Nuru’dur” diye ‘başlayan ayette, “O’nun Nuru” anlamına gelen bir deyim de var. Tirmizi’nin ve Ahmet İbn Hanbel’in de yer verdikleri şöyle bir hadis var:
“-Allah, yaratıkları karanlıkta yarattı (haleke halkehu fi zulmetin). Ve sonra üzerlerine NUR’unu saldı. Bu nurdan kime ulaştıysa o kimse doğru yolu buldu. Bu nur kimden saptıysa o kimse sapıklığa düştü. Onun için diyorum ki, Allah’ın bilgisiyle çerçeveli bir evrende kalemin mürekkebi kurumuştur artık (yazgı bilmiştir). (Tirmizi, iman/18, c. 5, s. 26, hadis no: 2642; Ahmed İbn Hanbel, 2/176,197.)
Bu hadisi, yukarıda sunulan ayetteki “nur” nedeniyle Fahruddin Razi’de aktarıyor. (Bkz. F. Razi, 1/122.) Demek ki anlatılan, Tanrı’nın “Kendisi” (“Zat”ı) değil; “nur”udur. Razi diyor ki, ayette, “Allah, göklerin ve yerin Nuru’dur” dendikten hemen sonra “-O’nun, nuru…” denmesi, söz konusu olanın, Tanrı’nın Kendisi’nin değil; nurunun olduğunu açıkça gösteriyor. Tanrı’nın Kendisi’nin NUR olduğu anlatılmıyor…” (Bkz. F. Razi, 23/223.)
Ayrıca bkz. “Nur”.
Anlamı:
Allah, kendisinden başka Tanrı olmayan, Diri, “Kayyûm” (Vasıti’ye göre Süryanca’da “uyumaz” demek). Kendisini uyuklama da uyku da tutmayandır. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nundur. O’nun izni olmadan O’nun katında şefaat edebilecek kim olabilir? Onların öndekileri de, artlarındakini de (yapmakta olduklarını da, yapacaklarını da) bilir. Bilgisinden, dilediğinin dışında hiçbir şeyi kuşatamazlar (kavrayamazlar). O’nun Kürsi’si, gökleri ve yeri içine alacak genişliktedir. Yüce’dir, Büyük’tür. O. (Bakara Suresi ayet: 255.)
Anlamı:
(Diyanet’in)
Allah’ı gereği gibi değerlendiremediler… (En’am Suresi, ayet: 91, Hacc Suresi, ayet: 74; Zümer Suresi, ayet: 67.)
Açıklama:
“-Allah’ı, yeterince takdir edemediler…”
Yorumcular, burada, “Allah’ı yeterince yüceltemediler.” anlamını vermekteler genellikle. Şu anlamlan verenler de var:
-“Allah’a yeterince inanamadılar.”
-”Allah’ı yeterince tanıyamadılar, bilemediler.”
-”Allah’ı yeterince niteleyemediler.”
(Bkz. F. Razi, 13/72.)
“Allah’ı yeterince değerlendiremeyen, yeterince tanımayan, bilemeyenler” kimlerdir?
Kimine göre:
-Yahudilerdir.
Kimine göre de burada anlatılmak istenenler:
-Putataparlardır.
(Bkz. Taberi, tefsir, 7/176-177.)
Anlamı:
(Diyanet’in)
Allah sizi, Kendisiyle korkutur… (Âli İmran Suresi, ayet: 28.30.)
Açıklama:
“Nefsehû” yer alıyor. Anlamı “Kendisi”, “Kendisiyle”dir. “Nefs”, burada “Kendi” (“Zat”) anlamındadır.
‘Tanrı’nın KENDiSi”
2- Peygamber Allah’ın Kendisini Nasıl Anlatıyor:
-Allah’ın “kendisi” görülebilir mi?
Hadislerde, “Allah”ın “hiç görülemeyen” değil; “görülebilen” bir varlık olduğu açıklanır. Ancak, bu “görülme”nin nasıl bir görülme olduğu, yorumcular arasında tartışılır.
Allah’ı Bu Dünyada Görmek:
A’raf Suresinin 143. ayetinde, Rabb (Tanrı) ile Musa Peygamber arasında şöyle bir konuşma geçtiği anlatılır:
-Tanrım! Kendini bana göster de sana bakayım!
-Beni hiç göremezsin. Ama (şu) dağa bak, eğer o yerinde kalırsa sen de beni görürsün!
Yine ayette anlatılır ki, “Musa’nın Rabb’ı” dağa “tecelli” edince (Kendini gösterince), dağı yerle bir etti. O sırada Musa Peygamber de baygın (ölü gibi) düşüverdi.
Nasıl olmuştu da böyle olmuştu?
Taberi’nin yer verdiği hadislere göre:
-Tanrı dağa, bir küçük parmak kadar görününce (“tecelli” edince), dağı yerle bir etmişti.
-Tanrı dağa görününce parmağıyla işaret etmiş, dağ yerle bir olmuştu.
(Bkz. Taberi, tefsir, 9/37. Ayrıca bkz. Tirmizi, tefsir c.5, s. 265 hadis no: 3074.)
Kimi yorumcuya göre de, dağa görünen Tanrı’nın kendisi (Zatı) değil, “nur”uydu İslam Peygamberine, (miracı dolayısıyla) sorulur:
-Tanrı’nı gördün mü?
Soran: Peygamberin arkadaşlarından Ebu Zerr.
Daha önce de (yukarıya bkz.) sunulduğu gibi, bir aktarmaya göre Peygamber Ebu Zerr’e şu karşılığı vermiştir:
-O (Allah) bir NUR’dur, nasıl görmüş olabilirim?
Bir başka aktarmaya göreyse, Peygamberin Ebu Zerr’e verdiği karşılık şöyle:
Bir NUR (olarak) gördüm.
(Bkz. Müslim, hadis no: 291,292.)
Konuya ilişkin ayrıca bkz. “Isra-Mirac”.
Bu anlatılanlardan; Peygamberin, “Allah”ın, bu dünyada “görülebilir” olduğunu ve kendisinin de (Miraçta) O’nun kendisini gördüğünü anlattığı sonucu çıkarılabilir mi? Tartışmalıdır.
Allah’ı öbür Dünyada Görmek:
“Sağlam (sahih)” hadislerde de belirtildiğine göre, Allah, Ahirette, kendisini gösterecektir. Cennettekiler, O’nu (kendisini) açık-seçik göreceklerdir. Peygamber bunu çok açık olarak anlatmaktadır. (Bkz. Buhari, Tefsir / 55-1,2, Tevhid/ 24; Müslim, iman/296,297; Tirmizi, Cennet / 3; ibn Mace, Mukaddime / 13; Ahmet -İbn Hanbel, 4/411. Bir başka hadis için bkz. Buhari, Tefsir/4-8; Müslim, iman/302; Ebu Davud, 4729 ve 4730 no.lu hadis; Tirmizi, Cennet/15; Ahmed İbn Hanbel, 2/275, 293…)
Peygamber “bulutsuz bir havada, öğleyin GÜNEŞ nasıl açık, seçik görülürse ve ayın ondördünde AY nasıl kuşku götürmeyen bir açıklıkla görülüyorsa Allah’ın da öyle açık ve seçik olarak görüleceğini” anlatmakta arkadaşlarına. Konu için ayrıca bkz. “Cennet”
Demek ki, sağlam kabul edilen hadislerin açık anlatımlarına göre: Peygamber, Allah’ın Kendisinin, “görülebilen” bir varlık olduğunu anlatıyor. Yine de konu, yorumcular arasında tartışmalı.
Evren Yaratılmadan önce Allah ve Arş’ı:
-”Hiçbir şey yokken Allah vardı ve ARŞ’ı (tahtı) SU üzerindeydi”:
Bu, bir hadistir. Yani Peygamber anlatıyor. (Bkz. Buhari, Bed’ü’1-halk /l) “Allah”ın “gökleri ve yeri (altı günde) yarattığında, ARŞ’ının SU üzerinde olduğu”, Kur’an da da (Bkz. Hûd Suresi, ayet: 7.) anlatılmakta. Hadislerde, daha ayrıntılı anlatımlar da yer alıyor: Peygamberle bir arkadaşı (Ebu Rezin) arasında şöyle bir konuşma geçmekte:
-Ey Tanrı Elçisi! Yaratıklarını yaratmadan önce Rabb’imiz (Allah) neredeydi (nasıl bir durumda bulunuyordu)?
-Buluttaydı (“fi amain”). Altında ve üstündeyse HAVA bulunuyordu. Orada hiçbir yaratık yoktu. O’nun
ARŞ’ı da SU üzerindeydi. (“ARŞ”=Taht saray. Bkz. “Arş”.)
-Bu hadis için bkz. Tirmizi, Tefsir/12, c. 5, s. 288, hadis no: 3109; İbn Mace, Mukaddime/13, c.l., s. 65, hadis no: 182 (“bulut” demek olan “ama” ve hadisin yorumu için aynı sayfada alttaki nota bkz. Ahmet İbn Hanbel, 4/11,12.)
Bu hadiste Davud Peygamberin de Tanrı’ya şöyle seslendiği anlatılır:
-”Subhan’sın Sen ey Allah. Tanrı’msın, Arş’ın üzerine yükseldin…” (Bkz. Darimi, Mukaddime / 32, s. 97.)
İslam Peygamberi anlatıyor:
-”Allah Arş’ının üstünde, Arş’ı da, göklerin üstündedir…” (Bkz. Ebu Davud, Kitabu’s-Sünne, c. 5., s. 95, hadis no: 4726.)
Allah konusunda yanlış söz söyleyen bir Arap köylüsüne, Peygamberin: “-Vah sana! Allah’ın ne olduğunu bilir misin sen?” dedikten sonra Allah konusunda bilgi verirken yukarıdaki bilgiyi de verdiği yansıtılıyor hadiste.
“Allah” ın “Dünya Göğü” ne (Birinci Kat Göğe) inmesi: Şaban Ayının Onbeşinde:
-”Şaban ayının onbeşinin gecesinde Allah, dünya göğüne iner; Kelb Kabilesi’nin koyunlarının tüylerinin sayısından bile çok sayıda kimseyi bağışlar.” (Bkz. Tirmizi, Savm/39., s. c.3,116, hadis no: 739; İbn Mace, Ikametü’s-Salat/191, c. 1., s. 444, hadis no: 1389.)
-”Şaban’ın onbeşinin gecesi olduğunda Allah, güneş batınca dünya göğüne iner; ‘-benden bağışlanmasını isteyen yok mu, bağışlayayım; rızık isteyen yok mu rızık vereyim; hasta olan yok mu, iyileştireyim…’ diye seslenir. Tanyeri ağarana dek…” (Bkz. İbn Mace, İkametü’s-Salat, c.l., s. 444, 1388 no.lu hadis.)
Allah, Dünya Göğüne Her Gece iner:
Peygamber şöyle de açıklar:
-”Tanrımız, gecenin son üçte biri kaldığında dünya göğüne iner; “Dua eden yok mu duasını kabul edeyim? Benden isteyen yok mu istediğini vereyim? Benden bağışlanmasını isteyen yok mu bağışlayayım? Diye seslenir.” (Buhari, Teheccüd/14; Müslim, Salatu’l-Müsafirin/168-172, hadis no: 758; Ebu Davud, Sünnet/21, hadis no: 4733.)
Tanrı’nın “dünya göğüne inmesi”nin anlamı nedir?
Hattabi diyor ki: “Selef uleması (eski din bilirleri) ve fıkıh imamları bu tür açıklamaların sözlerinin olduğu gibi alınıp benimsenmesi, tevil yoluna gidilmemesi gerektiği görüşündedirler. Bilgilerinin bu tür açıklamaları kavramakta yetersiz olduğunu biliyorlar da ondan…”. (Bkz. Mea-limu’s-Sünne, Sünenü Ebi Davud’un hamişi, 4733 no.lu hadisin notu. c. 5., s. 101.)
Allah’ in Gökleri Elinde Tutması:
Hacc Suresinin 65. ayetinde, Allah’ın, “yerin üzerine düşmesin (ve insanları ezmesin) diye GÖĞÜ TUTTUĞU” anlatılıyor. Fatır Suresinin 41. ayetinde de, Allah’ın “yok olmasınlar diye GÖKLERLE YERİ TUTTUĞU” anlatılıyor. Bkz. “Gök”
Allah’ın “gökler”le “yer”i nasıl tuttuğuna ilişkin ayrıntılı bilgi, ne ayetlerde yer alıyor, ne de Peygamber anlatıyor. Ama Kıyamet gününü nasıl tutacağı ayrıntılı biçimde anlatılıyor.
“Kıyamette, Allah, Gökleri ve Yeri Parmaklarıyla Tutacak” :
“Allah”ın “parmak”ları, “GÖK”ler ve “YER”:
Kitap ehlinden bir adam bir yahudi din biliri,
-”Ey Ebe’l, Kasım (Peygamber)! Allah, gökleri bir parmağıyla, yerleri (yedi kat yeri) bir parmağıyla, ağacı ve toprağı bir parmağıyla, öteki yaratıkları da bir parmağıyla tutar ve Melik (hükümdar) Benim! der.”
Olayı, Peygamberin arkadaşlarından Abdullah ibn Mes’ud aktarmakta. Abdullah der ki: “-Peygamberin güldüğünü gördüm anlatılanlardan dolayı. Azı dişleri belirinceye dek gülmüştü Peygamber. Ve Peygamber ayetten ‘ve ma kadurellahe hakke kadrihi’yi (Allah’ı yeterince takdir edemediler) (Hacc: 74, Zümer: 67) okumaya başladı.” (Bkz. Müslim, Kitabu Sıfati’l-Münafıkın/21 c.3., s. 2147, hadis no: 2786; Tirmizi, Tefsir / 41, c. 5.,, s. 371, hadis no: 3238.)
Hadisin yukarıdaki biçiminde, Allah’ın gökleri, yeri ve öteki yaratıkları parmağıyla tutmasından sözedilirken zamanı belirtmiyor. Ancak, yine Müslim’de, Buhari’de ve öteki hadis kitaplarında yer alan bir başka biçimde zaman belirtiliyor Kıyamet günü. Peygamberin gülüşünün, yahudinin sözlerini onaylar nitelikte olduğu da açıklanıyor. Yani Peygamber, yahudinin yukarıda sunulan anlamdaki sözlerini dinledikten sonra:
“-Doğrudur!” deyip onaylamış oluyordu. (Bkz. Buhari, Tevhid/19,26, 36, Tefsir/39-2; Müslim, Kitabu Sıfati’l-Münûfıkin / 19, hadis no: 2786.)
Hadisin Tirmizi’de yer alan biçimine de, Allah (Kıyamet günü) evreni parmaklarında şöyle tutacak:
Beş parmaktan:
-Birinci parmakta: Gökler
-İkinci parmakta: Yer
-Üçüncü parmakta: Sular
-Dördüncü parmakta: Dağlar
-Beşinci parmakta: Öteki yaratıklar.
Hadisi aktaranlardan Muhammed İbn Salt, anlatırken önce küçük parmağını gösteriyor. Sonra sırasıyla baş parmağa kadar geliyor. Yani, Allah’ın gökleri yeri, suları, dağları ve öteki yaratıkları beş parmağında nasıl tutacağını öyle gösteriyor. Daha doğrusu nasıl anlatıldığını öyle aktarıyor. (Bkz. Tirmizi, Tefsir 41, c. 5., s. 371, hadis no: 3240.)
Buhari’de, Müslim’de ve Tirmizi’de bu hadis, Zümer Suresinin 67. ayetinin tefsiri olarak yer almakta. Bu ayetin başından bir parça yukarıda sunulmuştu. Tamamının anlamı şöyledir:
“-Onlar Allah’ı yeterince bilip değerlendiremediler. Bütün yeryüzü, Kıyamet günü, O’nun avucundadır. Gökler de O’nun sağ elinde durulmuş olacaktır. Subhan’dır. (Yüce’dir) O. Onların ortak koşmalarından da münezzehtir.” (Zümer: 67.)
“Gizli Hazineyken…”
Allah, Peygamberin diliyle anlatıyor:
-”Bilinmeyen bir hazineydim bilinmek istedim; o nedenle yaratıkları yarattım. Kendimi tanıttım ve beni tanıdılar.”
Özellikle gizemciler kesiminde çok ünlü bir hadistir. Ama İbn Teymiyye, “-Bu hadisin ne sağlam, ne de zayıf bir senedi bulunduğunu biliyorum” diyor. Zerkeşi, Hafız ibn Hacer, Süyûti ve başkaları da benzer şeyi söylüyorlar ve hadisin “sened”inin bulunmadığını yazıyorlar. Ali el Kari ise; sözlerinin hadis olmadığını, ama anlamının doğru olduğunu ve Zariyat Suresinin 56. ayetinin anlattığına uyduğunu (bu ayetin anlamı: “cinleri ve insanları, beni tanısınlar, bana kulluk etsinler diye yarattım”) yazar. (Bkz. İbnü’l-Cevzi, Keşfu’1-Hafa, c. 2., s. 173, Beyrut, 1985 hadis no: 2016; Ali el Kari, el Mesnu, Beyrut, 1984, s. 141, hadis no: 232.)
“O’nun Kendine Sığınmak”:
Korkulacak durumlar karşısında Peygamberin şöyle dediği bildirilir:
-”Eûzü bi vechike = Senin ‘Vechine’ sığınırım!” (Örneğin bkz. Buhari, Tefsir/6-2, i’tisam/11, Tevhid / 16-45; Tirmizi/7, hadis no: 3065.)
“Vech”, sözlük anlamıyla “yüz” demekse de, Allah için “yüz”ü uygun bulmayan yorumcular gerek Kur’an’da, gerek hadislerde yer alan kimi “vech”lere, “ZAT’ diye anlam verirler. “Kendi” demek. Buna göre, Peygamber sığınırken şöyle demiş oluyor:
-”Allah’ım, bu tür kötü durumlardan Senin Kendine sığınırım!”
“Allah” ın Kendi Üzerinde Düşünmek”:
-”Allah’ın yaratıktarı üzerinde düşünün, ama Kendi üzerinde düşünmeyin!”
Peygamber böyle bir şey söylemiş midir?
Kimilerine göre: “-Evet!” Kimileri de Peygamberin kendisinin değil de, arkadaşlarının böyle söylediklerini aktarırlar. Ama genel olarak “hadis” olarak biliniyor. Bir aktarılışa göre: Peygamberin bir gün arkadaşlarından bir kesimin yanına çıkar. Bakar ki, Tanrı’nın yaratıkları üstüne bir düşünceye dalmışlar. O zaman Peygamber şöyle konuşur:
“Allah’ın yaratıkları üstüne düşünün. Ama Allah’ın kendisi üstüne düşünmeyin. (Kafa yormayın.) Çünkü Rabbimiz bir MELEK yaratmıştır ki, ayaklan yedi kat yere ulaşmış başı da en üst göğü geçmiş durumda, iki ayaklarıyla topukları arasında, 600 yıllık uzaklık var. iki topuklarıyla ayak altı çukurları arasında uzaklık da bir o kadar. Yaratan (Allah), elbette ki daha büyüktür. (Onun için kafa yormayı bırakın.)”
-İbnü’l-Cevzi diyor ki, “bu hadisin senetleri zayıftır. Ama hepsi bi-raraya geldiğinde güç kazanıyor. Hadisin anlamı doğrudur.” (Bkz. Keşfu’1-Hafa, cb 1., s. 371-372.)
B- Allah’ın “Sıfat”ları:
Anlamı:
(Diyanet’in)
O, görüleni de görülmeyeni de bilen, kendisinden başka Tanrı olmayan Allah’tır. O, Acıyıcı olandır (Rahman), Acıyan’dır. (Rahim). O, kendisinden başka Tanrı olmayan, Hükümran (Melik) çok kutsal (Kuddûs), esenlik veren (Selam), güvenlik veren (Mü’min), Görüp Gözeten (Müheymin), Güçlü (Aziz), buyruğunu her şeye geçiren (Cebbar), Ulu olan (Mütekebbir) Allah’tır. Allah, putperestlerin koştukları eşlerden münezzehtir. O, Vareden (Halik), güzel yaratan (Bari), yarattıklarına şekil veren (Müsavvir), en güzel adlar (el esmaul’husna) kendisinin olan Allah’tır. Göklerde ve yerde olanlar, O’nu teşbih ederler. O, güçlüdür (Aziz), Hakim’dir (Hikmetli). (Haşr Suresi, ayet: 22-24.)
Açıklama:
Yukarıdaki ayetlerde, “En Güzel Adlar” demek olan “El Esmau’l-Hüsna”dan kimileri yer alıyor. Bunlar Allah’ın “sıfatları”dırlar da. Sayısı değişik olarak ileri sürülür. Sağlam kabul edilen hadis kitaplarında yer alan bu hadiste, bunların sayısının “99″ olduğu ve bunları sayanların “cennete girecekleri” belirtiliyor. (Bkz. Buhari, Tevhid/12, Şurûd/68; Müslim, Zikir/5,6; Tirmizi, Deavat/82; İbn Mace, Dua: 10.)
Yukarıda yer alan “Rahman”, hadiste Tirmizi’deki biçiminde, 2., “Rahim” 3., “Melik (mülk sahibi,hükümdar, kral)” 4., “Kuddûs (çok kutsal” 5., “Selam” 6., “Mü’min (güvenlik veren) 7., “Müheymin (kimine göre ‘mü’min’in değişmiş biçimi, kimine göre ‘Sadık’, ‘Koruyan’, Görüp Gözeten’ anlamında)” 8.,”Aziz (Güçlü)” 9., “Cebbar (buyruğunu her şeye geçiren, çok zorlayıcı)” 10., “Mütekebbir (Ulu, büyüklük gösteren)” 11., “Halik (Yaratıcı)” 12., “Bari (Yaratıcı)” 13., “Müsavvir (biçim veren)” 14., “Hakim (Hikmetli)” 47. ad (sıfat) olarak almakta. Bu “ad”lardan (sıfatlardan) kimi, Kur’an’da yalnızca bir kez geçer: “Müheymin” gibi. (Bu sıfat, Maide Suresinin 48. ayetinde de geçer, ama Allah’ın sıfatı olarak değil, ‘Kitab’ın sıfatı olarak…) Kimi yalnızca iki kez geçer. “Kuddûs” gibi. (Yukarıda, bir de, Cum’a Suresi’nin 1. ayetinde.) Kimi biraz daha çok, kimiyse pek çok kez geçer; Örneğin “Rahmen” 57, “Rahim” 113 kez geçmekte. Yukarıdaki ayetlerde yer almayan ve Kur’an’da pek çok geçen sıfatlar da var: “Alim” gibi. “Bilen” anlamındadır ve 161 kez geçer. “Semi” gibi. “işiten” anlamındadır ve 46 kez geçer. “Basir” gibi. “Gören” anlamındadır ve 51 kez geçer. “Ad”lar (sıfatlar) için bkz. “Ad”, “Sıfat”.
Turan Dursun, “Allah”
Bölüm IV: Kur’an ve Hadislerde “Allah”