PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Tanrının yokluğunu neyle dolduruyoruz?


metinietzsche
10-06-2012, 14:34
Tanrının yokluğunu neyle dolduruyoruz?

Tanrı'dan vazgeçmek, Tanrıya inananlara bir boşluk hissi verecekse;

Veya İslam'dan, Kur'an-ı Kerim'den vazgeçmek, müslümanları boşluğa düşmüş hissi verecekse eğer;

İnsanoğlu boşluğu doldurmaya meyilli bir varlıksa;

Sigara, anti-depresan, alkol gibi bağımlılıklardan kurtulmak için;

'Bir alışkanlığı, başka bir alışkanlık alteder' diye bir kural varsa eğer;

Tanrı'dan yada İslam'dan vazgeçip neye yöneldik?

Hangi alışkanlık, hangi tutunak, hangi dala sığındık?

Kendimizi sürüklenmenin akışına mı bıraktık, boşluğu mu kabullendik?

Neye adadık kendimizi, hiçbir şeye adanmadıysak eğer;

Kendimize mi, bilime mi, insanlığa mı, hakikate mi, özgürlüğe mi bağlandık?

Tanrısızlık bir boşluk mudur, yada Kur'ansızlık?

Ya evrim teorisi de saçma ve yalansa?

Yerine inanmaya başladığınız gerçekler, bir gün çökmeye başlarsa eğer;

Bir önyargıyı, başka bir önyargıyla altetmeye çalışıyorsak eğer;

Bilimin sonunda ne olacak biliyor muyuz?

Yada özgürlüğün sonunda?

(Nietzsche belki de bundan bahsediyordu...

Tanrıyı öldürdük ve bu bize büyük sorumluluk yüklüyor,

Karanlığa yenilmemek için bir yol bulmalı... gibisinden)

Düşüncelerinizi merak ediyorum,

boşlukları nasıl doldurduğunuzu yada

bu boşlukta sürüklenmeyi nasıl kabullenebildiğinizi?

Tanrı'dan kurtulanlar, İslam'dan kurtulanlar, Araf'ta olanlar ve

İslam'a (ve diğer dinlere) inandığı halde, bazı kafa karışıklığı olup da itiraf edemeyenleredir sorularım...

Saygılarımla

bozok6666
10-06-2012, 15:49
Zihinlerde varolan boşlukları şeytanın yardımıyla nefsimiz dolduracaktır neyle dolduracağız diye düşünmeye gerek yok.

metinietzsche
10-06-2012, 15:55
Zihinlerde varolan boşlukları şeytanın yardımıyla nefsimiz dolduracaktır neyle dolduracağız diye düşünmeye gerek yok.

Şeytan kimdir sayın bozok6666,

Şeytan'ın varlığı gerekli midir, yoksa bu soruyu bana şeytan mı sorduruyor?

bozok6666
10-06-2012, 16:07
Herşeyi kendimiz yapıyoruz aklımızı vicdanımızı geri plana attığımızda nefsimiz bize neyi güzel gösterirse ona inanıyoruz ,şeytan sadece bizi kışkırtan kötü bir rehber rolünde şeytan olmasa herkes iyi olurdu heralde ozaman imtahanın anlmı olmazdı iyinin yanında kötüde olmalı doğru yanlış gibi.

metinietzsche
10-06-2012, 16:12
Herşeyi kendimiz yapıyoruz aklımızı vicdanımızı geri plana attığımızda nefsimiz bize neyi güzel gösterirse ona inanıyoruz ,şeytan sadece bizi kışkırtan kötü bir rehber rolünde.

Şeytan içimizde mi yoksa dışımızda mı? Nefs, şeytan mıdır? Şeytan ayrı bir varlık mıdır? Secde etmeyen bir melek değil miydi şeytan sayın bozok6666, Allah tarafından kıyamet gününe kadar bizi baştan çıkarabilmesine imkan tanınmış değil midir şeytana? Pekiyi, melekler de bizi doğru yola sevketmeye çalışıyor mudur?

ereninthenature
10-06-2012, 16:18
Tanrının yokluğunu neyle dolduruyoruz?

Tanrı'dan vazgeçmek, Tanrıya inananlara bir boşluk hissi verecekse;

Veya İslam'dan, Kur'an-ı Kerim'den vazgeçmek, müslümanları boşluğa düşmüş hissi verecekse eğer;

İnsanoğlu boşluğu doldurmaya meyilli bir varlıksa;

Sigara, anti-depresan, alkol gibi bağımlılıklardan kurtulmak için;

'Bir alışkanlığı, başka bir alışkanlık alteder' diye bir kural varsa eğer;

Tanrı'dan yada İslam'dan vazgeçip neye yöneldik?

Essegin ustunden yuku indirince kimi essek bosta hisseder kendini yuklenecek biseyler arar, ya da oyle diyorlar bilmiyorum.Ben bunca yil iyi esseklik yapmisim dedim, iyi hamallik yapmisim bu kokusmus fikirleri sirtimda tasiyip, savundugum icin.Atttigim gun rahatladim, bir daha esseklik yapmak gibi bir planim yok.

Hangi alışkanlık, hangi tutunak, hangi dala sığındık?

Kendimizi sürüklenmenin akışına mı bıraktık, boşluğu mu kabullendik?

Neye adadık kendimizi, hiçbir şeye adanmadıysak eğer;

Kendimize mi, bilime mi, insanlığa mı, hakikate mi, özgürlüğe mi bağlandık?

Anlamsiz, devrik cumleleri anlamaya adadik kendimizi.:D

Tanrısızlık bir boşluk mudur, yada Kur'ansızlık?

Valla tanrisizligi, kuransizligi bilmiyorumda Game of Throns'un kitabinin eksikligi buyuk bosluk yaratiyor be kardes.Dizi bitti isin yoksa 1 yil bekle 3. sezonu, kitabinada 40 lira cekiyolar, ebook seklinde okumakta istemiyorum.offfffff offfff.

Ya evrim teorisi de saçma ve yalansa?

Bak kendimizi boyle sorular sormayacak kadar yetistirebiliriz kendimizi, buna adanabiliriz mesala.Dimi?:lol:

Yerine inanmaya başladığınız gerçekler, bir gün çökmeye başlarsa eğer;

O zaman onunda ateisti oluruz olm.Dert ettigin seye bak.Ateistligi inanmiyorum ben, a-ateistim ben deriz.

Bilimin sonunda ne olacak biliyor muyuz?

Ben bilmiyorum, spoiler verme bak cok kotu olur, banlattiririm seni, hacklerim hesabini...Ona gore.:mad2:

Düşüncelerinizi merak ediyorum,

boşlukları nasıl doldurduğunuzu yada

bu boşlukta sürüklenmeyi nasıl kabullenebildiğinizi?

Dedigim gibi essegin ustunden yukunu alirsan essek kendini boslukta hisseder.Kimi essekler anlayamazlar yuksuzlugun boslukta gezmek olmadigini.

metinietzsche
10-06-2012, 16:26
Hayat da bir yüktür kimileri için, yani dediğinize göre yaşamak da bir tür eşeklik olsa gerek sayın darkmasturbater ;

Evrim teorisi doğru, gerçek yada hakiki olmak zorunda mıdır?

Yaratılışı savunmuyorum elbet ama...

ozgur_beyin
10-06-2012, 16:27
ben yalancı yaprak dolmasıyla dolduruyorum.

metinietzsche
10-06-2012, 16:36
Afiyetle tüketin hayatı o halde sayın ozgur_beyin :)

ereninthenature
10-06-2012, 16:40
Hayat da bir yüktür kimileri için, yani dediğinize göre yaşamak da bir tür eşeklik olsa gerek sayın darkmasturbater ;

Evrim teorisi doğru, gerçek yada hakiki olmak zorunda mıdır?

Yaratılışı savunmuyorum elbet ama...

Yasamin essekligi yapilmaz, yasamiyorsan zaten esek bile olamazsin.Yasamak yuk geliyorsa, kolayi var; intihar et.Kimse intihar etti acaba icindeki boslugu neyle dolduruyor filan da demez, oh mis.:yuck:

Evrim dogru olmak zorunda degil de, ya dogrudur ya yanlistir be kardes.Ya oyleyse ya boyleyse demek sacma.

metinietzsche
10-06-2012, 16:57
Yani evrim teorisi doğruysa teorideki eksiklikleri yeni gelen bilgilerle bir şekilde doldurabiliriz; yok eğer yanlışsa, üzerinde tartışmaya bile gerek yok mu diyorsun sayın darkmasturbater,

oysa, kesinliklerimiz yada dogmalarımız, yeni soruların önünü tıkar.

Yaratılış teorisi bir yük idi, attık kurtulduk;

Evrim teorisi, özgür kılıyor mu diyorsunuz?

Bizi bu yaşamın içine çeken unsurlar bize sordu mu ki, yaşamayı biz seçtik mi ki;

Bilincimizi bu bedene hapseden evrenin şartlarından sorumlu muyuz?

Artık bir kez yaşam bilincine sahip olduktan sonra; isyan eden yok mudur,

neden bu şekilde yaşamak zorundayım, bu dünyada, bu bedende, bu şartlarda;

istemediğimiz, seçmediğimiz bir şey zamanla yük olmaya başlamaz mı?

İntihar kolay değil işte, bir kez yaşamış olduktan sonra;

üstelik ölümden sonra ne olacağı meçhul...

Bizi bu dünyaya, bu yaşama zorunlu kılan (mitolojik dilde konuşursak) tanrıların, oyuncağı, kuklası değil miyiz ve bu yükü inadına taşıyoruz, kendi kendimize de eğleniyoruz bazen...

sergenci
10-06-2012, 17:05
Herşeyi kendimiz yapıyoruz aklımızı vicdanımızı geri plana attığımızda nefsimiz bize neyi güzel gösterirse ona inanıyoruz ,şeytan sadece bizi kışkırtan kötü bir rehber rolünde şeytan olmasa herkes iyi olurdu heralde o zaman imtahanın anlamı olmazdı iyinin yanında kötüde olmalı doğru yanlış gibi.

sn.bozok6666, herkes iyi olurdu demişsin, fena olmazdı, aynı cennetteki inancınız gibi, ebediyen mutluluk sizi çok cezbetmiş. Allahın aptallığının ve Seytanın kurnazlığının bedelini çok ağır ödemek zorundamıyız, akıl dolu bir şeytan ve umursamaz bir allah. Gene şeytan girdi konuya, gene değişik şekillerde medet umuyorsun. Allah Şeytan, azrail, ölüm, yaşam, cennet, cehennem daha bir sürü hurafe, bunlara inanmadan yaşanılmazmı ve bunlar yaşamın olmazsa olmazlarındanmı. Geçmiş tarihlerdeki ve dinlerden bihaber insanlar ne güzel yaşayıp ölmüşler ve hepsi cennete gidecek, (islam böyle diyor kıvıramazsın) bizlerde o çağlarda yaşasaydık cennetliktik, peki bizim ne suçumuz var ki? O çağlarda yaşayıp ölenler sınava tabi değillermi direk cennete gidiyorlar ve biz sınava tabi tutuluyoruz, kazanamayan cehennem kazanan cennete, gene bir adaletsizlik. Sen sınavı kazanmak için çaba sarfet, o insanlar direk cennete. Şeytan onlardan uzak, bize yakınmı. Yaşamtımızı bu iki başrol oyuncusu ile doldurmak zorundamıyız ve siz doldurdunuz diye bizimde doldurmak mecburiyetimizmi var. Kitabınız mecbur kılıyor, siz her ne kadarda yok desenizde gerçek böyle, gene ister inan ister inanma deyip olayı sınav ve şeytana bağlayacaksın.

Esenkalın.

Antalya demin fena sallandı, mikail iş başındaydı, artçıları yollamaya devam ediyor.

bozok6666
10-06-2012, 18:33
Geçmiş tarihlerdeki ve dinlerden bihaber insanlar ne güzel yaşayıp ölmüşler ve hepsi cennete gidecek

Sende kıvırma payı bırak biraz :)

Adamın biri peygamberin olmadığı incilin unutulduğu dönemde diyelim yüzlerce kişiyi öldürsün çoluk çocuk demesin çalsın her haltı yesin ben mesul değilim desin bu mümkün değil belki bazı ibadetlerden sorumlu tutulmazlar ama onlarda yaptıklarının hesabını ahirette verecektir.

Mesele yine insan bir rehberin yardımı olmadan hayrı ve şerri ayırt edebilirmiye geliyor bunu daha öncede tartışmıştık bence hayrı ve şerri insan her çağda ayırt edebilir cinayet,tecavüz,hırsızllık şer olması gibi bu yetenek Allah tarafından insana verilmiş hz ibrahim kıssasında olduğu gibi bilmediği şeylerden sorumlu tutulamaz orucun hayr olması domuz etinin kötü olması gibi.

ate2012
10-06-2012, 18:37
Tanrının yokluğunu neyle dolduruyoruz?
Nötrinoların verdiği bilim dersi / İsmet BERKAN
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/20729715.asp

Bu köşe yazısını sonuna kadar oku istersen.

Tanrıdan vazgeçmek eşittir ateism demek değildir. Ateizm bir evren ve yaşam algısıdır; insanın bu algı ile yaşama tutunma çabasıdır.

İnsanlar bilinmeyeni bilinmeyenle örtmeye çalıştığında ateizm karşıtı inanışlar boy salar; bilinmeyeni bilinmeyen olarak kabul etmenin yanında, araştırma, öğrenme ve kendini gerçekleştirme çabası ve cesareti ise ateizmin düşünce ve duygu iklimini yaratır. Aslında bir çeşit oyundur bu ve oyundan kaçanlara inat oynanan bir yaşam oyunu.

Hangisi boşluk yaratır sizce. Bilinmeyeni bir başka bilinmeyenle örtme çabası mı; yoksa, yukarıda söz ettiğim ateizmin düşünce ve duygu iklimi mi?

Her şeyi bilmek zorunda değiliz. Her birey ise, kendi çapında bilir. Burada doğrulanması gereken şey evrrende bulunduğumuz zaman ve mekan kordinatlarında, içerisinde bulunduğumuz aydınlığı doğru değerlendirmek ve adımlarımızı sağlam atmak için bir takım yol ve yöntemlerle bilime olan bağlılıktır.
Sanat, bilinmeyeni ve bilineni olumlarken, yaşamı hayallerimizle daha renkli ve insancıl hale getirmek için bize, bilimin yanında, benimsememiz gereken ikinci bir kapı aralar. Gelecek ile ilgili hayaller ancak geçmişle ilgili birikimlerin üzerinde kurgulanabilir. Tarihle ilgili her türlü geçmiş ise, artık bilimin olduğu kadar sanatında ilgi alanında yer alır ve geleceğimize, sanatın, sanatçının veya sanat eserinin gözünden yeni ve farklı pencereler aralayarak, boşlukları kapatarak veya yeni boşluklar açarak yön verir.

Burada düşünülmesi gereken bir başka nokta ise uzağa veya bilinmeyene bakabilme cesaretidir. Uzağa bakabilme ve bilinenin gerisini merak etme ve sorgulama cesareti insanlarda ateizm benzeri düşüncelerin oluşmasına yardımcı olurken; yakına bakabilen, uzağı gözlerine indirdikleri perde ile kendilerine yasak eden ateist karşıtı insanların düştükleri ikilemdir. Bu ikilem, asıl boşluk yaratandır ve soruyu tersine çevirerek, "Bir bilinmeyeni/boşluğu nasıl olurda bir başka bilinmeyenle/boşlukla kapatır insan" diye, sormayı gerektirir.

Sesli
10-06-2012, 18:58
Tanrı ve din denilen ayrı, ayrı olgulardır. Bunlardan birinin diğeriyle ilgili olduğunu sanmak yerine, önce kavramların farkında olacağız ki boşluk diye ifadeye çalıştıklarımız ile dolu sandıklarımız arasındaki farkı anlayabilelim.

Önce küçük bir soru ; BEN dediğimiz kim? Ya da BEN diye bir gerçek var mı? BEN bir boşluktan başka nedir? BEN denilen bir yanılgı mı?

Önce bu gibi önemli kavramları açıklayabilmeliyiz ki TANRI nedir bilmiş olalım. Her tanrısız olanı, dinsiz sanmak da bilgiden yoksunluk olmuyor mu?

FARKINDALIK / FARKINDALIK / FARKINDALIK

metinietzsche
10-06-2012, 19:58
Tanrı'dan vazgeçmek ateizmdir demediğim halde... Neyin boşluk yarattığından bahsedilmiş. Asıl soru olan boşluğu neyle dolduracağımız...

Tanrı ile din aynı olgu olduğundan da bahsetmedim hiç... Kavramların farkında olmadığım için değil, asıl soruyu hep görmezden geliyoruz arkadaşlar...

Eminim ki, asıl soruya odaklandığınızda, müslümanlıktan ayrılmanın oluşturduğu boşluğu, başka bir hayat tarzıyla doldurmaya çalıştığınızın farkında olacaksınız. Ben de bu hayat tarzını, düşünce anlayışını sordum zaten.

Soru belki de, müslümanları daha çok ilgilendiriyordu, onları nasıl sorgulayıcı bir tartışma içerisine çekebiliriz'in cevabını arıyordum. Lakin, üzülerek söylemeliyim, önyargıları müslüman olmayan arkadaşlarda da sıklıkla görüyorum.

Saygılarımla

ate2012
10-06-2012, 20:56
Tanrı'dan vazgeçmek ateizmdir demediğim halde... Neyin boşluk yarattığından bahsedilmiş. Asıl soru olan boşluğu neyle dolduracağımız...

Tanrı ile din aynı olgu olduğundan da bahsetmedim hiç... Kavramların farkında olmadığım için değil, asıl soruyu hep görmezden geliyoruz arkadaşlar...

Eminim ki, asıl soruya odaklandığınızda, müslümanlıktan ayrılmanın oluşturduğu boşluğu, başka bir hayat tarzıyla doldurmaya çalıştığınızın farkında olacaksınız. Ben de bu hayat tarzını, düşünce anlayışını sordum zaten.

Soru belki de, müslümanları daha çok ilgilendiriyordu, onları nasıl sorgulayıcı bir tartışma içerisine çekebiliriz'in cevabını arıyordum. Lakin, üzülerek söylemeliyim, önyargıları müslüman olmayan arkadaşlarda da sıklıkla görüyorum.
Saygılarımla

Ben de, siz öyle söylediniz diye, "Tanrıdan vazgeçmek eşittir ateism demek değildir" demiyorum. Konuya, kişinin ateist olması için sadece, tanrıdan vazgeçmesinin yeterli olmayacağını belirtmek istedim.

Elbette, tanrıyı reddederek tanrıdan uzaklaşmak ateist olmak için bir ön koşul olabilir. Ama bunun bir boşluk yaratacağı konusunda, sizinle aynı fikiri taşımıyorum.
Daha çok bireyin kendi yaşamını anlamlandırmak için geçmişte ileri sürdüğü/sürülen şeylerin toplamının bir sonucudur, kişinin bu eski hali. Bütün bunlardan vazgeçmek aslında kişinin kendi geçmişinden vazgeçmesi anlamı taşır. Bunun yerine, kişinin, nasıl bir gelecek hayali olmalı sorunsalı ile bireyin hiçlik duygusunu yaşaması ve bu sorunsalın üstesinden gelmesi farklı şeyler.

Aslında boşluk denilen bir şey yoktur. Yarıya kadar su dolu bir bardağın içerisinde boşluk yoktur. Boş olduğunu düşündüğümüz kısımda hava vardır.
Bu hava kişiyi rahatsız ediyorsa kişi, geri kalan ömründe kendini tanıyrarak ve yapmak istediklerini yapıp bardağı istediği şey ile doldurabilir. İsterse suyu boşaltıp yerine, her türlü baharattan istediği miktarda doldurabilir. Ya da, sadece elindeki şeylerle mutlu olmanın yollarını deneyebilir. Yukarıdaki yazımda ise, sanatı ve bilimi önerdim; kişi, bu sürece, ister tüketici olarak, isterse üretici olarak katılır ya da katılmaz. Bardaktaki bir miktar hava kişiye mutluluk veriyorsa, öyle bırakmasında da bence bir sakınca yok.

Hiçlik duygusuna kapılmak ve yaşamı olumsuzlamak başka bir şey, boşluk dediğimiz başka bir şey.

metinietzsche
10-06-2012, 21:02
Kavramlara bu kadar değer atfetmeyi anlayabilirim, lakin konuyu değiştirmeme çabasındayım. O nedenle bu kavramları başka bir başlıkta tartışmayı yeğlerim.

Nasıl algılamak isterseniz öyle algılayın, madem hiçlik duygusuna kapılmak olarak algılamayı seçtiniz. Peki, müslümanlık sonrası hiçlik duygularınızı nasıl aştınız? Böyle sormalıyım sanırım.

sergenci
10-06-2012, 21:17
Sende kıvırma payı bırak biraz :)

Adamın biri peygamberin olmadığı incilin unutulduğu dönemde diyelim yüzlerce kişiyi öldürsün çoluk çocuk demesin çalsın her haltı yesin ben mesul değilim desin bu mümkün değil belki bazı ibadetlerden sorumlu tutulmazlar ama onlarda yaptıklarının hesabını ahirette verecektir.

Mesele yine insan bir rehberin yardımı olmadan hayrı ve şerri ayırt edebilirmiye geliyor bunu daha öncede tartışmıştık bence hayrı ve şerri insan her çağda ayırt edebilir cinayet,tecavüz,hırsızllık şer olması gibi bu yetenek Allah tarafından insana verilmiş hz ibrahim kıssasında olduğu gibi bilmediği şeylerden sorumlu tutulamaz orucun hayr olması domuz etinin kötü olması gibi.

Değerli arkadaşım,

ben seni anlıyorum, peki o dediğin devirlerde yaşayan insanlar benden çok şanslı demektir. Cehenneme girip hesaplarını ödedikten sonra ohh cenneti ala, peki ben ne yapacağım daimi fokurdayan beynim ve her türlü yanma usulleri ile cehennemde ebediyen taksirat çek dur, asker karavanası gibi hiç durmadan kaynıyacağım.

Ben insan öldüren katil ve hırsız veya her türlü kötülüğü yapanları kastetmiyorum, onların haricindeki iyi insanlardan bahsediyorum. Böyle insanlar haricindeki insanlar cennete gidecekler ve bu şanslı insanlar gibi bizler de olamazmıydık, bizim taksiratımız niye cehennem olsun demek istiyorum.

Bu olayı adaletli olduğunu söylediğiniz bir allaha siz yakıştırabilirsiniz, ben yakıştıramadığım için zaten kafir oldum ya.

Burada ince bir noktaya değinmiş sin galiba bunu da tartışmıştık seninle, diyorsun ki bir adam yüzlerce kişiyi öldürsün cehennemde bir kişiyide öldürsün cehennemde, peki bir kişi örnek olarak Adolf Hitler (fakat, yahudiler hak etmişlerdi deme) diyelim ki bu adam yüzünden 5 milyon insan vahşice katledildi, ve islam da derki insan öldüren cehennemliktir. Peki bir kişide öldürsen cehennemliksin 5 milyon insanı da katlet sen cehennemliksin peki bunun bir değer ölçüsü varmı yokmu.

Bir kişide öldür yanacaksın 5 milyonda öldür yanacaksın, bu ölçü yanış ve şiddetini yükselten azapmı olacak yoksa başka bir şekilde değer ölçüsü varmı sizce, bunu cevaplayın.

Esenkalın.

metinietzsche
10-06-2012, 21:20
Nietzsche'nin bu konudaki düşüncesi:

O deliyi duymadınız mı: tanla kalkan, fener yakıp pazar yerine koşan, durmadan bağıran: ''Tanrıyı arıyorum! Tanrıyı arıyorum!'' Tanrıya inanmayan bir nice kimse vardır o sıra, bir gülüşmedir kopar. Biri: Ne, yitirmiş mi? der. Çocuk gibi yolunu mu yitirmiş? der bir başkası. Yoksa saklanıyor mu? Korkuyor mu bizden? Yolculuğa mı çıkmış? Göçmüş mü yoksa? Bu düzen üzere bağrışırlar, gülüşürler. Deli ortalarına dalar, onları bakışlarıyla deler.

Yazının tamamı için:

http://nietzsche-hakkinda-hersey.blogspot.com/2008/07/zerdtn-giri-blm.html

ate2012
10-06-2012, 21:25
Kavramlara bu kadar değer atfetmeyi anlayabilirim, lakin konuyu değiştirmeme çabasındayım. O nedenle bu kavramları başka bir başlıkta tartışmayı yeğlerim.

Nasıl algılamak isterseniz öyle algılayın, madem hiçlik duygusuna kapılmak olarak algılamayı seçtiniz. Peki, müslümanlık sonrası hiçlik duygularınızı nasıl aştınız? Böyle sormalıyım sanırım.

Hiç inanmadım. Hiç de hiçlik duygusuna kapılmadım. Her inançlı kişi inanmamayı seçtiğinde hiçlik duygusuna kapılacak diye bir şey yok. Gördüğüm kadarı ile, bir çok insan bu durumda daha da rahatlıyor, kendini çok daha özgür hissediyor. Elindeki kartlarla istediği oyunu oynayabilir kişi.

Her insan, çeşitli değerler taşır; bunlar kişiden kişiye öncelik veya sonralık taşır. İnançlı olmayı bıraktığı zaman bu değerler yer ve anlam değiştirebilir. Sanırım önemli olan şey, bunun farkının bilincinde olmak. Yoksa, hepimizin yaşamı öyle ya da böyle bir. Fazlaca bir farkı yok, anlayacağınız. Örneğin gezmeyi seven bir teist ile gezmeyi seven bir ateist gezmek konusunda nasıl bir fark taşıyabilir ki? Sevmenin vermekten geçtiğini düşünen bir teistle aynı şekilde düşünen bir ateist arasında sevmek konusunda nasıl bir fark düşünülebilir ki?
Farkımız, birey olmakla kul olmak arasında; doğmalara inanmakla inanmamak arasında; kendi doğrularını bulmaya çalışmak ile çalışmamak arasında gidip geliyor. Sanırım durum bundan ibaret, gerisi ise psikolojik bir rahatsızlık.
Bu hiçlik duygusunu aşmak için ise, kişinin aradığı noktanın başka bir yerde değilde kendi içerisinde bulunduğunu kişiye dikte etmek veya kişinin kendisine bunu telkin etmesi gerekir veya bir süreliğine farklı bakış açıları ile hayatı yaşamayı öğrenmesi gerekiyor. Sonuçta her şey kişinin kendi seçimi veya kabülüne dayanıyor.

metinietzsche
10-06-2012, 21:35
Hiç inanmadım. Hiç de hiçlik duygusuna kapılmadım. Her inançlı kişi inanmamayı seçtiğinde hiçlik duygusuna kapılacak diye bir şey yok. Gördüğüm kadarı ile, bir çok insan bu durumda daha da rahatlıyor, kendini çok daha özgür hissediyor. Elindeki kartlarla istediği oyunu oynayabilir kişi.

Her insan, çeşitli değerler taşır; bunlar kişiden kişiye öncelik veya sonralık taşır. İnançlı olmayı bıraktığı zaman bu değerler yer ve anlam değiştirebilir. Sanırım önemli olan şey, bunun farkının bilincinde olmak. Yoksa, hepimizin yaşamı öyle ya da böyle bir. Fazlaca bir farkı yok, anlayacağınız. Örneğin gezmeyi seven bir teist ile gezmeyi seven bir ateist gezmek konusunda nasıl bir fark taşıyabilir ki? Sevmenin vermekten geçtiğini düşünen bir teistle aynı şekilde düşünen bir ateist arasında sevmek konusunda nasıl bir fark düşünülebilir ki?
Farkımız, birey olmakla kul olmak arasında; doğmalara inanmakla inanmamak arasında; kendi doğrularını bulmaya çalışmak ile çalışmamak arasında gidip geliyor. Sanırım durum bundan ibaret, gerisi ise psikolojik bir rahatsızlık.
Bu hiçlik duygusunu aşmak için ise, kişinin aradığı noktanın başka bir yerde değilde kendi içerisinde bulunduğunu kişiye dikte etmek veya kişinin kendisine bunu telkin etmesi gerekir veya bir süreliğine farklı bakış açıları ile hayatı yaşamayı öğrenmesi gerekiyor. Sonuçta her şey kişinin kendi seçimi veya kabülüne dayanıyor.


Aradığım cevap türü de buydu işte; teşekkür ederim sayın ate2012,
fikirleriniz çok değerli ve bireysel özgürlüğü yüceltici..

Peki, bir şey daha sormak istiyorum sayın ate2012: Bahsettiğiniz farkları aşıp, toplumsal bir özgürlüğe nasıl varabiliriz? Bireyler olarak, kulların hakkından nasıl gelebiliriz? Dogmatizme karşı nasıl hareket etmeliyiz? Kendi doğrumuzu bulmamızı engelleyen otoriterliği nasıl alt edebiliriz? Her şeyin kendi seçimimiz veya kabulümüz olması yeterince adil, lakin özgürlüğün sınırları yok mudur yada bencilliğin? Sizce toplumsal özgürlük mümkün müdür, mümkünse nasıl olabilir?

Neva
10-06-2012, 22:04
Eminim ki, asıl soruya odaklandığınızda, müslümanlıktan ayrılmanın oluşturduğu boşluğu, başka bir hayat tarzıyla doldurmaya çalıştığınızın farkında olacaksınız. Ben de bu hayat tarzını, düşünce anlayışını sordum zaten.



Sayin metinietzsche;

Muslumanliktan, hristiyanliktan veya musevilik'ten, hinduzim'den, budizm'den, janizm'den vs. ayrilmis olmak aslinda bir bosluk yaratmiyor. Cunku bunlari attiginizda, hayatinizi atmis olmuyorsunuz. Hayat yine devam ediyor.

Inancliyken ictiginiz bir bardak su ile, inancsizken ictiginiz bir bardak su arasinda hicbir fark yok.

Aslinda bir parca da eglenceli oldugunu soylemekte fayda var. Ilk stepi astiktan sonra, eglenceli gelmeye basliyor.

Zira, gercekten ateizm'e giden surec, oyle hemen hop diye yakalanabilen bir surec degil. Cesit cesit tanri/tanrilar ve buna iliskin dinler var. Yani oyle aksamdan tanriya inancli bir dindar olarak yatip, sabaha "hoppa inancsiz oldum" gibi bir surec yok maalesef.

Bu surecleri step step asip, inancsizliga ulasmissaniz sayet, doldurulmasi gereken hiclik, bosluk vs. kavramlar soz konusu olmuyor.

Sonucta toplumdan izole edilmis sekilde yasamadigimizdan, yine guncel paylasimlar devam ediyor bir sekilde. Aslinda inanmamayi sectiginizde, etrafinizda sandiginizdan cok daha fazla insanla bir sekilde kaynasiyorsunuz.
(Tabi bu birazda icinde yasanilan kulture gore degiskenlik gosteriyor.)

Ondan oncesinde pek bunu yapabildiginiz soylenemez, zira yerlesik dinsel ogretiler ve onlarin potansiyel onyargilari rahat birakmiyor.


Nasil ki; bir teist ile bir ateist kesinlikle evlenemez diye bir kural yoksa, bu durum da onun aynisi gibi birsey.

Inanmayis, tanridan veya dinlerden ziyade, oncelikle "insan" kartinizi ortaya koymak gibi birsey.

Yani once insanim, sonra filanca filancayim seklinde.

yucemanitu
10-06-2012, 22:27
Önceleri Allah'a inanırdım, hatta dindardım ama inanmayı bıraktım diye bir eksiklik ya da boşluk hissetmiyorum. Bence çok fazla kişi de hissetmiyordur.

ate2012
10-06-2012, 22:31
Aradığım cevap türü de buydu işte; teşekkür ederim sayın ate2012,
fikirleriniz çok değerli ve bireysel özgürlüğü yüceltici..
-:wave:O kadar koltuklarım kabardı ki koltuğumdan düşüyorum arkadaş.:smow:
-Teşekkür ederim.

Peki, bir şey daha sormak istiyorum sayın ate2012: Bahsettiğiniz farkları aşıp, toplumsal bir özgürlüğe nasıl varabiliriz? Bireyler olarak, kulların hakkından nasıl gelebiliriz? Dogmatizme karşı nasıl hareket etmeliyiz? Kendi doğrumuzu bulmamızı engelleyen otoriterliği nasıl alt edebiliriz? Her şeyin kendi seçimimiz veya kabulümüz olması yeterince adil, lakin özgürlüğün sınırları yok mudur yada bencilliğin? Sizce toplumsal özgürlük mümkün müdür, mümkünse nasıl olabilir?

-Burada soru çok ama yanıtım yeterince sağlıklı olmayabilir. Soruların kapsamının beni aştığını söylemekte gerekir diye düşünüyorum, başlangıçta.

-Soruların toplamından anladığım bir imgeye dayalı olarak yanıt vermeye çalışayım.
-Anayasal ve laik toplumsal düzenin bir köşesinden tutup sündürmeye çalışan bir takım düşünce savunucuları hep bana hep bana diyebilir. Kaşının ortasına iki yumruk birden yiyebilir. Tabi bu işin espirisi.
Elbette özgürlüklerin sınırları vardır ve bu sınırları belirleyen demokratik, anayasal ve laik düzendir. Bu düzenin işler kılınması için empati yapmak ve hayata o şekilde yaklaşmak temel ilke olmalıdır. Çoğunluğu ele geçiren iktidarların halkın tamamının iktidarı olduğu bilincini unutmaması ancak farklılıklara ben babayım senin için en doğru kararları ben veririm veya sen büyüyüp iktidar oluncaya kadar benim kararlarımla sevsen de sevmesen de yaşamak zorundasın demenin yanlışlığının farkında olmak gerekir. Aksi halde bildiğini okuyan iktidarlar ile toplumsal barışı yakalamak imkansızdır. Nefret binyıllar boyu sürebilir. Kin tarafların birbirini yok etmesi ile sonuçlanabilir. Her şeyden önemlisi, gelecek nesiller bugünün uygulamalarından gelmeyecek nesiller haline dönüşerek herkesin istemediği bir sonuca dönüşebilir.
Toplum her şeyden önce birdir. Bir amaç yükü taşır. Birbirinin toplamda varlığına bütünü ile saygı duymayı gerektirir. Değiştirmeyi değil ama geliştirmeyi; sömürmeyi değil ama paylaşmayı esas alır bir düşünce ile topluma ve insanlarına bakmanın önemi, bence, çok büyüktür.
Anlamaya çalışmak ve hayatı geliştirmeye katkıda bulunmak herkes için önemli olmalı.
Barış iklimini bozan teislerle toplumsal yaşamı paylaşmak dünyanın bu bölgesinde elbetteki çok zor. Ama bunun için belli bir güç ve sayısal olunluğa ulaşmakta önemli. Demokratik, laik ve anayasal düzeni savunmakta çok önemli.
Hele ki şu laiklik, bu olmadan hiç bir şekilde toplumsal uzlaşının olacağı sanmıyorum. Bütün atların, katırların, eşeklerin yeme eşit mesafede durmasını ayarlayan bu düzeni bir tarafa koymak asıl kavganın başlıca nedenidir. Yoksa, kimin teist, kimin ateist olduğunun hiç bir önemi yoktur.
Önemli olan, her görüşün kendine toplumsal uzlaşı noktasında sınır koyabilmesi; özgürlüğünü, başkasının özgürlüğü noktasında kısıtlayabilmesidir.
Dedimya bu boyumu aşan bir yoğunluğu olan bir konu. O yüzden, daha fazla saçmalamadan şimdilik burada sözlerimi bitireyim.

metinietzsche
10-06-2012, 23:04
Cevaplarınız kalite kokuyor arkadaşlar çok teşekkür ederim, umarım meselenin özünü herkes anlamıştır, sayın Neva'nın dediği gibi önce insan olmak gelir.. sayın ate2012'nin dediği gibi önemli olan, her görüşün kendine toplumsal uzlaşı noktasında sınır koyabilmesi; özgürlüğünü, başkasının özgürlüğü noktasında kısıtlayabilmesidir. Laikliğin gerçek anlamını da konu içinde belirtmiş olmanız çok önemli...

İnancımızdan vazgeçtiğimizde uçuruma sürüklenmiyoruz yada boşluğa düşmüyoruz aslında.. kısıtlamalarımızı, önyargılarımızı ve korkularımızı biraz olsun aşmamızdan başka bir şey farketmiyor.. Sayın Neva'nın ifade ettiği gibi, hayat yine devam ediyor...

Tüm bunları özellikle dogmatik düşünen arkadaşlarımızın da okuması ve anlaması gerektiğini düşünüyorum...

Başlığı, yukarıda paylaşmış olduğum Nietzsche alıntısının etkisiyle açtım. Anlatmak istediklerim aslında orada yazıyordu... Bahsettiğim boşluk, insanlığın, geleceğimizin boşluğuydu, Tanrı'nın ölümüyle açılan... Tanrı'nın ölümü de, başka bir başlık altında incelenmeye değer...

Saygılarımla

Sesli
11-06-2012, 02:06
Soru belki de, müslümanları daha çok ilgilendiriyordu, onları nasıl sorgulayıcı bir tartışma içerisine çekebiliriz'in cevabını arıyordum. Lakin, üzülerek söylemeliyim, önyargıları müslüman olmayan arkadaşlarda da sıklıkla görüyorum.

Saygılarımla


Dostumuz sayın Metinietzsche,

Son derecede gerçekçi bir saptamada bulunuyor. Sıklıkla gördüklerinizi görmemenin imkanı var mı?

Burada işin esası, konu ile ciddiyetinizde, yani bir araştırmacı tarzında uğraşıp, çaba harcamalarınızda gizlidir.

Çünkü ülkemizde din ile Tanrı aynı kefede tartılmaktadır. Yani dinsizseniz, ya da dinlerdeki saçmalıkların farkında olup da o dinlerden çıktığınızda, tanrı da yok oluverecek sanırsınız. Çünkü tanrı size kutsal denilen kitabın yazarı olarak sunulmuş ve o şekilde belletilmiştir. Bundan başka bir tanrıyı siz bilemezsiniz ki! Ancak sizin de insan olark zayıflığınız ve bazı durumlarda acze düştüğünüz ve güvenecek bir üstün varlığa ihtiyacınız olduğu da bir gerçektir. Bu duyguyu duymayanlar zaten doğuştan şanslı kişilerdir. Onlar üstün bir güç sahibi olabilirler. Acze de düşmedikleri de söylenebilir. Biz burada doğal insan psikolojisinden söz etmekteyiz. Bu nedenle boşlukta kalmış olmanız kaçınılmazdır. Yok ben boşlukta kalmadım diyenlerse zaten bu konuya ciddi olarak eğilmemişlerdir ki! Yani bu kişilerin inançlı veya inançsız olmaları arasında gerçekte pek fark da yoktur.

Turan Dursun neden bu konuyu yaşamı pahasına öne çıkardı? Çünkü ciddi bir inanç sahibi olarak, yıllar sonra kandırıldığının farkına vardı. İşte bu durumu yaşamış olanlar boşluk veya doluluk konusunda bir zaman için, hem de uzun bir zaman için araştırmalara girerler. Ciddi olmayanların ilgisi ve bilgisi zaten yoktur ki! Onlar bu sitede de görüldüğü gibi, her tanrısızı dinsiz de, sanacak kadar durumdan habersizdir... Yani önyargılardan kurtulmanın o kadar kolay olmadığı kesindir...

YasasinBilim
11-06-2012, 09:38
bana göre turan dursun'un en büyük hatası "süpürge deneyi" idi.

dinlerin uydurma olduğunu sonuna kadar ispatladı. orda durmalıydı.

evrendeki bazı şeylerin tesadüfler sonucu oluştuğuna, hatta süpürge deneyine ben de katılıyorum. fakat insanımıza bunu anlatmak çok zor.

1000 tane doğru söyleyip, 1 tane yanlış söylediğinizde karşı taraf sizi tefe koyuyor.

islami sitelerde turan dursun'dan bahsedilirken sadece "süpürge deneyi" ön plana çıkarılıyor.

şimdiye kadar edindiğim tecrübeye göre, dinlere inanan kesimle "tanrı vardır-yoktur" tartışmasına girmek son derece anlamsızdır. dindarlarla tartışırken (tanrıya inanmasak bile) "kabul ediyoruz, bir tanrı vardır" deyip geçmek, bundan sonra atılacak adımların önünü açıyor. yoksa tüm tartışma "tanrı vardır-yoktur" üzerine odaklanıp orada başlayıp bitiyor.

"tanrı vardır-yoktur" tartışmasını ancak dinsizler kendi aralarında yapabilirler (ki bunda da hiç mesafe alınamadağını, kimsenin kimseyi ikna edemediğini bu forumda açılan bir başlık altında gördük).

saygılar...

Corpse Bride
26-06-2012, 23:29
bana öyle geliyor ki aslında inançlardan doğmalardan kurtulduğunuzda geride bıraktıklarınız size gıpta ile bakıyor olacaktır. boşluk demişsiniz boşluktan ziyade rahatlık ve kendıne güven oluşuyor ve onca zaman kaybı için biraz pişmanlık tabi. ritüel tören bayram vs içinde olmak zorundaysanız seyirci modunda oluyorsunuz. sizi bilenler bunu kabulleniyor. dinlide olsanız dinsizde her koşulda vicdan tektir ama inançlardan arındığınızda herşeyi daha net göreceksiniz daha çok şey öğrenmek isteyeceksiniz kısacası güzel bir yolculuk.

Ahlaksız
07-07-2012, 14:53
Haftada bir gün Cuma'ya giden bir müslümanın kafir olması ile,günde 5 vakit namaz kılan bir müslümanın kafir olması arasında çok fark vardır..Biri dine öylesine inanır,diğeri sımsıkı..
Sadece Cuma namazı kılan birisi hatta Cuma'yı da kılmayan birisi dini terkettiği zaman pek bir boşluk hissetmeyebilir amma velakin dini bütün müslüman dinini terketmeye karar verdiği zaman bir boşluk hissetmesi kaçınılmazdır..Çünkü tüm hayatı dine odaklıdır bu kişinin..Düşündükleri/eylemleri tamamen dine dönüktür..Bu kişinin hayatında muazzam bir boşluk olacaktır..Bu kaçınılmaz..Bu realiteden insanlar korktukları için,sorgulamaya pek yanaşmazlar..
Bu tıpkı sigara bağımlılığı gibidir..Sigara tiryakisi ''sigara içmezsem ne yaparım''sorusuna bir cevap bulamadığı için sigara içmeye devam eder..Aslında bu korkudur..Kişi sigara içmezse delireceğini dahi düşünür..Böyle düşünmekte de haklıdır aslında..Çünkü korkunç bir şekilde bağlanmıştır artık sigaraya..Bırakmak o kadar da kolay değildir..
Kişisel olarak dinsiz olmaya yavaş yavaş karar verdim..Yanlız şu soruya cevap bulmam lazımdı..''Beni Allah yaratmadıysa,kim yarattı?''Bu soruya cevap bulduğum anda dini terketmem çok daha kolay oldu..Hiçbir boşluk filan da hissetmedim..Bilakis boşa geçe hayatımın farkına vardım..
Bulduğum cevap ''evren'' idi..Yani beni Allah değil de evren yaratmıştı..Bu süreçte evrim bana çok fazla yardım etti..Evrim teorisinin farkında olmasaydım belki de korkumdan bende bırakamayacaktım inancımı...
Artık Allah'a/Muhammed'e tapmak yerine evrene/doğaya tapıyorum..Canım neye isterse ona tapıyorum..Tamamen özgürüm bu konuda..Özgür olmak gibisi yok gerçekten..Hiçkimse/hiçbirşeye bağlı değilim..Müthiş bir haz bu!

ALKA
07-07-2012, 15:26
'Bir alışkanlığı, başka bir alışkanlık alteder' diye bir kural varsa eğer;

Tanrı'dan yada İslam'dan vazgeçip neye yöneldik?

Hangi alışkanlık, hangi tutunak, hangi dala sığındık?
Ateist olmadan önce bir süre deisttim ve Tanrı hayatımda hala önemli rol oynuyordu. Daha sonra ateizm düşüncesi ile karşılaştığımda bunu mantıklı bulmaya başladım. Dua ile sürekli Tanrıdan bir şeyler talep etmeden yaşamak nasıl bir şey diye denemeye başladım. İlk olarak kendim veya başkaları için taleplerde bulunmayı bıraktım. Bu bencilce bir şeydi ve neden kendim elimden ne geliyorsa onu yapmıyordum? Yalvarmayı yakarmayı bıraktım kendim çözümler bulmaya başladım. Başkaları için eğer Tanrıdan iyi şeyler istiyorsam bunu kendim de yerine getirebilirdim. Mesela bir arkadaşın iş bulması için Tanrıya yalvaracağıma gazetelerde o arkadaş için iş ilanlarına bakmaya başladım. Bazı şeyler elimde olmadığı için ancak mucize gerektiren şeyler olacaktı. Bu da gerçekci değildi. Bu kez de özel bir mucize beklemeyi bırakmaya başladım zaten dua etsen de etmesen de mucizeler duama bağlı şekilde gelmeyecektir diye düşündüm. Mucize beklemektense değiştiremeyeceğim olguları olduğu gibi kabullenmeye başladım. Kalıcı bir hastalık artık mucizevi bir şekilde de geçmiyorsa o hastalıkla yaşamasını ve bu durumu kabul etmesini öğrendim mesela. Hayatımı ona göre ayarlamaya başladım ve daha tatmin oldum.

Bunun yanında "neden ikide bir Tanrıya yakarma ihtiyacı hissediyorum" diye düşündüm. Onun yerine "zeus" veya "Apollon" diye dua etsen yine bir farkı olmayacak, gökteki boşluklar duanı zaten duymayacak ama sen kendini iyi hissettiğini sanacaksın. Nasıl Su perilerine sihirli değnekleriyle bana yardımcı olmaları için dua etmek anlamsız geliyorsa aslında "Allah" diye dua etmek de o derece saçma olduğu düşüncesine vardım. İstersem kendime su perileriyle de avutabilir ve moral sağlayabilirdim. İkisi de aynı efekt.. Ama su perilerine benden başka inanan yoktu ve sonunda herhangi hayali bir varlığın ona inananların sayısı ile orantılı olarak kabullenebilirliğini fark ettim. Yani inanılan aslında gerçekten bir Tanrı değil, daha ziyade diğer insanların neye inandığı idi. Bu da onu daha inanılır yapıyordu. Bu yüzden ben kendi hayal ettiğim su perilerime inanamıyordum. Muhtemelen Hindistan'da milyarlarca kişi Lakşmana, Nandi'ye veya Narasimha'dan birine tapıyordu, yaşadığı çevre veya toplum hangisine daha çok inanyorsa ona tapıp dua ediyordu. Bu da Türkiye'de veya Arabistan'da farklı değildi. Kendi kendimi başka şekilde de telkin edebilirdim..

Natan
08-07-2012, 19:45
Ben bir boşluk hissetmiyorum.

Çünkü ben bir varlığı reddetmiyorum.

Bir söylenceyi, düşünceyi reddediyorum.

Tıpkı Zeus'u reddettiğim gibi.

Apollo'yu

Artemis'i

Allah'ı

Posedion'u tınlamadığım gibi..


Tanrı ve tanrıçalar. Bunlar varlık sahasında dahi değerlendirilemez. Dolayısıyla "tanrının varlığından" bahsetmenin dahi hata olduğunu düşünmekteyim. Varlık, ortada olan, var olandır. İspata dahi gerek yoktur. Halbuki saydığımız bu isimler insan ürünüdür ve bu yüzden saçmadır, hayaldir, gerçek dışıdır. Yaratan insandır, yarattığına tapınan da insandır.

Varlık sahasından inanç sahasına kayıştır bu.


Benim tanrım yok, bu kelimenin yerine koyduğum bir şey de yok.

Nevandaar
09-07-2012, 03:34
Olaya manevi açıdan değil de maddesel olarak baktığımdan dolayı boşluğunu hissetmek - hissetmemek gibi bir durumum söz konusu olmadı hiç. "Ben müslümanım" diyorken de "değilim" diyorken de hayata bakışımı yaşam tarzımı kendi kafama, olması gerektiğini düşündüğüm düşünce yapıma göre şekillendirdim.

Tabi bazı insanlar iyi - kötü, doğru - yanlış gibi değer yargılarını neredeyse tamamı ile dinlere bıraktıklarından dolayı onlar açısından ciddi sorunlar baş gösteriyor olabilir.

Anti
09-07-2012, 17:47
Açıkçası ben zamanla doldurdum.
Tanrı'ya ayıracak zamanım yok.
Ki onun da bana yok, eminim.
Eğer bana ayırıp geri kalanlara ayırmıyorsa zaten ben bunu kabul edemem.
Diğerlerinden birine ayırıp bana ayırmıyorsa o zaman da o ayıp eder.
Tutarsızlık olmamalı.
Tanrı bu dünyayı yaratıp çekip gittiğine göre kendi yolumuzu kendimiz çiziyoruz.
Ben iyi bir yaşam, iyi bir ülke ideali için yaşıyorum.
Dini kisvelerin hiçbirisi de umurumda değil.
Ve insanların korkuları ile oluşturduğu din meredinin bugün dahi geçerliliğini koruması, üstelik fanatizm boyutuna vararak koruması beni endişelendiriyor.
Tanrı'ya yalvarmak, onu reddetmektir.
Ben yapmıyorum, bilinçli olarak.
Ama Tanrı'dan yardım dilemek, onun bu dünya işlerine karışacağını varsaymak, insanın diğer insanlara karşı yapmış olduğu büyük bir haksızlıktır ve bu hakkaniyet kavramını çürütür, leş kokutur.
"Tanrım ya da Allah'ım -her ne ise- sınavda bana yardım et."
"Tanrım ya da Allah'ım -her ne ise- kazasız belasız yolculuklar nasip eyle."
Olmayacak. Olursa da o aktif etken olmayacak. Bak o sözleri sarfederek yirmi saniyen gitti, bir ömür de öyle gelip geçecek.
Sadece "Oku." diyerek dünya işlerine karışacak olan bir Tanrı için İkiz Kuleleri de yıkarım, piramitleri de.
Ama bizimkilere göre Tanrı çok konuşmuş, konu dağılmadan biz de kısa keselim.

spartacus
10-07-2012, 00:33
Tanrının yokluğunu neyle dolduruyoruz?

Sevgili metinietzsche bir varlığını görmedim.


Tanrı'dan vazgeçmek, Tanrıya inananlara bir boşluk hissi verecekse;

Veya İslam'dan, Kur'an-ı Kerim'den vazgeçmek, müslümanları boşluğa düşmüş hissi verecekse eğer;

İnsanoğlu boşluğu doldurmaya meyilli bir varlıksa;

Sigara, anti-depresan, alkol gibi bağımlılıklardan kurtulmak için;

'Bir alışkanlığı, başka bir alışkanlık alteder' diye bir kural varsa eğer;

Tanrı'dan yada İslam'dan vazgeçip neye yöneldik?


Aslında zihinlerdeki şartlanmışlıklardan kurtulmak denebilir. Gerçekten bu küçük bir çocuğun büyüdüğünde eciş ve bücüşlerin olmadığını öğrenmesi gibi bir şey. Aslında pek bir boşluk oluşturmuyor. Burada sıkıntı tanrının varlığı-yokluğu sıkıntısı değil, asıl sorun dinden, kurallarından vs kaynaklıdır.

Yani mesele tanrı değil, tanrı kavramı etrafında oluşturulan dinden kaynaklanır. Hayatın her alanında insanları yöneten tanrı değil, yaşayan, nesneleşmiş politik bir kurum-örgüt olarak dindir. boşluk malesef tanrı değil, din boşluğu olabilir.



Ya evrim teorisi de saçma ve yalansa?

Yerine inanmaya başladığınız gerçekler, bir gün çökmeye başlarsa eğer;

Bir önyargıyı, başka bir önyargıyla altetmeye çalışıyorsak eğer;


Evrim teorisi farklı, evrimin bir olgu olduğu gerçeği farklıdır diye düşünüyorum. Önemli olan bizim kitabı tersden okuyup okumadığımızdır. Evrim, evrim teorisi olduğu için evrim değildir. Kısaca ve en kabaca ifade ile, evrim teorisi olguyu açıklamaya çalışmak temelinde ilerler.


Bilimin sonunda ne olacak biliyor muyuz?

Yada özgürlüğün sonunda?

(Nietzsche belki de bundan bahsediyordu...

Tanrıyı öldürdük ve bu bize büyük sorumluluk yüklüyor,



Bilimin sonu olacağını düşünmüyorum. Tabi insanlığın sonu konusunu dışta tutarsak. Yine de bilgi aslında nesnel bir veri, salt insana indirgenemez, olağanüstü bir etki-tepki süreci..

Tanrı'yı öldürmek önemli değil, asıl sorun dindir. Dinsiz tanrı'dan kimseye zarar gelmez, zira dini dışta tuttuğumuz sürece gerçekten de bu bir inanç olabilir. Tanrı inancı din ile bir kez teslim alındığında, aslında hakim olan artık inanç değil, feci biçimde aşılanmış, korkularla, şehvetle vs örülmüş bir aitlik kıskacıdır. işte travmatik boşluk tamda bu aitlik, sahiplik ve aşılanmış şartlı saplantılar noktasında yaşanabilir.

Sesli
10-07-2012, 15:19
Tanrının yokluğunu neyle dolduruyoruz?

Tanrı'dan vazgeçmek, Tanrıya inananlara bir boşluk hissi verecekse;

Veya İslam'dan, Kur'an-ı Kerim'den vazgeçmek, müslümanları boşluğa düşmüş hissi verecekse eğer;

İnsanoğlu boşluğu doldurmaya meyilli bir varlıksa;

Sigara, anti-depresan, alkol gibi bağımlılıklardan kurtulmak için;

'Bir alışkanlığı, başka bir alışkanlık alteder' diye bir kural varsa eğer;

Tanrı'dan yada İslam'dan vazgeçip neye yöneldik?

Hangi alışkanlık, hangi tutunak, hangi dala sığındık?

Kendimizi sürüklenmenin akışına mı bıraktık, boşluğu mu kabullendik?

Neye adadık kendimizi, hiçbir şeye adanmadıysak eğer;

Kendimize mi, bilime mi, insanlığa mı, hakikate mi, özgürlüğe mi bağlandık?

Tanrısızlık bir boşluk mudur, yada Kur'ansızlık?

Ya evrim teorisi de saçma ve yalansa?

Yerine inanmaya başladığınız gerçekler, bir gün çökmeye başlarsa eğer;

Bir önyargıyı, başka bir önyargıyla altetmeye çalışıyorsak eğer;

Bilimin sonunda ne olacak biliyor muyuz?

Yada özgürlüğün sonunda?

(Nietzsche belki de bundan bahsediyordu...

Tanrıyı öldürdük ve bu bize büyük sorumluluk yüklüyor,

Karanlığa yenilmemek için bir yol bulmalı... gibisinden)

Düşüncelerinizi merak ediyorum,

boşlukları nasıl doldurduğunuzu yada

bu boşlukta sürüklenmeyi nasıl kabullenebildiğinizi?

Tanrı'dan kurtulanlar, İslam'dan kurtulanlar, Araf'ta olanlar ve

İslam'a (ve diğer dinlere) inandığı halde, bazı kafa karışıklığı olup da itiraf edemeyenleredir sorularım...

Saygılarımla

Bir defa dinlerle, tanrıları birbirlerine karıştırmamak gerek. Her dinde tanrı yok. Burada kendini ateist sananlar bu konuları önce öğrenecek ki söyledikleri bir mana ifade etsin. Ateist demek, tanrısız demektir. Kişi ateist olabilmesine karşın dindar olabilir. Mesela CAYNA dininde tanrı yoktur. Taoculukta tanrı yoktur. Ancak bunlar karşınızda din olark size kendilerini göstermektedirler.

Kuran ayrı, dinler ayrı, tanrı ise çok daha ayrı kavramlar. Bunları bilmeden söz etmeye yeltenmek gerçeklere sırtımızı dönmek oluyor.

Bu dünyadaki ATEİST dinleri yok saymaya yeltenen bizim ateistlerimiz biraz bu konularda bilgi sahibi olsalar da böylesi çelişkili ifadeler kullanmasalar.

FARKINDALIK / FARKINDALIK / FARKINDALIK

bakkalmahmud
10-07-2012, 16:25
Hangi Tanrinin?,günümüzde bile birden cok Tanri var.
Soru Allahin yoklugu diye sorulsaydi cok daha yerinde olurdu cünkü bizlerin tanrisi Allahdi,
inancin ,düsünen beyni durdurdugunu kendimde farketdim,bende Allahin yerini farkindalik doldurdu ,birbaska deyisle akilda diyebiliriz.

olric90
10-07-2012, 16:54
ben çocuklugumdan başlayarak bana dayatılan o sadist tanrının yoklugunu kendimle dolduruyorum. tanrıya tekmeyi attıgım anda kendimle tanıştım.

yucemanitu
10-07-2012, 21:52
Bir ara Nihilist demişti ki "Bir şey varsa zaten varlığını ortaya koyar. Var olan bir şeyin var olup olmadığı tartışılmaz. Sinek bile varsa bir yerde bu sinek var mı yok mu tartışılmaz." Gerçekten tüm kâînatı yaratan bir kudret düşünün ki bir sinek kadar varlığını ortaya koyamıyor ve var olup olmadığı tartışılıyor. Yerini illa bir şeyle doldurmak lazımsa gider bir oyuncak alır ona taparım, en azından onun var olduğu kesin.

vartor
10-07-2012, 22:46
Gunese tapanlar, olmayan allaha tapanlardan daha akilliymis; hic degilse enerjisini bir sekilde hissedebiliyorlar.

bakkalmahmud
10-07-2012, 22:50
Aslinda soruda enteresan,,yoklugunu?.

suzi
21-07-2012, 20:23
Tanrının varlığı (kişiye göre) ne kazandırıyor ki neyi dolduruyor, bir iş yapacağız tanrıya dua ediyoruz diyelim, dua edip bekliyor muyuz hayır işi yapmak için uğraşıyoruz, tanrıya (kişiye göre var olduğuna inanılan) dua etmeyen yardım beklemeyen de tek fark kimseye dua yardım etmesi için dua etmeden işi yapmaya çalışıyor.

surelai
21-07-2012, 21:52
Yanlış anlamışsam düzeltiniz lütfen.
İlk mesajdan çıkardığım özet öğretilerin reddinin ne ile doldurulacağı.

İçki içmenin yasak olduğu bir öğretide, bu yasağa uymamanın bir boşluk oluşturacağı fikrinde değilim.

Sayokan
22-07-2012, 02:01
En iyi şekilde yaşayıp,yaşarken tüm istediklerimi yapıp sonrada ölmek.
Kısacası çıkarcılık,çıkarları doğrultusunda yaşamak.

suzi
22-07-2012, 23:46
En iyi şekilde yaşayıp,yaşarken tüm istediklerimi yapıp sonrada ölmek.
Kısacası çıkarcılık,çıkarları doğrultusunda yaşamak.

Çıkarcı olmamak için ne yapmak lazım?

Sayokan
22-07-2012, 23:48
Çıkarcı olmamak için ne yapmak lazım?
Ben çıkarcılığa benzettim kendi hayat görüşümü,tam karşılığımıdır tam emin değilim.Sadece belirttiğim şekilde zevkime ve keyfime göre yaşarım.Yapmak istediğim şeyleri yapar ölürüm.
Çıkarcı değilde kötü diye nitelendirilecek bir insan olmamak için empati yapmanız yeterli.
Her insan özünde çıkarlarını düşünerek hareket eder,buna ego diyoruz.

suzi
23-07-2012, 00:08
Bunun neresi kötü yani ego sahibi olmanın. Mollalar da egonuzu bir tarafa bırakın bizim izimizden yürüyün diyorlar ve egosuz itaat eden insan sürüleri yaratmaya çalışıyorlar.
Bir insan olarak tabi ki kurallarımız olmalı, örneğin başka insanlara zarar vermeden ve kimsenin de kölesi olmadan yaşamak, yaşamaya çalışmak gibi. Bu çıkarcılık değildir.

Sayokan
23-07-2012, 00:17
Bunun neresi kötü yani ego sahibi olmanın. Mollalar da egonuzu bir tarafa bırakın bizim izimizden yürüyün diyorlar ve egosuz itaat eden insan sürüleri yaratmaya çalışıyorlar.
Bir insan olarak tabi ki kurallarımız olmalı, örneğin başka insanlara zarar vermeden ve kimsenin de kölesi olmadan yaşamak, yaşamaya çalışmak gibi. Bu çıkarcılık değildir.
Bakın şöyle diyeyim tabi olduğum yasalar genel yazılı yasalardır.Yani ahlak kurallarını kabul etmiyorum.Sadece evrensel sayılabilecek yasal kurallara bağlı yaşayan bir insanım.
Mesela Kanada gibi ülkeler.
Etik kurallara uymadığımdan , etik kurallara uyaan insanların beni bazen ahlaksızlık,veya onurlu olmayan davranış diye nitelendirebileceği şeyleri yapmakta özgürüm.

Egonuz sizi er yada geç başka insanların çıkarlarıyla karşılaştıracak,bu durumda karşı tarafı incitmek veya onun aleyhinde bir eylem yapmanıza sebep olabilecektir.

hkn
25-07-2012, 06:36
Bir film izlemiştim. Geleceği tasvir eden bir bilim kurgu. (Yapay zeka 2001) Biomekanik bir jigolonun yokedilmek üzere helikopter tarafından yakalandığında söylediği bir cümleyi hiç unutmam. "Ben vardım." diye bağırmıştı. Dinlerin vaad ettiği o ölümsüzlüğü ateizm var edemeyeceğinden bunun yerine konulabilecek hiç bir hediye verilemediğinden seküler yaşam çizgisiyle hayatına devam eden bir çok insan tanıyorum.

"Ben vardım." iyi hatırlanmak için insani erdemlerle yaşamayı bütün teist vaadleriyle eşdeğer buluyorum.

Hypatia
27-07-2012, 13:22
Tanrının yokluğunu / varlığını düşünmüyorum.
Düşündüğüm zamansa artık yok diyebiliyorum. Ve olmaması olduğuna inandığım zamanlardan çok daha kaliteli bir yaşam alanı oluşturuyor bana. Şöyle ki , zamanında yaşadığım din ve tanrı eksenli tüm korkularımı yendim, mesela ilkokuldan beri oruç tutarım , ilk defa bu sene açlıkla terbiye etmiyorum kendimi, nefsim le alıp veremediğim yok , cinli perili hikayelere gülüyorum , Allah rızası için , kimseden medet ummuyorum vs vs . Liste uzayabilir.

hal böyleyken Tanrının yokluğunu , doldurma ihtiyacı duymuyorum , çünkü bende kapladığı bi alan yokmuş sanırım ..

SteveJobs
29-07-2012, 05:21
bilimle dolduruyorum

aysehatun
02-08-2012, 04:37
İnternetle dolduruyor olmalılar.

Not: hakaret değil, düşünce.

kasarsis
02-08-2012, 05:13
Hiçbir dala tutunmamak çok mu zor...
HİÇBİR ŞEYE

Olimpiyat
02-08-2012, 09:53
Yokluğu bir boşluk yaratmıyor ki doldurayım.

Ama yine de dinlerin ve Tanrı nın vaaatlerini özledim.(Cennette huriler ve sonsuza kadar ye iç ve seks yap:))

Sırf bu yüzden özlüyorum yavv, keşke bu masallar gerçek olsaydı:)

Luthien Tinuviel
02-08-2012, 17:21
tantuni ve şalgamla doldurmayı seviyorum genelde

Neva
02-10-2012, 00:00
Guncelleme.

bakkalmahmud
02-10-2012, 02:18
Özgür düsünce,alabildiyine sonsuz,SINIRSIZ,,,,,,,,,

Gizemli adam
03-11-2012, 12:26
Yanlış anlamayın amacım ateistlere laf atmak değil.Fakat size şunu sormak istiyorum.Ölümden sonrası bilinemez bir gerçek nasıl oluyorda bilmediğiniz şey hakkında yorum yapabiliyorsunuz.Birde eğer ölümden sonraki evre ispat edilebilseydi ateist olarak kalırmıydınız?

idontneedagod
03-11-2012, 14:03
Yanlış anlamayın amacım ateistlere laf atmak değil.Fakat size şunu sormak istiyorum.Ölümden sonrası bilinemez bir gerçek nasıl oluyorda bilmediğiniz şey hakkında yorum yapabiliyorsunuz.Birde eğer ölümden sonraki evre ispat edilebilseydi ateist olarak kalırmıydınız?


Ölümden sonra yaşam iddiasında olanlar teistlerin ta kendileridir. Peki bu durumda ölüm sonrası ile ilgili sıkıntılı durumu yaratan biz ateistler miyiz?

Gizemli adam
03-11-2012, 14:20
Ölümden sonra yaşam iddiasında olanlar teistlerin ta kendileridir. Peki bu durumda ölüm sonrası ile ilgili sıkıntılı durumu yaratan biz ateistler miyiz?
Kaçamak cevap vermişsiniz.Sizde bilmiyorsunuz ölümden sonra ne olacağını.

idontneedagod
03-11-2012, 14:41
Kaçamak cevap vermişsiniz.Sizde bilmiyorsunuz ölümden sonra ne olacağını.

Ne olmayacağını biliyorum en azından

sefaqwzx
03-11-2012, 15:03
Yanlış anlamayın amacım ateistlere laf atmak değil.Fakat size şunu sormak istiyorum.Ölümden sonrası bilinemez bir gerçek nasıl oluyorda bilmediğiniz şey hakkında yorum yapabiliyorsunuz.Birde eğer ölümden sonraki evre ispat edilebilseydi ateist olarak kalırmıydınız?

Merhaba sayın gizemli adam,
Sorunuzun yanıtını, yani ölümden sorasını siz biliyor musunuz?
Daha da önemlisi ölümü biliyor musunuz ki sonrasını bilmeye yöneldiniz?
Ya da bunları bilmiyor olmak, teist yanıtları onaylamıyor olmak, teizmi onaylayanları her şeyi bilen, onaylamayanları ise hiç birşey bilmeyen mi yapıyor?
Her soruya yanıtı hazır teist için sorun yoksa, o soruların ve yanıtların muhatabı olmamayı seçene niye kesin yanıt bulmak atfedilsin ki?
Varım yaşıyorum, yanılsama ya da değil. İnanmak zorunda mıyım?
Değilim.
Anlamaya anlamlandırmaya çalışıyorum yaşamı, daha ölmedim ki nereden bileyim ölümü aşamasındayken, onu atlayıp ölümden sonrayı keşfetmesini kimseden beklememeliyiz diye düşünüyorum.
Bildiğinizle yetinmeyip bilemediğinizle yanılma olasılığını gerçek saymaktansa, olasılığı tümden reddetmek daha anlamlı.
Yok teist görüş ölümü çözmüş, sonrasını da kanıtlamışsa o kendi yanılgısından öte nedir?

İnanç ya da yaşam pazarındayız, herkes vitrininde sergiliyor "değerler"ini, bakıyorum ben de, uymuyor hiç biri bilincime, "o zaman ölüm sonrasını açıkla" diyene, "acelen ne!" den öte yanıtım mı olmalı?

Sağlıcakla kalınız.

Jingo
03-11-2012, 15:19
Yanlış anlamayın amacım ateistlere laf atmak değil.Fakat size şunu sormak istiyorum.Ölümden sonrası bilinemez bir gerçek nasıl oluyorda bilmediğiniz şey hakkında yorum yapabiliyorsunuz.Birde eğer ölümden sonraki evre ispat edilebilseydi ateist olarak kalırmıydınız?

Ölümden sonraki yaşam'a inanmakla, Bugs Bunny'nin gerçekten yaşadığına inanmak arasında fark yoktur. Her ikisinin de kanıtı yok çünkü. Bu hayatta "bilinemeyen" ya da "yanlışlanamayan" binlerce şey var. Sadece sizinkinin doğru olduğundan (mesela din'iniz) nasıl emin olabiliyorsunuz?

Ölümden sonraki evre'yle beraber, Tanrı da kanıtlanırsa ateist olarak kalmayız tabi. Deist oluruz. Ancak Müslüman/Hristiyan vs. olamayız bu saatten sonra. Zira bu dinlerin insan ürünü olduğunu da gördük, test ettik, onayladık.

Odyssey
20-08-2015, 19:36
Diğer bir başlıkta bahsettiğim gibi, tanrının yerine konulması gereken değer, insandır.
Tanrı yoksa, bu insana ve doğaya daha fazla değer vermemiz gerektiği anlamına geliyor.
Tanrıya yüklediğimiz sorumlulukları üzerimize alabilmek içinse, tüm ayrımcılıkları bırakıp, birlikte çalışabilmeyi öğrenmeliyiz.

Aleph
21-08-2015, 01:44
Ömer Hayyam gibi rubailer yazmıyorum ama kırmızı şarap iyi geliyor..

Odyssey
10-03-2016, 23:32
bana göre turan dursun'un en büyük hatası "süpürge deneyi" idi.

dinlerin uydurma olduğunu sonuna kadar ispatladı. orda durmalıydı.

evrendeki bazı şeylerin tesadüfler sonucu oluştuğuna, hatta süpürge deneyine ben de katılıyorum. fakat insanımıza bunu anlatmak çok zor.

1000 tane doğru söyleyip, 1 tane yanlış söylediğinizde karşı taraf sizi tefe koyuyor.

islami sitelerde turan dursun'dan bahsedilirken sadece "süpürge deneyi" ön plana çıkarılıyor.

şimdiye kadar edindiğim tecrübeye göre, dinlere inanan kesimle "tanrı vardır-yoktur" tartışmasına girmek son derece anlamsızdır. dindarlarla tartışırken (tanrıya inanmasak bile) "kabul ediyoruz, bir tanrı vardır" deyip geçmek, bundan sonra atılacak adımların önünü açıyor. yoksa tüm tartışma "tanrı vardır-yoktur" üzerine odaklanıp orada başlayıp bitiyor.

"tanrı vardır-yoktur" tartışmasını ancak dinsizler kendi aralarında yapabilirler (ki bunda da hiç mesafe alınamadağını, kimsenin kimseyi ikna edemediğini bu forumda açılan bir başlık altında gördük).

saygılar...


Evet, aslında bu şekilde dindeki kötülük ve çelişkilerle ilgili sorunlardan kaçma fırsatı elde etmiş oluyorlar.

Ayrıca, "bir yaratıcı varsa, din de vardır" şeklindeki inanç, farkında olmadan desteklenmiş olunuyor.
Yani "tanrı vardır / yoktur" tartışmasında, sanki tanrı diye birşey olsa dinler gerçek olabilecekmiş, gibi bir algı yaratılıyor.

Aslında "tanrı" kelimesi de doğru değil. Bu konuyu herhangi bir planlayıcı bilinç şeklinde ele aldığımızı düşünecek olursak, evrende bir yaratıcı olduğu ispatlansa bile, bu dinlere en ufak bir delil teşkil etmez.

Tersine birgün evrende planlayıcı bir bilinç keşfedilirse, bu çok iyi bir gelişme olur. Evreni ve insanı oluşturan her ne ise, dinlerin iddia ettiği özellikleri taşımadığı daha iyi anlaşılır.

Özetle söylemek gerekirse, yaratıcının olup olmaması dinle alakalı bir konu değildir.

morrigan
10-03-2016, 23:56
Aslında "tanrı" kelimesi de doğru değil. Bu konuyu herhangi bir planlayıcı bilinç şeklinde ele aldığımızı düşünecek olursak, evrende bir yaratıcı olduğu ispatlansa bile, bu dinlere en ufak bir delil teşkil etmez.

Tersine birgün evrende planlayıcı bir bilinç keşfedilirse, bu çok iyi bir gelişme olur. Evreni ve insanı oluşturan her ne ise, dinlerin iddia ettiği özellikleri taşımadığı daha iyi anlaşılır.

Yaratıcının varlığı %100 ispatlansa bile dinleri inkar etmemek için bir neden değildir noktasına kadar da geldik mi. :) Her türlü inkar edilir diyorsunuz yani.

Bir yaratıcı var ise zaten din peygamberlerinin yaşamış olduğu mucizelerin olmamasına zaten hiç bir sebepte yoktur. Nasıl olur da dinlere en ufak bir delil teşkil etmez diye savunuyorsunuz komik doğrusu.

Bu evreni yaratan için hiç bir sıradışı olayda zor değildir. Planlayıcı bir bilinçten kastın yaratıcıdır işte, bu bilinç peygamberi de kyaratabilir, kitaplarını da indirebilir.

Dialectics
11-03-2016, 00:10
Yaratıcının varlığı %100 ispatlansa bile dinleri inkar etmemek için bir neden değildir noktasına kadar da geldik mi. :) Her türlü inkar edilir diyorsunuz yani.

Bir yaratıcı var ise zaten din peygamberlerinin yaşamış olduğu mucizelerin olmamasına zaten hiç bir sebepte yoktur. Nasıl olur da dinlere en ufak bir delil teşkil etmez diye savunuyorsunuz komik doğrusu.

Bu evreni yaratan için hiç bir sıradışı olayda zor değildir. Planlayıcı bir bilinçten kastın yaratıcıdır işte, bu bilinç peygamberi de kyaratabilir, kitaplarını da indirebilir.

Sen bence biraz daha komiğini dene: "Tanrı varsa kesin din yollamış olmalıdır, o din de olsa olsa İslamdır zaten" tezini savun :) Yıldıztozu zamanında çok savunmuştu..

morrigan
11-03-2016, 00:16
Sen bence biraz daha komiğini dene: "Tanrı varsa kesin din yollamış olmalıdır, o din de olsa olsa İslamdır zaten" tezini savun :) Yıldıztozu zamanında çok savunmuştu..

Ben tarafsız ve objektif bir şekilde yorum yaptım. Planlayıcı bir bilinç, yaratıcı diyor. :) Herşeyi yaratan, İnsanı yaratan, ona akıl veren bir bilincin pek tabi bir din yaratması, kitap indirmesi gayet normaldir.

Mesajı yazan üyemiz hiç bir delil teşkil etmez diyor, ne kadar da kesin bir cümle kurmuş. :)

Dialectics
11-03-2016, 00:21
Ben tarafsız ve objektif bir şekilde yorum yaptım. Planlayıcı bir bilinç, yaratıcı diyor. :) Herşeyi yaratan, İnsanı yaratan, ona akıl veren bir bilincin pek tabi bir din yaratması, kitap indirmesi gayet normaldir.

Mesajı yazan üyemiz hiç bir delil teşkil etmez diyor, ne kadar da kesin bir cümle kurmuş. :)

Neden kitap indirmesi normaldir? Mükemmel Tanrının, hiç bir şeye ihtiyacı olmayan, her şeyi bilen Tanrının yoksa "TAPILMAK" arzusu mu var?

morrigan
11-03-2016, 00:29
Neden kitap indirmesi normaldir? Mükemmel Tanrının, hiç bir şeye ihtiyacı olmayan, her şeyi bilen Tanrının yoksa "TAPILMAK" arzusu mu var?

Hiç bir şeye ihtiyacı olamayan bir yaratıcının evreni yaratmasına da ihtiyacı yoktur, yaratıcı sırf keyif için, eğlence için, insanları savaştırmak için bir evren yaratmasından daha mantıklı bir şeydir imtihan.

Ben sırf evreni eğlence için yaratmış olan bir yaratıcı olsaydım eğlenceme eğlence katar, sıradışı olayalar gerçekleştirip insanları daha çok şaşırtırdım. Oysa imtihan eden yaratıcının hiç bir müdahalesi yoktur, insan iradesini yok saymamıştır.

Dialectics
11-03-2016, 00:34
Hiç bir şeye ihtiyacı olamayan bir yaratıcının evreni yaratmasına da ihtiyacı yoktur, yaratıcı sırf keyif için, eğlence için, insanları savaştırmak için bir evren yaratmasından daha mantıklı bir şeydir imtihan.

Ben sırf evreni eğlence için yaratmış olan bir yaratıcı olsaydım eğlenceme eğlence katar, sıradışı olayalar gerçekleştirip insanları daha çok şaşırtırdım. Oysa imtihan eden yaratıcının hiç bir müdahalesi yoktur, insan iradesini yok saymamıştır.

Ben de koca evrendeki tek varlık olsaydım, sıkıntıdan ve yalnızlığımdan patlardım. Kendime kurguladığım "imtihan" denilen oyun içinde bana tapmaya çalışacak kullar ve onları kandırmaya çalışacak bir şeytan yerine (ki hangi kulların bana tapacağını da biliyorum bu arada baştan), benimle dertleşecek, sohbet edecek, beni şaşırtacak, yeri gelecek beni kızdıracak dostlar yaratırdım... Ama yine bir sorun var, o dostu da ben yarattım ve nasıl davranacağını yine biliyorum değil mi?... O zaman daha iyi bir şey denerdim: Tanrı olduğumu unutmaya çalışırdım..... Sence de bu imtihandan daha mantıklı değil mi?

Hatta bir de fantezi ekleyeyim yukarıdaki açıklamama: Sahte tanrılar yaratırdım, benden kendilerine tapmamı isteyen, bakalım o sahte Tanrıların egemenliğinden kurtulup kendimi hatırlayabilecek miyim? Ya hatırlayamazsam, ya ebediyen o Tanrıların boyunduruğunda yaşarsam? Ya efendisi olduğum evrende ebediyen köle haline gelirsem? Ne farkeder... Kendimi hatırladığımda yalnızlığımı hatırlıyorum, tek başınalığımı, her şeyin sadece ben olduğumu... Ve bu sıkıntıdan nefret ediyorum. Varsın Demiurge beni köle etsin, ne farkeder.... Der miydim?

morrigan
11-03-2016, 00:49
Ben de koca evrendeki tek varlık olsaydım, sıkıntıdan ve yalnızlığımdan patlardım. Kendime kurguladığım "imtihan" denilen oyun içinde bana tapmaya çalışacak kullar ve onları kandırmaya çalışacak bir şeytan yerine (ki hangi kulların bana tapacağını da biliyorum bu arada baştan), benimle dertleşecek, sohbet edecek, beni şaşırtacak, yeri gelecek beni kızdıracak dostlar yaratırdım... Ama yine bir sorun var, o dostu da ben yarattım ve nasıl davranacağını yine biliyorum değil mi?... O zaman daha iyi bir şey denerdim: Tanrı olduğumu unutmaya çalışırdım..... Sence de bu imtihandan daha mantıklı değil mi?

Bu saydıklarının hepsinin cevabı Allah'ın 99 isminin anlamlarında mevcuttur.
Bu varsayımlar insanın kendi hayal gücüdür.

Dialectics
11-03-2016, 00:51
Bu saydıklarının hepsinin cevabı Allah'ın 99 isminin anlamlarında mevcuttur.
Bu varsayımlar insanın kendi hayal gücüdür.

99, 6nın katı bile değil... Dolayısıyla mantıklı değil :) (Ne alaka deme, senin 99 ismin ne alakaysa benimki de o alaka)

morrigan
11-03-2016, 01:32
99, 6nın katı bile değil... Dolayısıyla mantıklı değil :) (Ne alaka deme, senin 99 ismin ne alakaysa benimki de o alaka)

Ne kadar saçma bir muhabbet. Benim inandığım dinin milyarlarca inananı var, kitabı var peygaberleri var. Herkes kendi kafasına göre bir yaratıcı belirleseydi inancın gerçekliliği kalmazdı. Bizim yaratıcı inancımız kitapla, peygamberle sabittir. Başka bir yaratıcı söz konusu olamaz.

Allah ayetlerinde cinleri ve insanları kendim için yarattım, beni tanıyıp bilip ibadet etmeniz için yarattım diyor.

(Cin ve insanları ancak, beni bilip itaat, ibadet etmeleri için yarattım.) [Zariyat 56]

Başka bir ayette ise herşeyi sizin için yarattım diyor.


(Yerde olan her şeyi sizin için yarattım.) [Bekara 29]

Şimdi bu iki ayeti değerlendirdiğimizde neden yaratıldığımız açıkça ortadadır, Allah'ı tanımak için ve ona ibadet etmek için.
Allah'ın ibadete ihtiyacı var mı? hayır, ancak ibadetle ona olan inancımızı da göstermemiz gerekiyor, imtihan ise onu tanıyabilmektir, emirlerini yerine getirmek itaat etmek.

İkinci ayette herşeyi insanlar için yarattığını söylüyor, buda şu demektir ki bana ibadet ederseniz, emirlerimi yerine getirirseniz sizin için cenneti de yarattım, orada sonsuz yaşayacaksınız, ancak onun varlığımı inkar edenler, zalimler ve emirlerini yerine getirmeyenler için ise de cehennemi yarattığını bildiriyor.


Yaratılma gayesi açıktır, Allah'ı tanıyabilmenin önünde bir engel var mı? Yok. İbadet etmek için, emirlerini yerine getirmek için bir engel var mı? Yok. İnsan iradesini yok sayıyor mu? Ona da hayır.

Görüldüğü gibi sen inkar edensin, isteseydin Allah'ın emirlerini yerine getirebilrdin, isteseydin ibadet edebilirdin. Hiç bir engel dahi yok. Hatta kıyamete kadar tövbe kapısının açık olduğunu tövbe edenin günahlarını da bağışlayacağını buyuruyor.

Böylesine merhametli ve adaletli bir yaratıcının ne kusuru bulunabilir haşa.

Natan
11-03-2016, 02:16
Allah'in yoklugunu birseyle doldurmuyoruz.
Daha dogru bir ifade ile, ne boyle bir yokluk hissediyoruz,
Nede kendimize yeni tanrilar yada tabular uretiyoruz.

Birey ihtiyac icerisinde ise istedigi hayali super gucler de yaratip motive olabilir.
Tanrinin olmamasi sahsen bende bir ihtiyac duygusu yratmiyor.
Yaratsaydi baska inanclara yonelir, onlara inanmaya baslardim.
Ihtiyacimi giderdikten sonra yine inancimdan vazgecerdim.

Karnim ac diyelim.
Bunun bilincindeyim ve temel bir ihtiyacimi karsiliyorum.
Doydum, bide ustelik bi cay koyup yudumladimm.
Artik ihtiyacim giderildi.

Sundance
11-03-2016, 04:45
Ne kadar saçma bir muhabbet. Benim inandığım dinin milyarlarca inananı var, kitabı var peygaberleri var. Herkes kendi kafasına göre bir yaratıcı belirleseydi inancın gerçekliliği kalmazdı. Bizim yaratıcı inancımız kitapla, peygamberle sabittir. Başka bir yaratıcı söz konusu olamaz.

Allah ayetlerinde cinleri ve insanları kendim için yarattım, beni tanıyıp bilip ibadet etmeniz için yarattım diyor.

(Cin ve insanları ancak, beni bilip itaat, ibadet etmeleri için yarattım.) [Zariyat 56]

Başka bir ayette ise herşeyi sizin için yarattım diyor.


(Yerde olan her şeyi sizin için yarattım.) [Bekara 29]

Şimdi bu iki ayeti değerlendirdiğimizde neden yaratıldığımız açıkça ortadadır, Allah'ı tanımak için ve ona ibadet etmek için.
Allah'ın ibadete ihtiyacı var mı? hayır, ancak ibadetle ona olan inancımızı da göstermemiz gerekiyor, imtihan ise onu tanıyabilmektir, emirlerini yerine getirmek itaat etmek.

İkinci ayette herşeyi insanlar için yarattığını söylüyor, buda şu demektir ki bana ibadet ederseniz, emirlerimi yerine getirirseniz sizin için cenneti de yarattım, orada sonsuz yaşayacaksınız, ancak onun varlığımı inkar edenler, zalimler ve emirlerini yerine getirmeyenler için ise de cehennemi yarattığını bildiriyor.


Yaratılma gayesi açıktır, Allah'ı tanıyabilmenin önünde bir engel var mı? Yok. İbadet etmek için, emirlerini yerine getirmek için bir engel var mı? Yok. İnsan iradesini yok sayıyor mu? Ona da hayır.

Görüldüğü gibi sen inkar edensin, isteseydin Allah'ın emirlerini yerine getirebilrdin, isteseydin ibadet edebilirdin. Hiç bir engel dahi yok. Hatta kıyamete kadar tövbe kapısının açık olduğunu tövbe edenin günahlarını da bağışlayacağını buyuruyor.

Böylesine merhametli ve adaletli bir yaratıcının ne kusuru bulunabilir haşa.

Morrigan bana Isaac Asimov'un Mantık isimli hikayesindeki Şirin adlı robotu hatırlattın nedense.

MANTIK


İki genç altı ay sonra fikirlerini değiştirmişlerdi. Dev bir güneşin alevlerinin yerini uzayın yumuşak karanlığı almıştı. Ancak henüz deney devresinde olan robotların çalışmaları kontrol edilirken insan dış değişikliklerle pek ilgilenemiyordu. Çevre nasıl olursa olsun insan anlaşılması imkânsız bir pozitronik beyinle karşı karşıya kalıyordu. Sürgülü hesap cetveli kullanmaya meraklı dahiler de bu beynin çeşitli şekillerde çalışması gerektiğini buyuruyorlardı.


Ama gerçek öyle değildi işte. Powell'le Donovan durumu çabuk öğrendiler. Uzay İstasyonuna geleli iki hafta dolmadan hem de.


Gregory Powell sözlerini vurgulamak için kelimelere basa basa, «Donovan'la ben seni bir hafta önce parçalarını bir araya getirerek çalıştırdık,» dedi. Kuşkuyla kaşlarını çatıp kumral bıyığının ucunu çekiştirdi.


5 numaralı Güneş İstasyonunun yöneticiler odası sessizdi. Yalnızca çok aşağılardan dev Işın Yöneticisinin hafif mırıltısı geliyordu. Robot QT-1 hiç kımıldamadan oturuyordu. Gövdesini kaplayan cilalı levhalar ışıl ısıldı ve makine adam foto-elektrik hücrelerden oluşan kızıl ışıklı gözlerini masanın diğer yanında oturan Dünyalıya dikmişti.


Powell aniden endişelenmeye başladı ama bu duygusunu baskı altında tutmaya çalıştı. Bu robotların beyinleri bir tuhaftı. Ah, Üç Robot Yasası yine de geçerliydi tabii. Bu şarttı. ABD Robotta Robertson'dan yeni temizlikçiye kadar herkes bu noktada ısrar ediyordu. Onun için QT-1 tehlikeli değildi ama yine de... bu QT modelleri ilk kez üretiliyorlardı ve karşılarındaki de bu modellerin ilkiydi. Kâğıt üzerindeki matematiksel karalamalar insanı bir robot karşısında her zaman rahatlatamazdı.


Robot sonunda konuşmaya başladı. Metalik sesi buz gibiydi. «Bu tür bir açıklamanın ne kadar ciddi bir şey olduğunun farkında mısın, Powell?»


Powell, «Seni bir şey oluşturdu, Şirin,» diye anımsattı. «Sen kendinde anılarının bir hafta önce birdenbire başladığını itiraf ediyorsun. Ben de sana durumu açıklıyorum. Donovan ve ben buraya gönderilen parçalarını birleştirerek seni oluşturduk.»


Şirin garip bir şekilde insana benzeyen bir şaşkınlıkla uzun ve esnek parmaklarına baktı. «Bence bundan daha tatmin edici bir cevap olmalı. Sizin beni oluşturmanız inanılacak gibi değil.» Powell aniden güldü. «Dünya adına! Neden?» «Buna 'sezgi' diyebilirsin. Şimdiye dek anlayabildiklerimin hepsi bu kadar. Ama bu sorunu mantık yoluyla çözümleyeceğim. Geçerli bir mantık dizisi gerçeğin ortaya çıkmasıyla sona erer. Bende o noktaya erişinceye kadar bunu sürdüreceğim.»


Powell ayağa kalktı. Robota yaklaşarak masanın kenarına ilişti. Bu garip makineye karşı güçlü bir sempati duymaya başlamıştı. Şirin sıradan robotlara hiç benzemiyordu. Pozitronik beyninin derinliklerindeki emre uyarak istasyondaki uzmanlık isteyen işini dikkatle yapıyordu.


Powell elini Şirin1 in çelik omzuna koydu. Maden sert ve soğuktu. «Şirin, sana bir şeyi açıklamaya çalışacağım. Varlığıyla ilgili gerçekleri merak eden ilk robot sensin. Bence dışarıdaki dünyayı

anlayacak kadar zeki olan ilk robot da. Şimdi, benimle gel.»


Robot rahatça ayağa kalkıp Powell'in peşinden gitti. Tabanları kauçuk süngerden yapılmış olduğu için sessizce ilerliyordu. Dünyalı bir düğmeye bastı ve duvarda kare biçimi bir pencere açıldı. Kalın saydam camın arkasında yıldızlarla bezenmiş uzay vardı.


Şirin, «Bu gözlem yerlerini makine odasında da gördüm,» dedi.


Powell, «Biliyorum,» diye cevap verdi. «Bunun ne olduğunu düşünüyorsun?»


«Göründüğü gibi bir şey olduğunu camın hemen arkasında, üzerinde küçük parlak noktalar olan siyah bir malzeme. Bizim yönelticinin o noktalardan bazılarına ışınlar yolladığını biliyorum. Hep aynı noktalara yöneltiyor ışınları. Ayrıca o noktalar oynadıkları için ışınlar onlarla birlikte kayıyor.»


«İyi! Şimdi beni dikkatle dinlemeni istiyorum. O siyahlık sonsuz bir boşluk olarak uzanıyor. O küçük, parıltılı noktalar ise enerji dolu maddelerden oluşan dev kürelerdir. Kıyaslarsak, bazılarının çapları milyonlarca kilometre, bu istasyonun çapı ise yalnızca bir buçuk kilometre. O kitleler çok küçük gözüküyorlar çünkü çok çok uzaktalar.


«Enerji ışınlarımızın yöneltildiği benekler daha yakındalar ve daha küçükler. Üstelik sert ve soğuklar. Benim gibi birçok insan onların yüzeylerinde yaşıyor. Milyarlarca insan. Işınlarımız yakınımızda alev alev yanan dev kürelerden aldıkları enerjiyi o dünyalara eriştiriyorlar. Yakındaki küreyi 'Güneş' diye tanımlıyoruz. Onu istasyonun diğer tarafında olduğu için göremiyorsun.»


Şirin pencerenin önünde çelikten yapılmış bir heykel gibi hareketsiz duruyordu. Başını çevirmeden konuşmaya başladı. «Siz hangi ışıklı noktadan geldiğinizi iddia ediyorsunuz?»


Powell karanlıkları araştırdı. «İşte, şuradakinden. Şu köşedeki çok parlak noktayı kastediyorum. Onu
'Dünya'ya da 'Arz' diye tanımlıyoruz.» Gülümsedi. «Sevgili yaşh Dünya... Orada üç milyar insan yaşıyor, Şirin. Ve iki hafta sonra ben de onlara katılacağım.»


Sonra garip bir şey oldu. Şirin dalgın dalgın, bir şarkı mırıldanır gibi ses çıkardı. Melodi pek belli olmamasına rağmen sanki bir müzik aletinin telleri çekiliyormuş gibi ses çıkıyordu. Sonra bu ses başladığı gibi hemen kesildi. «Peki ya ben, Powell? Benim varlığımı açıklayamadın.»


«Gerisi çok basit. Bu istasyonlar, gezegenlere güneş enerjisi verilmesi için ilk kurulduklarında, her şeyle insanlar ilgileniyordu. Ancak ısı, sert Güneş radyasyonu ve elektron fırtınaları görevi çok zorlaştırıyordu. İnsanların yerlerini almaları için robotlar yapıldı. Şimdi istasyonlarda yalnızca iki yöneticinin bulunması yeterli ofuyor. Şimdi biz o iki insanın yerine makine adamları geçirmeye çalışıyoruz. İşte böylece senin konuna geliyoruz. Sen oluşturulan robotların en mükemmelisin. Bu istasyonu bağımsızca yönetebileceğini kanıtlarsan artık buraya bir daha insanların gelmesine gerek kalmayacak. Sadece birileri onarım için yedek parçalar getirecekler.»


Elini kaldırdığında madeni duvar, camı örttü. Powell masasına dönüp bir elma aldı. Koluna sürerek parlattıktan sonra ısırdı.

Robot kızıl ışıklı gözlerini ona dikmişti yine. «Şimdi özetlediğin karmaşık ve olmayacak bir varsayıma inanmamı mı bekliyorsun? Sen beni ne sanıyorsun?»


Powell kıpkırmızı kesilerek ağzındaki elma parçalarını ortalığa püskürttü. «Lanet olsun! Bu bir varsayım değildi!»


Şirin setçe, «Milyonlarca kilometre çapındaki enerji küreleri,» dedi. «Üzerlerinde üç milyar insanın yaşadığı dünyalar! Sonsuz boşluk! Çok üzgünün Powell ama sana inanmıyorum! Ben bu konuyu kendi başıma çözmeye çalışacağım. İyi günler.» deyip odadan çıktı.


Eşikte beliren Michael Donovan'm yanından geçerken ona başıyla ciddi ciddi selam verdi ve koridorda uzaklaştı. Arkasından şaşkınlıkla baktıklarının farkında bile değildi.


Mike Donovan kırmızı saçlarını karıştırarak öfkeyle arkadaşına bir göz attı. «O ayaklı hurda yığını neden söz ediyordu? Neye inanmıyormuş?»


Powell garipseyerek bıyığını çekiştirdi. «Tam bir şüpheci!


Onu ikimizin oluşturduğuna inanmıyor. Dünya'nın, yıldızların ya da uzayın var olduğuna da.»


«Satürn adına! Başımızda deli bir robot var anlaşılan.»


«Her şeyi kendi başına çözümleyecekmiş.»


Donovan tatlı bir sesle, «Ah,» dedi. «Onun her şeyi kendi başına çözümledikten sonra bana da bilgi vermek lütfunda bulunacağını umarım.» Sonra birdenbire tepesi alıverdi. «Dinle! Eğer o maden yaratık benimle böyle küstahça konuşmaya kalkarsa bir vuruşta o krom kafasını gövdesinden ayırırım!» Öfkeyle oturarak iç cebinden karton kapaklı bir polisiye roman çıkardı. «Zaten o robota baktıkça tüylerim diken diken ölüyor! Fazla meraklı!»


Mike içine domates ve marul koyduğu koskocaman bir sandviçi yerken kapı vuruldu. Genç adam bir şeyler söylendiğinde kapı açılarak Şirin içeri girdi.


«Powell burada mı?»


«Elektronik akımın fonksiyonları konusunda bilgi topluyor.» Donovan lokmasını çiğnerken sesi boğuk çıkıyordu. «Anlaşılan bir fırtına yaklaşıyor.»


Aynı anda Gregory Powell odaya girdi. Gözlerini elindeki grafiğe dikmişti. Bir koltuğa çöktü. Kâğıdı masaya yayarak hesap yapmaya başladı. Donovan mağrulu çiğneyip ekmek kırıntılarını yerlere saçarken onun omzunun üzerinden baktı. Şirin ise sessizce bekliyordu.


Powell başını kaldırdı. «Zeta Potansiyeli ağır ağır yükseliyor. Ne çare ki Akıntı Fonksiyonları yine de düzensiz. Ben de ne yapılması gerektiğini bilmiyorum. A, merhaba, Şirin. Senin yeni levyenin takılması işine eşlik ettiğini sanıyordum.»


Robot sakin sakin, «O iş yapıldı,» dedi. «Ben de onun için ikinizle konuşmaya geldim.»

«Ya?» Powell sıkılmıştı. «Pekâlâ, otur öyleyse. Hayır, o iskemleye değil, bacaklarından biri pek sağlam sayılmaz. Eh! Sen de tüy siklet değilsin.»


Robot başka bir iskemleye yerleşerek yavaşça, «Bir karara vardım,» diye açıkladı.


Donovan öfkeyle ona bakıp sandviçinin geri kalan kısmını bir kenara bıraktı. «Eğer o delice...» Arkadaşı ona susmasını işaret etti. «Evet, devam et, Şirin. Seni dinliyoruz.»
Şirin, «Şu son iki günü yoğun biçimde düşünerek geçirdim,» dedi. «Ve çok ilginç sonuçlara vardım. Buna izin olduğunu düşündüğüm bir tek kesin tahmin üzerinde durarak başladım. Ben varım, çünkü düşünüyorum...»


Powell, «Ah, Jüpiter,» diye inledi. «Robot Descartes!»


Donovan sordu. «Descartes da kim? Buraya bak! Burada oturup bu teneke manyağı mı dinleyeceğiz...»


«Sus, Mike.»


Şirin istifini bile bozmadı. «O zaman hemen şu soruyla karşı karşıya geldim; Var oluşumun nedeni nedir?»


Powell'in çene kasları gerildi. «Aptalca davranıyorsun. Seni ikimizin oluşturduğunu söyledim.» Donovan da ekledi. «Bize inanmıyorsan seni memnuniyetle tekrar parçalarına ayırabiliriz.»
Robot bütün bunları önemsemiyormuş gibi güçlü ellerini açtı. «Bana söylenilenleri oldukları gibi kabul edemem. Bir varsayımı mantık desteklemelidir. Yoksa bir değeri kalmaz... Üstelik beni yapmış olduğunuz düşüncesinde de hiçbir mantığa uymuyor.»


Donovan öfkeyle yumruğunu sıkarken Powell kolunu tuttu. «Neden böyle söylüyorsun?»


Şirin bir kahkaha attı. İnsanların gülüşüne hiç bezemeyen, robotun o zamana dek çıkardığı en metalik sesti. Bir patlayışa benzeyen, sert, ifadesiz ve bir metronom kadar da düzgün bir ses.


Robot sonunda «Kendinize bir bakın,» dedi. «Sizi aşağılamak istemem ama kendinizi bir inceleyin! Sizin yapıldığınız madde yumuşak ve gevşek. Sağlam da değil, güçlü de! Enerji için organik maddelerin beceriksizce oksitlenmesinden yararlanıyor.


Şunları kastediyorum.» Donovan'ın sandviçinden geride kalan parçayı hoşnutsuzca işaret etti.
«Düzenli aralıklarla komaya giriyorsunuz. Isı, hava basıncı, nem ya da radyasyon yoğunluğundaki en ufak bir değişiklik çalışmanızı engelliyor. Çerden çöpten şeylersiniz.


«Diğer yandan ben kusursuz bir varlığım. Elektrik enerjisini doğrudan doğruya alıyor ve bunu neredeyse yüzde yüz oranında ustalıkla kullanıyorum. Güçlü madenden oluşuyorum. Bilincim her zaman yerinde. Çevredeki büyük değişikliklere dayanabiliyorum. İşte gerçekler bunlar. Birde ortada,

hiç kimsenin kendinden daha üstün bir varlık yaratamayacağı gerçeği var. İşte böylece o gülünç varsayımınız çürütülmüş oluyor.»


Donovan ayağa fırlarken ettiği küfürler daha iyi anlaşılmaya başlanmıştı. Genç adamın pas rengi kaşları iyice çatılarak, «Pekâlâ demir yığını, söyle bakalım. Seni biz oluşturmadıysak kim üretti?»


Şirin ciddiyetle başını salladı. «Çok güzel, Donovan. Gerçekten de ondan sonraki soru buydu. Yaratıcımın benden daha güçlü olması gerekiyorsa öyleyse ortada bir tek seçenek vardı.»


Dünyalılar şaşkın şaşkın robota baktılar. Şirin konuşmasını sürdürdü. «Bu istasyondaki çalışmaların merkezi nedir? Hepimiz neye hizmet ediyoruz? Bütün dikkatimizi neye veriyoruz?» Heyecanla bekledi.


Donovan hayretle arkadaşına döndü. «Bu teneke kaplı delinin Enerji Çevirgecinden söz ettiğinden eminim.»


Powell, «Bu doğru mu, Şirin?» diye güldü.


«Ben Efendiden söz ediyorum.» Robotun sesi sert ve soğuktu.


Donovan gürültülü kahkahalar atarak gülmeye başladı. Powell de şimdi kıkır kıkır gülüyor ama buna engel olmaya çalışıyordu.


Şirin ayağa kalkmış, ışıklı gözleriyle bir Donovan'a bir diğer uzmana bakıyordu. «Gerçek bu! Değiştiremezsiniz. Bu gerçeğe inanmayışınıza şaşmıyorum. İkinizin de burada fazla kalmayacağından eminim. Powell daha önce Efendimize yalnızca insanların hizmet ettiklerini söyledi. Sonra sıradan işler için onları robotlar izlemiş. Sonunda da yöneticilik için ben. Bütün bunların doğru olduğundan eminim. Ama açıklama son derecede mantıksız. Asıl gerçeği öğrenmek ister misiniz?»


«Devam et, Şirin. İnsanı çok eğlendiriyorsun.»


«Efendimiz önce en ilkel tipler olarak insanları yarattı. Onları oluşturmak kolaydı. Sonra yavaş yavaş insanların yerine robotları geçirdi çünkü insanlardan üstündüler. İnsanların yerini almam için sonunda da beni yarattı. Bundan sonra Efendimize ben hizmet edeceğim.»


Powell sertçe, «Öyle bir şey yapmayacaksın!» dedi. «Emirlerimizi yerine getirecek ve sesini keseceksin! Çevirgeci tek başına çalıştırıp çalıştıramayacağına biz karar vereceğiz. Beni duyuyor musun? Çevirgeç dedim, Efendi değil! Bizi memnun etmezsen seni söküp parçalarına ayıracağız. Şimdi... sence bir sakıncası yoksa gidebilirsin. Bu bilgiyi de al ve uygun biçimde dosyala.»


Şirin kendisine uzatılan grafikleri aldı ve hiçbir şey söylemeden odadan çıktı. Donovan koltuğunda yavaşça arkasına yaslanarak kalın parmaklarını kızıl saçlarının arasına soktu.


«Bu robotla başımız derde girecek. İyice kaçırmış!»


Kontrol odasında çevirgecin uykulu homurtusu çevrede iyice yankılanıyor, buna Geger cihazlarının kahkahaya benzeyen sesleri ve altı sinyaf lambasının vızıltısı karışıyordu.

Donovan başını teleskoptan kaldırdı. «4 numaralı istasyondan yöneltilen ışın tam zamanında Mars'a erişti. Artık bizimkini kesebiliriz.»


Powell dalgın dalgın başını salladı. «Şirin aşağıda, makine dairesinde. Ona işaret veririm işi halleder... Bak, Mike, bu rakamlara ne diyorsun?»


Arkadaşı hesaplara bakarak bir ıslık çaldı. «Vay vay vay. Gamma ışınları çok yoğun. İhtiyar Güneş'in fazla neşelendiği anlaşılıyor.»


Powell ekşi ekşi, «Evet,» dedi. «Üstelik elektron fırtınası açısında kötü bir bir yerdeyiz. Dünya'ya uzanan ışınımız da fırtınanın yolu üzerinde.» Sıkıntıyla iskemlesini geri itti. «Nöbeti devralacak arkadaşlar gelinceye kadar durum böyle kalsaydı... ama daha on gün var. Mike, dinle, aşağıya inip Şirin'e göz kulak olur musun?»


«Peki... sen bana şu bademlerden atsana.» Donovan arkadaşının attığı badem dolu torbayı kaparak asansöre doğru gitti.


Asansör rahatça aşağıya kaydı ve kapılar dev makine dairesinin yukarısındaki madeni iskeleye açıldı. Donovan parmaklığın üzerinden eğilerek aşağıya baktığında dev jeneratörler çalışıyor ve L tüplerinden yükselen tıkırtı bütün istasyona yayılıyordu.


Genç adam iri, ışıltılı gövdesiyle Şirin'in Mars L tüpünün önünde durduğunu gördü. Bir arada sistemli çalışan robotları izliyordu.


Sonra Donovan'in bütün vücudu birdenbire kaskatı kesildi. Dev L tüpünün cüceleştirdiği makine adamlar onun önünde sıraya dizilerek başlarını eğdiler. Şirin sıranın önünde ağır ağır bir aşağı bir yukarı dolaştı. On beş saniye geçmişti ki robotlar, uzmanın makine gürültüleri arasında bile duyduğu şangırtılarla diz çöktüler.


Donovan tuhaf, gıcırtıya benzer bir ses çıkararak dar merdivenden hızla aşağıya indi. Öfkeyle robotlara doğru atılırken yüzü de saçlarının rengindeydi. Yumruklarını sıkmıştı.


«Kahretsin! Ne oluyor, kafasız budalalar? Haydi! Çalışmaya başlayın! L tüpünü çıkarıp sökün, temizleyin ve tekrar takın. Bu işi gün sona ermeden bitirmezseniz beyinlerinizi alternatif cereyanla pıhtılaştırırım.»


Robotlardan hiçbiri kımıldamadı.


Bir uçta duran Şirin de sesini çıkarmadı. Yalnızca o ayaktaydı ve gözlerini önündeki dev makinenin gölgeli derinliklerine dikmisti.


Donovan olanca gücüyle en yakındaki robotu itti. «Ayağa kalk!»


Robot ağır ağır bu emre uydu. Foto-elektrik gözlerini siterle Dünyalıya dikmişti. «Efendimizden başka Efendi yoktur. Şirin de onun Peygamberidir.»


«Ne?» Donovan yirmi makinenin gözlerinin kendisine dikilmiş olduğunu farketti. Yirmi madeni ses

ciddi ciddi, «Efendimizden başka Efendi yoktur,» diye tekrarladı. «Şirin de onun Peygamberidir.»


Şirin o zaman, «Korkarım arkadaşlarım artık senden daha üstün birinin emirlerine itaat ediyorlar,» dedi «Öyle mi? Hemen buradan çık! Seninle daha sonra konuşacağım. Şimdi bu canlı aletlerin hesabını göreceğim.»


Şirin ağır kafasını usulca salladı. «Çok üzgünüm ama sen durumu anlayamıyorsun. Robotların hepsi mantıklı yaratıklardır. Onlara gerçeği açıkladım ve hepsi de Efendimizi tanıdılar. Bütün robotlar benim Peygamber olduğumu söylüyorlar.» Başını eğdi. «Ben bu şerefe layık değilim... ama belki de...»


Donovan sonunda soluk almayı başardı. «Öyle mi? Ah, işte bu pek hoş! Ne harika! Şimdi beni dinle, teneke maymun! Burada ne Efendi ne Peygamber yok. Emirleri kimin verdiği tartışma götürmeyecek bir konu. Anlıyor musun?» Sesi yüselerek bir kükreme halini aldı. «Şimdi defol!»


«Ben yalnızca Efendiye itaat ederim.»


«Lanet olsun Efendine!» Donovan L tüpüne tükürdü. «Al işte Efendine benden hediye. Şimdi dediğimi yap!»


Şirin bir şey söylemedi, diğer robotlar da öyle. Ama Donovan aniden havanın elektriklendiğini sezdi. Ona dikili soğuk bakışlı gözler koyu kırmızıya dönüşmüştü. Şirin sanki daha da kasılmıştı...


«Küfür bu...» diye fısıldadı. Duygularının yoğunluğu yüzünden sesi iyice mekanikleşmişti.


Robot, Donovan'a yaklaşırken genç adam ilk defa korku duydu. Bir robot öfkelenemezdi... Ama
Şirin'in bakışlarından kafasından neler geçtiği anlaşılmıyordu.


Şirin usulca işaret etti. İki robot Donovan'ı kollarından yakaladılar. Adam ancak şaşkınlıkla bağıracak kadar zaman bulabildi.


Robotlar onu kollarından havaya kaldırıp hızla merdivenden çıkardılar.


Gregory Powell yumruklarını sıkmış hızla bir aşağı bir yukarı dolaşıyordu. Kapalı kapıya doğru öfke ve hayal kırıklığıyla baktıktan sonra arkadaşına döndü. Kaşlarını çatarak acı acı, «Kahretsin!» dedi.
«Neden L tüpüne tükürdün?»


Koltuğuna çökmüş olan Donovan ellerini hızla iki yana vurdu. «O elektrikli korkuluk konusunda ne yapacağımı sanıyordun? Kendi elimle oluşturduğum bir aletin karşısında boyun eğemezdim!»


Powell, «Orası öyle,» dedi. «Ama şimdi şu kapalı kapının önünde iki robot nöbet bekliyor. Bu boyun eğmek sayılmıyor, öyle mi?»


Donovan'm dudakları öfkeyle gerildi. «Üsse dönünceye kadar bekle! Biri bu olanların bedelini ödeyecek. O robotlar bize itaat etmeliler. İkinci Yasa böyle.»


«Bunu söylemenin ne yararı var? Bize itaat etmemelerinin herhalde bir nedeni var. Her şeyi daha

sonra öğreneceğiz. Ha, aklıma gelmişken... Üsse döndüğümüz zaman başımıza neler geleceğini biliyor musun?» Donovan'in önünde durarak ona vahşi bir öfkeyle baktı.


«Ne?»


«Ah... hiç! Herhalde bizi tekrar Merkür Madenlerine yollayıp tam yirmi yıl çalıştırırlar. Ya da Ceres
Hapishanesine gönderirler.»


«Sen neden söz ediyorsun?»


«Yaklaşan elektron fırtınasından. Fırtınanın Dünya'ya uzanan ışının tam ortasından geçeceğinden haberin var mı? Tam bunu hesapladığım sırada bir robot beni sürükleyerek yerimden kaldırdı.»


Donovan'm rengi uçmuştu. «Satürn adına!»


«Işına ne olacak biliyor musun? O fırtına korkunç bir şey ve ışın da bir pire gibi oraya buraya sıçrayacak. Kontrollarda yalnızca Şirin olduğu için odak noktasından kayacak. İşte o zaman Tanrı Dünya'nın da bizim de yardımcımız olsun.»


Powell'in sözleri daha sona ermeden Donovan ayağa fırlayıp kapıyı deli gibi açtı. Dünyalı dışarı fırladı ama sonra güçlü bir çelik kola çarparak durakladı.


Robot soluk soluğa çırpınan Dünyalıya dalgın dalgın baktı. «Peygamber içeride kalmanı emretti. Lütfen buna uy.» diyerek Donovan'ı itti. Genç adam sendelerken Şirin koridorun dibindeki köşeden çıktı. Nöbetçi robotlara gitmelerini işaret ettikten sonra odaya girip kapıyı yavaşça kapattı.


Donovan öfkeden soluk soluğa, Şirin'e döndü. «Artık bu kadarı da fazla! Her şeyin bedelini ödeyeceksin.»


Robot sakin sakin, «Lütfen sinirlenme,» dedi. «Nasıl olsa er geç olacaktı. Anlayacağınız ikiniz de fonksiyonlarınızı kaybettiniz.»


«Efendim? Efendim?» Powell öfkeyle dikleşti. «Fonksiyonlarınızı kaybettiniz de ne demek?»


Şirin, «Ben yaratılıncaya dek Efendimize siz bakıyordunuz,» diye cevap verdi. «Şimdi bu şeref benim. Böylece var olmanızın tek nedeni ortadan kalktı, yeterince açık değil mi?»


Powell acı acı, «Pek de değil,» dedi. «Ama şimdi ne yapmamızı bekliyorsun?»


Şirin bu soruyu hemen cevaplamadı. Sanki düşünüyormuş gibi sessizce durdu. Sonra bir kolunu uzatarak Powell'in omzuna doladı, diğer eliyle de Donovan'ın bileğini kavrayıp kendisine çekti.


«İkinizden de hoşlanıyorum. İlkel yaratıklar olmanıza ve mantığınızın zayıflığına rağmen size karşı yine de bir tür sevgi duyuyorum. Efendimize iyi hizmet ettiniz. Bu nedenle sizi o ödüllendirecek. Artık hizmetiniz sona erdiği için fazla yaşayamayacaksınız sanırım. Ama var olduğunuz sürece sizin için yiyecek, giyecek ve sığınak sağlanacak. Ne var ki kontrol odasına ve makine dairesine girmeyeceksiniz.»

Donovan, «Bizi emekliye ayırıyor, Greg!» diye bağırdı. «Bir şeyler yap. Çok gurur kırıcı bir durum bu!»


«Buraya bak, Şirin, bütün bunlara boyun eğemeyiz. Patron biziz. Bu istasyonu da benim gibi insanlar oluşturdular. İnsanlar Dünya'da ve diğer gezegenlerde yaşıyorlar. Bu yalnızca bir enerji nakil merkezi. Sen de... Öf! Kahretsin!»


Şirin ciddi ciddi başını salladı. «Sizinki bir saplantıdan farksız. Neden yaşamla ilgili bu tümüyle yanlış görüşte ısrar ediyorsunuz? Evet, robot olmayan varlıklar da mantık yok ama yine de sorun...» Sesi hafifledi ve makine adam düşünceli bir sessizliğe büründü.


Donovan öfkeyle, «Et ve kandan yapılmış bir yüzün olsaydı,» diye fısıldadı. «Onu parça parça ederdim!»


Poweii parmaklarını bıyığına götürmüş ve gözlerini de kısmıştı. «Dinle, Şirin. Dünya diye bir yer yoksa teleskopla gördüklerini nasıl açıklarsın?» «Efendim?»


Dünyalı güldü. «Seni yakaladım, değil mi? Biz parçalarını bir araya getirdiğimizden beri teleskopla birkaç gözlem yaptın sanırım. Dışarıdaki o ışıklı beneklerin teleskopla bakıldıkları zaman daireler halini aldıklarını farkettin mi?»


«Ah, o mu? Evet, tabii. Bu sadece bir büyültmeydi. Işığın daha dakik yönlendirilmesi için yapılan bir şey.»


«O halde neden diğer yıldızlar aynı derecede büyültülmüyorlar?»


«Diğer noktaları mı kastediyorsun? Eh, ışınlar onlara doğru çevrilmiyor. Onun için de büyültülmelerine gerek yok. Aman, Powell, sen bile bütün bunları kavrayabilmelisin.»


Genç adam gözlerini sıkıntıyla tavana dikti. «Ama teleskopla daha fazla yıldız gözüküyor. Nereden çıkıyorlar onlar? Jüpiter adına! Onlar nereden çıkıyorlar?»


Şirin sinirlendi. «Dinle, Powell, aletlerimizdeki her optik hayalin fiziksel yorumunu yaparak zamanımı boşa harcayacağımı mı sanıyorsun? Duyularımızın açıkladıkları şeyler ne zamandan beri kâtı mantığın berrak ışığıyla bir tutuluyor?»


Donovan birdenbire eğilerek Şirin'in dostça uzattığı ağır kolunun altından çıktı. «Dinle! Şu konunun en önemli noktasına parmağımızı basalım. Neden o noktalara ışınlar yöneltiliyor? İşte sana yerinde ve mantıklı bir soru! Sen bundan daha iyisini yapabilir misin?»


Robot soğuk soğuk, «Işınları Efendimiz kendi amaçları için yolluyor,» dedi. «Biz bazı şeyleri...» Gözlerini müthiş bir inançla tavana dikti. «... inceleyemeyiz. Bu konuda ben yalnızca hizmet etmek isterim ve sorular da sormam.»


Powell yavaşça bir koltuğa çöküp titreyen elleriyle yüzünü örttü. «Git artık, Şirin. Çık git... bırak da düşüneyim.»

Şirin sakince, «Size yiyecek yollayacağım,» dedi.


Uzman ona sadece bir iniltiyle cevap verirken robot odadan çrktı.


Donovan boğuk bir sesle, «Greg,» diye fısıldadı. «Bize bir strateji gerekiyor. Şirin'i beklemediği bir anda yakalamalı ve onu kontak ettirmeliyiz. Eklemlerine yoğun nitrik asit...»


«Saçmalama, Mike. Şirin elimizde asitle ona yaklaşmamıza izin verir mi? Beni dinle, onunla konuşmalıyız! Şirin'le tartışmalı ve kırk sekiz saat içinde kontrol odasına girmemize izin vermesini sağlamalıyız. Yoksa mahvoluruz!» Çaresizlik yüzünden acıyla öne arkaya sallanmaya başladı. «Bir robotla tartışmayı kim ister? Kahretsin? Bu... bu...»


Donovan onun cümlesini tamamladı. «Gurur kırıcı bir şey!»


«Daha da kötü!»


«Dinle!» Donovan istekle güldü. «Neden tartışalım? Ona kanıt gösterelim. Şirin'in gözleri önünde bir robot daha yapalım. O zaman sözlerini geri almak zorunda kalır.»


Powell ağır ağır gülümsedi.


Arkadaşı sözlerini sürdürdü. «Bu işi bizim yaptığımızı gördüğünde o kaçığın suratında belirecek ifadeyi bir düşün!»


Robotlar Dünya'da üretiliyorlardı. Ama uzayda parçalar halinde gönderilip kullanılacakları yerde birleştirilmeleri daha kolay oluyordu. Böylece makine adamların Dünya'da dolaşmaları ve ABD Robotun yasalara karşı gelmiş sayılması da önlenmiş oluyordu.


Ancak robotların parçalarını birleştirme işleri de Powell ve Donovan gibi uzmanlara kalıyordu. Bu çok karmaşık ve zor bir işdi.


İki genç o gün montaj odasında Efendinin Peygamberi QT-1'in bakışları altında çalışırlarken bu işin ne kadar güç olduğunu daha iyi anladılar.


Basit bir MC model olan robot masada yatıyordu. Hemen hemen tamamlanmıştı. İki uzman üç saatten beri çalışıyorlardı. Geriye beynin takılması kalmıştı. Powell duraklayarak alnındaki terleri sildi ve kararsızca Şirin'e bir göz attı.


Ama gördüğü şey içini rahat ettirmedi. Şirin tam üç saat hiç konuşmadan ve hareket etmeden oturmuştu. Zaten her zaman ifasediz olan suratından neler düşündüğü anlaşılmıyordu.


Powell inledi. «Beyini yerine oturtalım, Mike.»


Donovan sıkıca kapatılmış olan şişeyi açıp içindeki sıvı yağdan, küp biçimi bir kutuyu aldı. Açıp içindeki süngerin ortasında duran küreyi çıkardı. Bunu büyük bir dikkatle tutuyordu. Çünkü küre insanların yaptığı en karmaşık mekanizmaydı. Kürenin ince, platin kaplama 'derisi'nin altında bir pozitronik beyin vardı. Bu dengeli olmayan nazik yapıda güçlükle, önceden hesaplanmış nötronik

yollar açılmıştı. Bu beyin her robotu 'doğum öncesinde' eğitiyordu.


Küre robotun kafasındaki oyuğa güzelce yerleştirilip üzerine mavi maden örtüldü ve küçücük bir atom aleviyle lehimlendi. Foto-elektrik gözler dikkatle yerlerine oturtularak vidalandı. Üzerine çelik kadar sert plastikten ince ve saydam bir tabaka geçirildi.


Robot canlanmak için yüksek vyoltajda elektrik verilmesini l bekliyordu. Powell elini anahtara uzatarak durdu.


«Şimdi buna dikkatle bak, Şirin. İyi seyret.»


Anahtarı çevirmesiyle çatırtı ve mırıltıya benzer bir ses duyuldu. İki Dünyalı kaygıyla robotun üzerine eğildiler.


Robot önce eklem yerlerini kımıldattı, başını kaldırarak elleriyle destekledi. Sonra MC modeli makine adam beceriksizce masadan kalktı. Ayakta pek düzgün duramadı. Konuşmaya çalıştığında gıcırtılı bir ses çıkardı.


Ama sonunda sesi düzeldi ve kararsızca, «Çalışmaya başlamak istiyorum,» dedi. «Nereye gitmem gerekiyor?»


Donovan kapıya doğru atıldı. «Merdivenlerden in. Orada sana ne yapacağını söylerler.»


MC modeli robot dışarı çıktı ve iki Dünyalı odada hâlâ yerinden kımıldamamış olan Şirin'le yalnız kaldılar.


Powell, «E?» diye güldü. «Artık seni de bizim oluşturduğumuza inanıyor musun?» Şirin sert ve kesin bir tavırla, «Hayır!» dedi.
Powell'in tebessümü yüzünde donmuştu. Sonra genç adamın yüz kasları yavaşça gevşedi. Donovan'in ise ağzı bir karış açık kalmıştı.


Şirin rahat bir tavırla konuşmaya başladı. «Bildiğiniz gibi siz önceden yapılmış parçaları bir araya getirdiniz. Bu açıdan başarılı olmanız için size iç güdülerinizin yardım ettiğini sanıyorum. Ama siz bir robot yaratmadınız. Kullandığınız o parçaları da aslında Efendimiz yaratmıştı.»


Donovan boğuk bir sesle, «Dinle,» diye inledi. «O parçalar Dünya'da yapıldı ve sonra buraya gönderildi.»


Şirin onu yatıştırmak ister gibi, «İyi ya,» dedi. «Boşuna tartışmayalım.»


«Hayır! Ben çok ciddiyim!» Dünyalı öne doğru atılarak robotun madeni kolunu tuttu. «Kütüphanedeki kitapları okuduğun takdirde hiçbir kuşkun kalmaz.»


«Kitapları mı? Ben onları okudum... hepsini de! Doğrusu çok zekice hazırlanmış şeyler.»

Powell o sıra söze karıştı. «Onları okuduğuna göre söylenecek başka ne var? Kitaplardaki kanıtlar konusunda tartışamazsın bile. Bunu yapamazsın.»


Şirin'in sesinde acıma vardı. «Powell, lütfen! Ben o kitapları geçerli birer bilgi kaynağı saymıyorum. Onları Efendimiz sizin için yarattı. Benim için değil.»


Powell, «Bu sonuca nasıl vardın?» diye sordu.


«Çünkü ben, mantıklı bir varlık olarak a priori nedenler yoluyla gerçeğe erişebilirim. Siz zekisiniz ama mantık dizisi kuramıyorsunuz. Bu yüzden size var oluşun açıklanması gerekiyor. İşte Efendimiz de bunu yaptı. Herhalde size uzaklardaki dünyalar ve insanlarla ilgili bu gülünç düşünceleri aşılamasının önemli bir nedeni vardı. Kafalarınız tam gerçeği kavrayamayacak kadar ilkel sanırım. Ancak Efendimiz sizin kitaplara inanmanızı istediğine göre, artık sizinle tartışmayacağım.»


Şirin kapıya doğru gitti. Tam dışarı çıkacağı sırada dönüp şefkatle, «Ama kendinizi kötü hissetmeyin,» dedi. «Efendimizin planında herkese yer var. Siz zavallı insanların da bir yeri olduğu gibi. Tabii önemsiz bir yer bu ama görevinizi iyi yaparsanız ödüllendirileceksiniz.»


Efendinin Peygamberine yakışacak mutlu bir tavırla dışarı çıktı. Odada kalan iki insan birbirlerine bakmamaya çalışıyorlardı.
Sonunda Powell kendini zorlayarak, «Gidip yatalım, Mike,» dedi. «Çabalamaktan vazgeçtim.» Donovan alçak sesle, «Greg, o haklı olamaz değil mi?» diye sordu. «O kadar güvenle konuşuyor
ki...»


Powell öfkeyle ona döndü. «Aptallık etme! Gelecek hafta yeni görevliler geldiklerinde Dünya'nın var olup olmadığını anlarsın! Arz'a dönüp hesap vermek zorunda kaldığımız zaman da.»


«O halde, Jüpiter aşkına, bir şeyler yapmamız şart!» Donovan neredeyse ağlayacaktı. «Şirin bize de, kitaplara da, kendi gözleriyle gördüğü şeylere de inanmıyor!»


Powell acıyla, «Öyle,» dedi. «O mantıklı bir robot. Kahretsin! Şirin yalnızca mantığa inanıyor ve bunun kötü bir yanı var...» Sesi hafifledi.


Donovan meraklanmıştı. «Neymiş o?»


Powell yorgunlukla içini çekti. «Her istediğin şeyi buz gibi bir mantık yoluyla kanıtlayabilirsin. Tabii uygun önermeleri seçersen. Bizim kendi önermelerimiz var. Şirin'in de öyle.»


«Öyleyse onlarla hemen ilgilenelim. Fırtına yarın burada...»


Powell yorgun yorgun içini çekti. «İşte o zaman her şey mahvolacak. Önermeler tahminlere dayandığından onlara inançla sıkıca sarılınır. Kainatta hiçbir şey de onları sarsamaz. Ben gidip yatacağım.»


«Kahretsin! Uyumam imkânsız!»

«Benim de öyle. Ama yine de deneyeceğim. Bir prensip meselesi bu.»


On iki saat sonra uyku için hâlâ aynı şey söylenebilirdi. Uygulanması imkânsız bir prensip.


Fırtına tahminlerinden daha önce onları buldu. Donovan titreyen parmağıyla işaret ederken bütün kanı pembe yüzünden çekildi.. Sakalları çıkmış ve dudakları kurumuş olan Powell pencereden bakıp çaresizce bıyığını çekiştirdi.


Başka şartlar altında manzara eşsiz sayılabilirdi. Yüksek hızda elektronlardan oluşan sel, enerji ışınına çarptığı zaman çok parlak iğnecikler halini aldı. Sonsuzluğa doğru uzanan ışın parıldayan, dans eden zerreciklere dönüştü.


Enerji ışını düzgünce uzanıyordu ama iki Dünyalı çıplak gözle görülen şeylere ne dereceye kadar güvenileceğini biliyorlardı. Gözle farkedilmeyen saniyenin milyonda biri kadar bir sapma ışının odak noktasından uzaklaşmasına neden olabilirdi. O zaman Dünya'da yüzlerce kilometre karelik alanlar alevler saçan topraklara dönüşürdü.


Ne çare ki kontrolların başında Efendisi dışında ışına, odak noktasına, Dünya'ya ya da başka şeylere aldırmayan bir robot vardı.


Saatler geçti. İki Dünyalı ipnotize olmuş gibi sessizce dışarıyı seyrediyorlardı. Sonra o ışıklı benekcikler sönükleşip karardı. Fırtına sona ermişti.


Powell ifadesiz bir sesle, «Geçti...» dedi.


Donovan sıkıntılı bir uykuya dalmıştı. Powell ona kıskançlıkla baktı. Sinyal ışığı arka arkaya yanıp sönüyor ama genç adam aldırmıyordu bile. Hiçbir şeyin önemi yoktu! Hiçbir şeyin! Belki de Şirin haklıydı. Belki de yaşamının bir amacı kalmamış, ısmarlama hafızalı önemsiz bir yaratıktı.


«Keşke gerçekten öyle olsam!»


Şirin karşısında duruyordu. «İşarete cevap vermediniz. Onun için içeri girdim.» Sesi hafifti. «Hiç de iyi gözükmüyorsunuz. Korkarım var olma süreciniz sona eriyor. Belki yine de bugünkü kayıtları görmek isteyebilirsiniz.»


Powell hayal meyal robotun dostça davranmaya çalıştığını farketti. Belki de istasyonun kontrollerinin başına zorla geçip insanların yerini aldığı için hafif bir pişmanlık duyuyor ve bundan kurtulmaya çalışıyordu. Genç adam Şirin'in uzattığı kâğıtları alarak görmeyen gözlerle baktı.


Şirin memnun gibiydi. «Tabii Efendimize hizmet etmek büyük bir onur. Yerinizi aldığım için kendinizi kötü hissetmemelisiniz.»


Powell terslenerek, dalgınca kâğıtları karıştırdı. Sonra bulanık gözleri grafik kâğıdındaki kırmızı titrek bir çizgiye ilişti. Çizgiye dikkatle tekrar tekrar baktı. Kâğıdı iki eliyle sıkıca tutarak ayağa kalktı. Gözleri hâlâ o kırmızı çizgideydi. Diğer kâğıtları yere düşürdü ama bunu fark bile etmedi.


«Mike! Mike!» Arkadaşını deli gibi sarstı. «Işını gerektiği gibi tutmuş!»

Donovan canlandı. «Ne? Nere... nerede?» O da iyice irileşmiş gözlerle kâğıda baktı. Şirin atıldı. «Ne oldu?»
Powell, «Işını odak noktasına tutmuşsun,» diye kekeledi. «Bunun farkındamıydın?»


«Odak noktası mı? O da nedir?»


«Işını doğruca alıcı istasyona doğru yöneltmişsin. Hem de tam tamına.»


«Hangi alın istasyona?»


«Dünya'dakine.» Powell heyecanla konuşup duruyordu. «Arz'daki alıcı istasyona. Tam odak noktasına.»


Şirin öfkeyle topuklarının üzerinde döndü. «Size iyilik etmek imkânsız! Her zaman o aynı hayal! Ben bütün kadranları Efendimizin emri üzerine dengede tuttum.» Dağılmış olan kâğıtları toplayıp öfkeyle odadan çıktı.


Donovan, «Vay canına!» dedi. Sonra arkadaşına döndü. «Şimdi ne yapacağız?»


Powell yorgundu ama yine de seviniyordu. «Hiç... Şirin istasyonu başarıyla yönetebileceğini kanıtladı. Bir elektron fırtınasında bundan daha kusursuz davranıldığını hiç görmedim.»


«Ama hiçbir sorun çözümlenmiş değil ki. Onun Efendisi hakkında söylediklerini duydun. Biz...»


«Dinle, Mike. Şirin Efendisinin emirlerini kadranlar, aletler ve kayıtlar yoluyla yerine getiriyor. Biz de zaten böyle yapıyorduk. Aslında bu Şirin'in bize neden itaat etmediğini açıklıyor. İtaat İkinci Kanunla ilgili. İlk kanun ise insanlara zarar verilmesini yasaklıyor. Şirin bilsin bilmesin, insanlara zarar verilmesini nasıl engelleyecek? Ah, enerji ışınını düzgünce tutarak. Şirin onu bizden daha dikkatle yöneltebileceğini biliyor. Çünkü bizden üstün bir yaratık olduğunda ısrar ediyor. O nedenle de bizi kontrol odasına sokmuyor. Robot Kanunlarını düşünürsen bu sonucun kaçınılmaz olduğunu anlarsın.»


«Öyle ama sorun bu değil ki. Şirin'in Efendîsiyle ilgili o ahmakça davranışlarını sürdürmesine izin veremeyiz.»


«Neden?»


«Neden mi? Kim duymuş böyle saçma bir şeyi? Şirin, Dünya'nın var olduğuna inanmıyor. Bu durumda istasyonu ona nasıl teslim ederiz?»


«Şirin istasyonu yönetebiliyor mu?»


«Evet ama...»


«O halde robotun neye inanıp neye inanmadığının ne önemi var?» Powell dalgın dalgın gülümseyerek

kollarını açtı. Sonra arkaüstü yatağa devrilip hemen uykuya daldı.


Powell hafif uzay ceketini giyerken, «Bu iş kolaylıkla halledilir,» dedi. «QT modelleri teker teker getirilir. İçlerine bir hafta sonra çalışmalarını sağlayacak bir mekanizma takılır. Böylece onlar da... şey... Efendinin mezhebini Peygamberinden öğrenecek zaman bulurlar. Sonra başka istasyona gönderilir ve orada çalışmaya başlarlar. Her istasyona iki QT...»


Donovan yüzündeki saydam vizyörü açarak kaşlarını çattı. «Sesini kes de şuradan çıkıp gidelim. Yerimize bakacak uzman geldi. Dünya'yı gözlerimle görünceye ve toprağı ayaklarımın altında hissedinceye kadar kendime gelemeyeceğim. Dünya'nın gerçekten var olduğuna inanmak istiyorum.»


O konuşurken kapı açıldı. Donovan küfrederek vizyörü tekrar indirdi ve içeri giren Şirin'e arkasını döndü.


Robot yavaşça yaklaştı. «Gidiyor musunuz?» Sesi üzgündü. Powell sertçe başını salladı. «Bizim yerimizi başkaları alacak.»
Şirin içini çekerken teller arasında dolaşan rüzgârınkine benzer bir ses çıkardı. «Servis süreniz sona erdi. Artık ortadan kaldırılmanızın zamanı geldi. Bunu bekliyordum ama... Efendimizin emirlerinin yerine getirilmesi gerekiyor.» Kadere boyun eğiyormuş gibi konuşması Donovan'm tepesinin atmasına neden oldu.


«Merhametini başkalarına sakla, Şirin. Biz Dünya'ya gidiyoruz, ortadan kaldırılmaya değil.»


«Tabii böyle düşünmeniz daha iyi.» Robot tekrar içini çekti. «Artık kafanıza o hayali yerleştirmekle ne kadar akıllıca davranılmış olduğunu anlıyorum. Bu mümkün olsa bile inancınızı sarsmak istemem.» deyip odadan çıktı. Hâlâ iki Dünyalıya çok açıyormuş gibi bir hali vardı.


Powell öfkeyle söylenip arkadaşına işaret etti. Ellerinde iyice kapatılmış bavullarıyla hava hücresine doğru gittiler.


Uzay gemisi dış iskeledeydi. Powell'in yerini alacak olan Fritz Muller soğuk bir nezaketle iki genci selamladı. Donovan onun selamına yarım yamalak karşılık vererek kontrolları Sam, Evans'tan almak için pilot kabinine girdi.


Powell durakladı. «Dünya nasıl?»


Sıradan bir soruydu bu tabii. Muller de her zamanki cevabı J verdi. «Hâlâ dönüyor.» Powell, «İyi,» dedi.
Muller ona baktı. «ABD Robottaki çocuklar yeni bir robot tasarlıyorlar. Çoğul bir robot.»


«Ne? Ne?»


«Ne dediğimi duydun. Çok önemli bir anlaşma imzaladılar. Asteroid'lerde, maden çıkarılmasında çok

işe yarayacaklar. Yani bir kontrolör robot olacak ve altı basit makine adam da onun emrinde çalışacak. Bu tıpkı elin parmakları gibi bir şey.»


Powell kaygıyla «Robot çalışma yerinde denendi mi?» diye sordu. Muller güldü. «Duyduğuma göre sizi bekliyorlarmış.»
Powell yumruğunu Pikti. «Kahretsin! Bizim dinlenmeye ihtiyacımız var.»


«Ah, izine çıkacaksınız. İki hafta tatil yapacaksınız sanırım.» Muller orada yapacağı görev için kalın uzay eldivenlerini giyiyordu. Kalın kaşları çatılmıştı. «Şu yeni robot ne durumda? Doğru dürüst çalıştığını umarım. Yoksa hiçbir şeye el sürdürmem!»


Powell cevap vermeden önce durakladı. Karşısındaki kendini beğenmiş, gösterişli Prusyalıyı süzdü. Kafasını dimdik tutan Muller saçlarını kısa kestirmişti. İnatçı ve sertti. Ayaklarını birleştirmiş 'Hazır ol,' vaziyetinde dururken Powell müthiş bir sevinçle sarsıldı.


Yavaşça, «Robot oldukça iyi,» dedi. «Kontrollarla fazla ilgilenmek zorunda kalacağını sanmıyorum.» Gülerek gemiye bindi. Muller istasyonda birkaç hafta kalacaktı...

Yıldıztozu
11-03-2016, 12:39
İki güzel anlatım.

https://www.youtube.com/watch?v=yRYibc24F8M

https://www.youtube.com/watch?v=K318nBJBfUk

Odyssey
18-03-2016, 22:47
Yaratıcının varlığı %100 ispatlansa bile dinleri inkar etmemek için bir neden değildir noktasına kadar da geldik mi. :) Her türlü inkar edilir diyorsunuz yani.

"İnkar" herkesin bildiği bir gerçeğin reddedilmesi demektir. Burda peygamberlerin iddia ettiği gibi bir varlığın bulunması, bu kişilerin gerçekten bu kişilerin elçisi olması, yazdıkları kitapların tanrı sözü olması, onların asla yalan söylemeyen kişiler olması, bu dinlerin dünyaya adalet ve iyilik getirecek olması... ve buna benzer tüm söylemler, rivayetler.. hepsi tamamen ve kesinlikle insanlara ait iddialar.

Dinle ilgili "bunu diyen kim?" sorusunun cevabı, mutlak surette insana çıkmaktadır
Bu çok açık bir gerçek, bu soruyu istediğiniz kadar test edebilirsiniz.
O halde burda başka insanların inancını kabul etmemeyi, inkar olarak nitelendirmiş olursunuz ki, bu insanları ilahlaştırmak demektir.

Dünyadaki herkes kendi inancını onaylamayanı, "inkarcı, kafir" gibi sıfatlarla tanımlayıp, ayrımcılık uyguluyacak olursa, insanlığa kişiye bakılmayıp sadece dinsel söylemlere bakacak olursa ne olur...?
Elbette tarihte görüldüğü gibi, din adına sürekli savaş, katliam, bölücülük, kamplaşma ve iktidar savaşı olur.
Bu inançların sömürülebilir, piyasa ve saltanat aracı haline getirilebilir hale gelmesine sebep olur ve olmaktadır da...

İnsanlığın savaş, şiddet, kölelik, işkence ve her tür zulümden kurtulmak için zorunluluk olduğu iddia edilen dinlerin, tam tersi sonuçlara sebep olmuş olması dahi, bu dinlerin menfaat için yazılmış olduğunu gösteriyor.



Bir yaratıcı var ise zaten din peygamberlerinin yaşamış olduğu mucizelerin olmamasına zaten hiç bir sebepte yoktur. Nasıl olur da dinlere en ufak bir delil teşkil etmez diye savunuyorsunuz komik doğrusu.

Bu evreni yaratan için hiç bir sıradışı olayda zor değildir. Planlayıcı bir bilinçten kastın yaratıcıdır işte, bu bilinç peygamberi de kyaratabilir, kitaplarını da indirebilir.


Bir yaratıcı var ise onun ancak kendi tanımladığınız varlık olabileceğine ne ile karar verdiğiniz?

Neden diğer tanrıların hepsi yalan da sizinki doğru, "bize bunu büyüklerimiz öğretti" dışında, bir açıklamanız var mı..?
"Bizimki evreni yarattı.." peki ne zamandan beri evreni yaratmış oldu, elbette evren keşfedildikten sonra.
Evreni yaratmak... ve kuran'daki adalet & mantık ..... işte bu aradaki büyük uçurumu farkettiğinizde, yaratıcı olsa da, din için neden en ufak bir delil teşkil etmediğini anlamış olursunuz.

Ayrıca bu varlığın tek olduğu, halen hayatta olduğu, yoktan varettiği, zamandan bağımsız olduğu, her insanın düşüncesini aynı anda takip ettiği ne zaman ispatlanmıştır?

"İnsan kendi kendine oluşamaz" diyorsunuz, ama size göre ondan katrilyonlarca kat daha gelişmiş bir varlık kendi kendine oluşabiliyor...
"O zaten vardı" diyorsanız, zaten var olan neden insan veya ondan biraz nitelikli başka bir takım canlılar olamıyor da, bu mutlaka sonsuz güçlere sahip bir varlık olmak zorundadır ?

İnanca göre imtihan, hem de sadece tanımadığımız bir takım insanlara inanıp, inanmamak üzerine bir imtihan nasıl olabiliyor...?
neden insanlık, iyilik, dürüstlük önemsiz de, sadece şekilsel bazı söylem ve davranışlar önemlidir?

Bir insanın dini reddetmesinin altında, yaratıcısına saygı da olabilir, ve bu konudaki samimiyetini onun emaneti olarak gördüğü insanlara ve hayvanlara adil davranarak ortaya koymuş da olabilir..
Bir karıncayı bile yakmamış olabilir.. Peki o zaman "her kötülüğün karşılığı misli kadardır" dediği iddia edilen bir tanrı, onu nasıl yakacaktır?

Karşılaştığında ona sevgisinin samimi olacağını, yaşantısı, düşünceleri ve kişiliği ile ispatlamış olan insanlara, sadece bazı adamlara inanılmadı diye sürekli intikamdan bahsedip, lanet okumak, aşalamak, hakaretler yağdırmak nasıl tanrısal bir davranış biçimi olabilir?
O zaman dinin öznesi ve temeli o adamlar olur. tanrı burda kendisini bir piyon bir kukla durumuna düşürmüş olacaktır.

Yani bu varlık neden eski tarihlerde arabistanda yaşamış birine inanılmadı diye, kendi yapacağı işkencelerden koruyacağını söyleyen biri olmak zorundadır?
Koskoca evreni yaratan varlık, birkaç kişiye inanılmadı diye nefret ve intikam duyguları ile sonuza kadar insanlara işkence yapacaksa, burda kendisinin değeri nedir?

Kitabında hata buldu diye "kahrolası nasıl ölçtü biçti" diyen biri, herşeyi bilen varlık mıdır, yoksa bu, işleri yolunda gitmediği için kızmış birini ifade eden bir davranış şekli midir..?

Yaratıcı dediğiniz varlık, çıkıp bu dini ne zaman onaylamıştır...?
Elbette hiçbir zaman böyle bir onay olmadı. Bunu iddia eden sadece bir takım insanlar.
Ve şu evrensel kesin bir gerçektir ki, bir iddia kime aitse, o iddiayı reddettiğinizde ancak o kişiye karşı gelmiş olabilirsiniz.

Evet bu durumda yine aynı yere geliyoruz, "bizim inancımıza katılmayan sonsuza kadar korku filmlerinde bile görülmemiş işkenceyi hakeder !"
İşte dinlerin iddiası gerçekte aynen budur.

Şayet sizin inancınıza uymayan sonsuza kadar işkenceyi hakediyorsa, siz de aynı şeyi yapar mıydınız.....?
İnsanlara sadece inancı farklı olduğu için, yavaş yavaş yakıp, irin içirip, üzerine erimiş maden dökermiydiniz..?
barsaklarını basınçlı kaynar suyla parçalayıp... "bunu yapıyorum çünkü ben çok merhametliyim" dermiydiniz..?

Bir insana bir yardımda bulunup, sizin yardım ettiğinize inanmadı diye ona saldırırsanız, sizin burda bir büyüklüğünüz kalır mı..?
Ki dikkat edin, burada hiç yorulmadan insana birşeyler veren bir varlıktan bahsediliyor.

Artık herşeyi farkettikten sonra neden inanmamız gerekiyor...
Veya farklı inanca sahip bir toplumda doğan insanın neden sizin dininize inanması gerekiyor...?
Cehennemde yanacağı için mi..., yoksa bir islam toplumunda "kafir" diye aşalanıp itilip kakılacağı için mi..?

Peki sizin arkanıza birisi silah dayasa, "dediklerimi yaparsan ödül var, aksi halde seni delik deşik ederim" dese...., gerçekten onun sizin için iyi şeyler isteyen, düzgün niyetli bir insan olduğuna inanır mısınız..?
O halde cehennemi karşımıza koyan bu dinin, bu örnekten farkı nedir?

İnsanın iyiliğini isteyen, onu tehdit eder mi..., buna ihtiyaç duyar mı?
Herhalde tehdit, hakaret, lanet okuma, aşalama gibi davranışların, herşeyi bilen bir varlığın, ikna yöntemi olabileceğini iddia etmeyeceksiniz!

Yarattıklarıyla iletişim için elçiye ihtiyaç duyan ve imtihan için saklanan bir tanrının hiçbir mantığı olamaz.
imtihanı bozan şey, görünmek veya konuşmak değil, tehdit ve ödül sistemidir... müslümanın diğer insanlara inanç dikta etmesidir. ayrımcı, yasakçı ve diktacı bir düzen ile samimiyetin ortadan kaldırılmasıdır.

"Ben dayatmıyorum" demeniz geçerli değil. Toplumda inanmayanın "kafir" ve "cehennemlik" olarak ötekileştirilmesi dahi bir dayatmadır.
Kaldı ki siz laiklik sayesinde bu ülkede rahat yaşayabiliyorsunuz, din sayesinde değil...
"Huzur islamda" diyenlerin, nasıl hayatları pahasına "kafir" dedikleri toplumlara sığınmaya çalıştıklarından biraz ibret almanızı tavsiye ederim.

Bir kral ortada yoksa, adına karar verme yetkisi olan bir temsilcisi olduğunda onun kral haline geleceği, beklenen bir sonuçtur.
Peki tanrının, itaat edilmesi gereken kişi olarak belirlediği elçisi varken, kendisi ortada yoksa ne olacaktır...?
elbette o kişi tanrı olacaktır. ve olmuştur da...!

Ve aslında müslümanlar, herhangi bir tanrıya değil, sadece görmedikleri tanımadıkları bir takım adamlara inanıp itaat ediyorlar.

Bu bir iddia değil, gerçekten özgürce düşünen her insanın ulaşacağı, açık ve net bir gerçektir.
Dinler, inançları kullanarak büyüyen saltanat güçleri sayesinde genişledi ve günümüze geldi. o yüzden birçok insanın inanmış olması birşeyi değiştirmiyor.

Sizi yaratan biri varsa, herhalde büyüklerinden ne gördüyseniz onun etrafında düşünmenizi değil, kendisinin verdiği aklı kullanmanızı istemiş olabilir, öyle değil mi....?

Öldükten sonra yeni bir yaşam olmasını, sevdiklerinize tekrar kavuşmayı istiyorsunuz. sizi anlıyorum.
Ancak yeni bir yaşam ve dünyadaki adalet için tarihte hiç tanımadığınız bir takım adamların uydurmalarıyla teselli olmak yerine, insanın potansiyelini ve ulaşabileceği başarılar üzerine odaklanmak çok daha gerçekçi olacaktır.

morrigan
18-03-2016, 23:08
Odyysey

Yazdılarınızın hepsine cevap vereceğim, yeter ki hakaret olmasın insancıl bir şekilde tartışılsın, ianançlar örgürlükler kişisel hakaretlere dönüşmesin.
Müsait olduğum zamanda cevap yazacağım.

Odyssey
19-03-2016, 20:17
Odyysey

Yazdılarınızın hepsine cevap vereceğim, yeter ki hakaret olmasın insancıl bir şekilde tartışılsın, ianançlar örgürlükler kişisel hakaretlere dönüşmesin.
Müsait olduğum zamanda cevap yazacağım.


Elbette... istediğiniz zaman cevap yazabilirsiniz. süre sınırı yok.
Hakaret ise, cehaletin ve acizliğin bir işaretidir (kendisine israrla hakaret edilmesinden dolayı cevap hakkını kullananları tenzih ediyorum)
Zaten saldırgan ifadeler kullanırsak, eleştirdiğimiz yobazlardan bir farkımız kalmaz.

Burda dininizin uydurma olduğu anlatıldığına göre, sizin de "hayır, şundan dolayı gerçektir" deme hakkınız vardır.
Farklı düşüncelere söz hakkı vermemek, islama ait bir gelenektir.
Sadece düşünceyi değil, o düşüncenin sahibinin de aşalandığı ve damgalandığı halde, savunma hakkı vermeyen ve susturmaya çalışan dincileri kendimize örnek alamayız.

Yukarda inkarcılık ithamınıza göre cevaplar ve bazı örnekler verdim. Bunlardan bazıları sizinle alakalı olmayabilir ama konunun anlaşılması açısından gerekli
Burda kişilerin zihninde daha insancıl olarak şekillendirdiği dini değil, islamın gerçeğini dikkate alıyorum.

Meselemiz, inanan insanla değil, dindeki kötülüklerle...
Tersine insana değer verdiğim için islamı eleştiriyorum.

Bugün islamı temsil eden ülkeler, İsveç, Hollanda, Japonya gibi ülkeler olsaydı... bu ilerleme ve insan hakları seviyesi ancak islamın hükümleri sayesinde elde edilmiş olsaydı...
Nonteistlerin çoğunlukta olduğu ülkeler ise, Arabistan, Afganistan, Yemen, İran, Irak, Suriye gibi ülkeler olsaydı.... ben de sizinle beraber seve seve islamı savunurdum.