Turan Dursun Sitesi Forumları
Geri git   Turan Dursun Sitesi Forumları > Felsefe > Felsefi Tartışmalar

Cevapla
 
Başlık Düzenleme Araçları Stil
  #1  
Alt 08-06-2022, 19:56
Filozof - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Filozof Filozof isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
 
Üyelik tarihi: 10 Aug 2016
Mesajlar: 364
Standart Neden Sosyalizm? - Albert Einstein



Ekonomik ve sosyal meseleler konusunda uzman olmayan birinin sosyalizm üzerine görüş belirtmesi doğru olur mu? Bu soruya birkaç sebeple olumlu yanıt veriyorum.

Bu soruyu öncelikle bilimsel açıdan değerlendirelim. Astronomi ile ekonomi arasında metodolojik olarak önemli bir fark yokmuş gibi görünebilir: İki alanda da bilim insanları, sınırlı bir grup fenomen için, bu fenomenlerin arasındaki iç bağlantıları mümkün olabildiğince net anlaşılabilir kılacak genel kabul edilebilir yasalar keşfetmeye çalışırlar.

Ama aslında metodolojik farklar gerçekten vardır. Ekonomi alanında genel yasaların keşfi, gözlemlenen ekonomik fenomenlerin, çoğu zaman ayrı ayrı değerlendirilmesi çok zor olan birçok faktörden etkilenmesi sebebiyle zordur. Ayrıca, insanlık tarihinin sözümona uygar döneminin başlangıcından bu yana sağlanan deneyim birikimi, hepimizin bildiği üzere, hiçbir şekilde salt ekonomiye özel olmayan sebeplerle büyük oranda etkilenmiş ve sınırlandırılmıştır. Örneğin tarihteki büyük devletlerin çoğu varlıklarını fetihlere borçlu olmuşlardır. Fetheden halklar, kendilerini fethettikleri ülkenin yasal ve ekonomik açıdan ayrıcalıklı sınıfı olarak tesis etmişlerdir. Toprak mülkiyeti tekelini ellerine geçirmiş ve kendi saflarından ruhbanlar atamışlardır. Eğitim üzerinde kontrol sahibi olan bu ruhbanlar, toplumdaki sınıf ayrımını kurumsallaştırmış, bundan böyle insanların büyük ölçüde bilinçsizce toplumsal davranışlarına yön verecek bir değerler sistemi oluşturmuşlardır.

Sosyalizmin gerçek amacı

Tarihsel gelenek güya düne dair olmasına rağmen, Thorstein Veblen'in insanlığın gelişiminde ‘avcı aşama' olarak adlandırdığı dönemi henüz hiçbir yerde gerçekten aşabilmiş değiliz. Gözlemlenebilir ekonomik olgular o aşamaya aittir ve bunlardan çıkarabileceğimiz yasalar bile başka aşamalar için geçerli değildir. Sosyalizmin gerçek amacı tam da insanlığın gelişimindeki bu avcı aşamasını aşmak ve ötesine taşımak olduğundan, mevcut durumu içinde ekonomi bilimi, geleceğin sosyalist toplumuna çok az ışık tutabilir.

İkincisi, sosyalizm sosyal-etik bir amaca yöneliktir. Öte yandan bilim ise bir yandan sonal amaç koyamayacağı gibi, bunları insanlara aşılaması da daha bile az olasıdır; bilimin yapıp yapabileceği şey ancak belirli amaçlara ulaşılmasını sağlayacak araçlar sunmaktır. Bu amaçlar, yüksek etik ideallerin taşıyıcısı olan şahsiyetler tarafından tasavvur edilirler. Bu amaçlar ölü doğmuş değiller de canlı ve kuvvetliyseler, toplumun yavaş evrimini yarı bilinçsizce belirleyen sayısız insan tarafından benimsenip geleceğe taşınırlar.

İşte bu sebeplerle, insanlığın sorunları söz konusu olduğunda bilimin ve bilimsel metotların rolünü abartmamak için dikkatli olmalıyız ve toplumun örgütlenmesini etkileyecek meselelerde kendisini ifade etme hakkına sadece uzmanların sahip olduğunu düşünmemeliyiz.

Bir süredir birçok ses, insanlık toplumunun bir krizden geçtiğini ve istikrarının ciddi şekilde bozulduğunu dillendirmekte. Bu gibi durumların karakteristik bir özelliği, bireylerin, küçük ya da büyük olsun, ait oldukları gruba karşı ilgisiz ve hatta düşmanca duygular hissetmesidir. Ne demek istediğimi göstermek için kendi deneyimlediğim bir örneği anlatayım: Yakın bir zaman önce entelektüel ve dost tavırlı bir adamla insanlığın varoluşunu ciddi şekilde tehdit edeceğini düşündüğüm yeni bir savaş tehlikesi üzerine konuşuyordum ve bu tehlikeyi ancak uluslarüstü bir kurumun önleyebileceğini söyledim. Bunun üzerine konuğum, son derece sakin bir tavırla şunu söyledi:

Çıkış yolu var mı?

-İnsanlığın yok olmasına neden bu denli karşısınız ki?

Yüzyıl evvel kimsenin bu türden bir fikri böylesine kolayca beyan edemeyeceğinden eminim. Bu cümle, kendi iç dengesini bulma çabası beyhude çıkmış ve başarma umudunu da az çok yitirmiş bir insanın ifadesidir, bugün birçok insanın yaşadığı acı verici yalnızlığın ve izole olmuşluğun ifadesidir. Bunun sebebi ne? Bundan bir çıkış yolu var mı?

Bu gibi soruları sormak kolay ama emin bir şekilde cevap vermek zordur. Duygularımız ile uğraşılarımızın çoğu zaman karşıt ve karmaşık olduğunun ve kolay ve basit formüllerle açıklanamayacağının gayet bilincinde olsam da elimden geldiğince cevaplamaya çalışmalıyım.
İnsan, aynı anda hem yalnız hem de sosyal bir varlıktır. Yalnız bir varlık olarak kendisinin ve yakınlarının varlığını korumaya, kişisel ihtiyaçlarını karşılamaya ve doğuştan gelen yeteneklerini geliştirmeye çalışır. Sosyal bir varlık olaraksa başkalarının takdirini ve ilgisini kazanmaya, onların sevinçlerini paylaşmaya, acılarını dindirmeye ve hayat koşullarını geliştirmeye uğraşır. İnsanın özgül karakterini ancak bu çok yönlü ve sık sık birbiriyle çelişki içindeki çabalar meydana getirir ve bir insanın içsel dengesini ne ölçüde kurabileceğini ve toplumun refahına katkıda bulunabileceğini bunların özel bir bileşimi belirler. Bu iki itkinin göreli gücünün temel olarak kalıtım yoluyla belirleniyor olması muhtemeldir. Ancak nihayetinde ortaya çıkan kişilik, bireyin gelişme döneminde içinde bulunduğu çevreyle, içinde büyüdüğü toplumun yapısıyla, o topluma ait geleneklerle ve bazı davranışların yüceltilmesiyle şekillenir.

"Toplum" dediğimiz soyut kavram, insanın kendi çağdaşlarıyla ve geçmişte yaşamış insanlarla olan doğrudan ve dolaylı ilişkilerinin toplamıdır. Birey kendi başına düşünebilir, hissedebilir, çabalayabilir ve çalışabilir, ancak fiziksel, entelektüel ve duygusal varoluşu topluma öylesine bağımlıdır ki, onu toplumun çerçevesi dışında ele almak veya anlayabilmek imkansızdır. İnsana yiyecek, giyecek, barınma, çalışma aletleri, dil, düşünce kalıpları ve kafasındaki birçok şeyi sağlayan "toplum"dur. Bu kısa "toplum" sözcüğünün ardında, geçmişte ve günümüzde milyonlarca insanın başardığı birçok iş yatar.

Dolayısıyla bireyin topluma bağımlılığı, tıpkı arılar ile karıncalarda olduğu gibi, inkar edilemez bir doğa yasadır. Öte yandan, karıncaların ve arıların hayatları boyunca yaptıkları işin ayrıntıları değişmez kalıtımsal içgüdülere dayanırken, insanların sosyallikleri ve birbirleri ile ilişkileri çok değişken ve değişime açıktır. Yeni bağlar kurma kapasitesi, bellek ve sözlü iletişim becerisi, insanlar arasında biyolojik ihtiyaçlarca dikte edilmeyen gelişmeleri mümkün kılmıştır. Bu gelişmeler geleneklerde, kurumlarda, ve örgütlerde; edebiyatta; bilimsel ve teknik başarılarda; sanat eserlerinde gösterir kendisini. Bu, bir anlamda, insanın kendi hayatını kendisi belirleyebildiğini ve bu süreçte bilinçli düşünme ile isteğin rol oynayabildiğini göstermektedir.

İnsanın yazgısı

İnsan doğuşta, sabit ve değiştirilemez saymamız gereken, insan türünün karakteristiği olan doğal itkiler de dahil, kalıtımsal yoldan biyolojik bir yapı edinir. Ayrıca insan, hayatı boyunca gerek iletişim yoluyla, gerekse de başka birçok etkileşim üzerinden, toplumdan belli bir kültürel temel edinir. Zamanla değişmek zorunda olan ve bireyle toplum arasındaki ilişkiyi büyük ölçüde belirleyen işte bu kültürel temeldir. İlkel toplum olarak adlandırılan toplumlar üzerine yapılan karşılaştırmalı araştırmalarla, modern antropoloji, insanların toplumsal davranışlarının, hakim kültürel kalıplara ve toplumda egemen olan örgütlenme türlerine bağlı olarak büyük ölçüde farklılık gösterebileceğini öğretmiştir bize. İnsanın yazgısını iyileştirme derdindekiler şuna ümit bağlayabilirler: İnsanlar, biyolojik yapıları gereği birbirlerini yok etmeye veya kendi başlarına sardıkları zalim bir kaderin insafına kalmaya mahkum değildirler.

İnsan hayatını olabildiğince tatmin edici hale getirmek için toplumun yapısını ve insanın davranışlarını nasıl değiştireceğimizi kendimize soruyorsak, değiştiremeyeceğimiz kimi koşullar olduğu gerçeğini sürekli aklımızda tutmalıyız. Daha önce belirttiğim gibi, insanın biyolojik yapısı her türlü pratik amaç doğrultusunda değiştirilebilir değildir. Ayrıca, son birkaç yüzyıldaki teknolojik ve demografik gelişmeler de hep baki kalacak bazı koşullar yaratmıştır. Kalabalık nüfuslu yerleşim bölgelerinde varlıklarını idame ettirebilmek adına zorunlu olan bazı ürünler için çok geniş bir iş bölümü ve daha merkezileşmiş bir üretim mekanizması gereklidir. Bireylerin veya küçük grupların kendine yetebildiği o zamanlar – dönüp bakıldığında cennet gibi gelen – artık geri gelmemek üzere geçmişte kaldı. Bugün insanlığın gezegen üzerindeki bir üretim ve tüketim toplumu olduğunu söylemek fazla abartı olmaz.

Kötülüğün gerçek kaynağı

Bunları söyledikten sonra bugün yaşanan krizin kendimce nedenlerini açıklamaya girebilirim. Bu bireyin toplumla ilişkisini teşkil ediyor. Birey, topluma bağımlılığının her zamankinden fazla bilincinde. Ancak bu bağımlılığı bir olumluluk, organik bir bağ, koruyucu bir güç olarak algılamıyor; aksine, doğal haklarına veya ekonomik varlığına bir tehdit olarak görüyor. Dahası, toplum içinde, sürekli kendi yapısındaki bencil dürtüleri öne çıkarırken doğasında var olan sosyal dürtüleri giderek zayıflatan bir konuma sahip. Toplum içindeki yerleri ne olursa olsun, bütün insanlar bu bozulma sürecinden mustariptirler. Kendi bencilliklerinin bilinçsiz mahkumu olarak kendilerini güvensiz, yalnız ve hayatın naif, basit ve karmaşık olmayan güzelliklerinden mahrum hissederler. İnsan, bu fani ve tehlikeli hayatta ancak kendisini topluma adayarak anlam bulabilir.

Benim görüşüme göre kötülüğün gerçek kaynağı kapitalist toplumun bugünkü ekonomik anarşisidir. Önümüzde, üyeleri kaba kuvvetle olmasa da yasal olarak tesis edilmiş kanunlara tam uyum üzerinden birbirlerini kendi kolektif emeklerinin meyvelerinden mahrum bırakmak için durmaksızın çabalayan koca bir üreticiler topluluğu görüyoruz. Bu açıdan üretim araçlarının, yani tüketim mallarının ve sermaye mallarının üretilmesi için gerekli olan bütün üretim kapasitesinin yasal olarak bireylerin özel mülkiyetinde olabildiği ve çoğunlukla da olduğu gerçeğini görmek gerekiyor.

Basitleştirmek açısından, takip eden açıklamalarımda, sözcüğün alışılmış anlamına pek uymasa da üretim araçlarına sahip olmayan kişilere "emekçi" diyeceğim. Üretim araçlarının sahipleri, emekçilerin işgücünü satın alabilecek bir konumdadır. Üretim araçlarını kullanan emekçi, kapitalistin malı olacak yeni mallar üretir. Bu süreçte önemli olan nokta, gerçek değeriyle ölçüldüğünde emekçinin ürettiği ile karşılığında aldığı para arasındaki ilişkidir. İş sözleşmesi "özgür" olduğu sürece, emekçinin aldığı parayı, ürettiği malın gerçek değeri değil, en düşük düzeydeki ihtiyaçları ve kapitalistin iş için yarışan emekçilerin sayısıyla bağlantılı olan işgücü ihtiyacı belirler. Emekçinin ücretinin teoride bile ürettiği malın değeriyle belirlenmiyor olması çok önemli bir noktadır.

Özel sermaye oligarşisi

Özel sermaye, kısmen kapitalistler arasındaki rekabetten, kısmen de teknolojik gelişmelerin ve iş bölümünün artmasıyla büyük üretim birimlerinin küçüklerin yok edilmesi pahasına açılması nedeniyle birkaç kişinin elinde toplanma eğilimindedir. Bu gelişmelerin sonucu olarak inanılmaz güçlü bir özel sermaye oligarşisi oluşur ve demokratik olarak örgütlenmiş toplumlar tarafından bile etkin olarak denetlenemez. Yasama organlarının üyeleri siyasi partiler tarafından seçildiğinden ve bunlar büyük oranda, pratik amaçları adına seçmeni yasa yapma sürecinden ayıran kapitalistler tarafından hem finanse edildikleri hem de başka şekillerde nüfuz altına alındıkları için doğrudur bu. Sonuç itibariyle halkın temsilcileri aslında nüfusun ayrıcalıklı olmayan kesiminin çıkarlarını gereğince korumazlar. Dahası, mevcut koşullar altında, kapitalistler basın, radyo, eğitim gibi başlıca iletişim kanallarını doğrudan ya da dolaylı olarak ellerinde tutarlar. Bu sebeple yurttaşların objektif çıkarımlar yapması ve kendi siyasal haklarını kullanabilmesi çok zordur, hatta birçok durumda imkansızdır.
Sermayenin özel mülkiyetine dayanan bir ekonomideki durum, iki temel prensiple karakterize olur: Birincisi, üretim araçlarının (sermayenin) özel mülkiyeti ve mülk sahiplerinin isteğine göre kullanılması, ikincisi ise iş akitlerinin serbest yapılması. Elbette bu anlamda saf (yüzde yüz) bir kapitalist toplum yoktur. Emekçilerin uzun ve zorlu siyasi mücadelelerden sonra belirli işçi kategorilerinde nispeten daha gelişmiş bir "serbest iş akdi" elde ettikleri gözardı edilmemelidir. Ancak bir bütün olarak ele alındığında bugünün ekonomisinin "saf" kapitalizmden pek bir farkı yoktur.

Bireyin hakları ve demokrasinin güç olması

Üretim kâra yöneliktir, kullanıma değil. Çalışabilen ve bunu isteyen herkes iş bulacak diye bir şart yoktur, "işsizler ordusu" hep var olagelmiştir. Emekçi sürekli işini kaybetme korkusu içindedir. İşsizler ve düşük ücretli işçiler kar elde edilebilecek bir pazar sağlamadığından tüketici mallarının üretimi kısıtlanır ve sonuç büyük krizlerdir. Teknolojik gelişme insanların iş yükünü azaltacağına daha fazla işsizliğe neden olmaktadır. Kapitalistler arası rekabetle birleşen kâr güdüsü, sermaye birikimi ve kullanımında dengesizliğe yol açar, bu ise giderek daha şiddetlenen ekonomik krizlere yol açar. Sınırsız rekabet inanılmaz bir emek israfına yol açarak daha önce de sözünü ettiğim gibi insanların toplumsal bilincini sakatlar.

Toplumsal bilincin sakatlanmasını kapitalizmin en berbat kötülüğü olarak görüyorum. Bütün eğitim sistemimiz bu kötülükten mustarip. Gelecekteki kariyerine hazırlık adına başarıya tapması öğretilen öğrenciye abartılı bir rekabetçilik aşılanıyor.

Bu kötülükleri ortadan kaldırabilmenin tek bir yolu olduğuna, bunun da toplumsal amaçlara yönelik bir eğitim sistemine eşlik eden sosyalist bir ekonomi sisteminin tesis edilmesi olduğuna inanıyorum. Bu ekonomide üretim araçlarının sahibi toplumdur ve kullanımını kendisi planlayacaktır. Toplumun ihtiyaçlarına göre üretim yapılan planlı ekonomi, yapılacak işi yapabilecek olanlara dağıtacak ve her erkeğin, kadının ve çocuğun geçimini güvence altına alacaktır. Doğuştan gelen yeteneklerinin geliştirilmesine ek olarak, bireyin eğitimi, bugün olduğu gibi gücün ve başarının yüceltilmesi yerine, diğerlerine karşı sorumluluk duygusu yaratmaya yönelik olacaktır.

Ancak yine de planlı ekonominin henüz sosyalizm sayılamayacağını hatırlamakta fayda var. Böyle bir planlı ekonominin, bireyin tamamen köleleştirilmesiyle yürümesi de olasıdır. Sosyalizm çok güç bazı sosyo-politik sorunların çözümünü gerektirir: Politik ve ekonomik gücün aşırı merkezileşmesi ve bürokrasinin kibirli ve kadiri mutlak olması nasıl engellenebilir? Bireyin hakları nasıl korunabilir ve böylece bürokrasinin gücüne karşı demokrasinin dengeleyici güç olması nasıl sağlanabilir?
Yaşadığımız bu geçiş çağında, sosyalizmin amaç ve sorunlarını açıklığa kavuşturmak büyük önem taşıyor. Bu sorunların günümüz koşullarında açık ve engellenmeden tartışılması hep tabu sayıldığından, bu derginin kurulmasını topluma çok önemli bir hizmet olarak görüyorum.


* Albert Einstein'ın Monthly Review dergisinin Mayıs 1949 tarihli ilk sayısı için kaleme aldığı makalesini Serap Güneş, Özgür Politika için Türkçe'ye tercüme etti.



Alıntı ile Cevapla
  #2  
Alt 08-06-2022, 20:02
Filozof - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Filozof Filozof isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
 
Üyelik tarihi: 10 Aug 2016
Mesajlar: 364
Standart















Alıntı ile Cevapla
  #3  
Alt 08-06-2022, 23:36
Yıldıztozu - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Yıldıztozu Yıldıztozu isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
 
Üyelik tarihi: 22 Sep 2014
Mesajlar: 4.242
Standart

Filozof´isimli üyeden Alıntı Mesajı göster
[IMG][/IMG]

şu nüfusun %99'u köle muhabbeti ülkemizin %99'u müslümandır muhabbetine benziyor.
her ikisi de safsata.

çalışmak kölelikse komünizmde herkes köle oluyor.
kapitalizm bu çalışanları bir tık daha fazla çalıştırıp o fazlalığı da zenginlerin servet aracı olarak kullanıyor.
gayet akıllıca ve başarılı bir düzen.
bir tık fazla çalışmak kimseyi köle yapmaz, ama bir sürü kişiyi özgür yapar.

komünistlerin diğer bir manipülasyonu da dünyanın en zengin 10 insanın servetinin dünyanın yarısının servetine eşit olmasını kullanmaları.
evet bu oran doğru ama bunun realitede hiçbir anlamı yok. o servetler kağıt üzerinde.

Bm konseyi Elon Musk hakkında servetinin %2'si dünyada açlığı bitirir demişti. Musk buna harika cevap verdi; açlığı bitirecek projenizi getirin servetimi sunmaya hazırım dedi. Buna karşın bm konseyi sessiz kaldı.
En zenginlerin parasını tüm dünyaya dağıtmak fakirliği bitirmez, zenginliği bitirir.
Alıntı ile Cevapla
  #4  
Alt 09-06-2022, 00:34
Filozof - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Filozof Filozof isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
 
Üyelik tarihi: 10 Aug 2016
Mesajlar: 364
Standart

Yıldıztozu´isimli üyeden Alıntı Mesajı göster
şu nüfusun %99'u köle muhabbeti ülkemizin %99'u müslümandır muhabbetine benziyor.
her ikisi de safsata.

çalışmak kölelikse komünizmde herkes köle oluyor.
kapitalizm bu çalışanları bir tık daha fazla çalıştırıp o fazlalığı da zenginlerin servet aracı olarak kullanıyor.
gayet akıllıca ve başarılı bir düzen.
bir tık fazla çalışmak kimseyi köle yapmaz, ama bir sürü kişiyi özgür yapar.

komünistlerin diğer bir manipülasyonu da dünyanın en zengin 10 insanın servetinin dünyanın yarısının servetine eşit olmasını kullanmaları.
evet bu oran doğru ama bunun realitede hiçbir anlamı yok. o servetler kağıt üzerinde.

Bm konseyi Elon Musk hakkında servetinin %2'si dünyada açlığı bitirir demişti. Musk buna harika cevap verdi; açlığı bitirecek projenizi getirin servetimi sunmaya hazırım dedi. Buna karşın bm konseyi sessiz kaldı.
En zenginlerin parasını tüm dünyaya dağıtmak fakirliği bitirmez, zenginliği bitirir.
Özgürlüğü paraya bağlayıp özgür olmak için para peşinde koşarak paraya köle olmak ve hayatı parayla sınırlamak sizin gibi köle ruhlu alt insanların işidir, filozofların değil

Alıntı ile Cevapla
  #5  
Alt 09-06-2022, 10:59
Yıldıztozu - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Yıldıztozu Yıldıztozu isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
 
Üyelik tarihi: 22 Sep 2014
Mesajlar: 4.242
Standart

Filozof´isimli üyeden Alıntı Mesajı göster
Özgürlüğü paraya bağlayıp özgür olmak için para peşinde koşarak paraya köle olmak ve hayatı parayla sınırlamak sizin gibi köle ruhlu alt insanların işidir, filozofların değil
Aslında özgürlüğü paraya bağlayan sizdiniz, çünkü zengin olmayan %99'luk kesimi köle olarak tanımladınız. Kölelik kriteriniz paraya bağlı olunca özgürlüğü de paraya bağlamış oluyorsunuz.
Herkes bir şey peşinde koşar. Para, aşk, aile, din, iktidar vs. Salt bir şey peşinde koşmayı kölelik olarak tanımlamak zor.
Alıntı ile Cevapla
  #6  
Alt 12-06-2022, 01:07
Pasteur Pasteur isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üyeliğini Sonlandırmış
 
Üyelik tarihi: 06 Jul 2021
Mesajlar: 601
Standart

Kapitalizm normları ile sözleşmeli olarak doğsa idi. Bugün sosyalizm, kominizm v.s. v.s. tartışmaları hiç yapılmıyor olurdu. Bireysel zenginleşmenin bir limiti olmalıydı. Makinalar insanların işlerini(geçimini) elinden alamamalıydı. Bir kumarhaneye girseniz orada bile limit vardır. Bugün 26 kişinin zenginliği 3,5 milyar insana denk geliyormuş. Böyle bir şeye müsade edilemez. Böyle bir sistem legal- hukuk içi olamaz. Diğer insanların da insan onur ve şerefine yaraşır yaşam hakkı var. Bu insanlar bu insanlara bakmak zorundadır.
Alıntı ile Cevapla
  #7  
Alt 12-06-2022, 02:12
Filozof - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Filozof Filozof isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
 
Üyelik tarihi: 10 Aug 2016
Mesajlar: 364
Standart

Yıldıztozu´isimli üyeden Alıntı Mesajı göster
Aslında özgürlüğü paraya bağlayan sizdiniz, çünkü zengin olmayan %99'luk kesimi köle olarak tanımladınız. Kölelik kriteriniz paraya bağlı olunca özgürlüğü de paraya bağlamış oluyorsunuz.
Herkes bir şey peşinde koşar. Para, aşk, aile, din, iktidar vs. Salt bir şey peşinde koşmayı kölelik olarak tanımlamak zor.
Kafan basmadığı için her şeyi paraya bağlayanın kapitalizm denen köle düzeni olduğunu idrak edemeyecek kadar zırcahilsin.

Sen ve senin gibi aklı evveller için bilinmesi gereken tek şey bu;

tanrısı para
kendine köle
sözleri zehir
onu dinleme


Alıntı ile Cevapla
  #8  
Alt 15-06-2022, 19:25
spartacus - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
spartacus spartacus isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Kıdemli Üye
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
 
Üyelik tarihi: 06 Apr 2006
Mesajlar: 12.694

Onur Üyeliği 

Standart

Kapitalizm değişime direniyor, olan da bu. Devrimler, evrimlerin sıçrama noktasıdır, kısaca kendiliğinden evrimleşmez, ancak evrime bir bütün olarak bakıldığında, zaten her form-yapı değişim süreci devrim sürecidir. Yani öyle bir nokta-sürece gelinir ki, değişim aniden açığa çıkar, diyalektik. Örneğin bir türün oluşması için diyelim ki milyon yıl geçti, orada yaşanan birikim artık eski form yapıyı başkalaştıracak düzeye eriştiğinde, yeni form aniden belirir. Kısaca eşik dediğimiz olgu. Kapitalizm doğaya uygun olan değil aksine feodalizm gibi direnen bir sistemdir.

Doğada iradi üretim yoktur, üretim insanla başladı, dolayısıyla üretim ilişkileri de 10-14.000 yıllık bir dönemi kapsar ve doğaya direndiği ölçüde var olagelmiştir. İnsanın da evrimi açısından 12-14.000 gibi süreçler yenidir, dolayısıyla bu süreçlerde köleci, feodal ve kapitalist üretim ilişkileri yaşanmıştır. Doğa ise karşılık beklemez, dolayısıyla üretmek için insanın asıl ihtaç duyduğu şey emektir, hal böyle olunca kapitalizm gibi üretim ilişkileri, doğaya karşı direnerek var olabilirler ve mutlak olamazlar, aynen feodalizmin de mutlak olmadığı gibi... Zira doğa karşılık beklemiyor, sarfedilmesi gereken ise emektir. Kendin ve doğa için çalış, emeği böyle sarfet, bu doğal olandır. Başkalarının sömürü esaslı çıkarları için emek sarfetmek, doğa-insan ilişkisine terstir, zira arada kimse yoktur. Yani doğa açısından başkasının sırtından geçinmek gerekmiyor-böyle bir şart yoktur. O halde doğal olduğu iddia edilemez, şart emektir ve doğaldır. Kısaca doğa açısından, emek sarfetmek gerekli ve yeterli... Her üretim ilişkisi, kendi tipinde insan, toplum oluşturmak için çalışır, savaşır ve çatışır, bu doğaya karşı bir direnç eylemidir de. Dolayısıyla evrimin yönünü zoraki direnen belirleyemez, koşullar belirler ve toplumlar da koşulların dayatımına uzun süre direnemezler, değişmek zorundadırlar...

Sersemler akıllıların 7 yılda cevaplandıramayacağı soruları 1 günde sorarlar.
-------
Korku ve menfaat dalkavukluğa yol açar.
-------
İnsan korktuğuna ya da arzuladığına çok kolay inanır. La Fontaine
-------
Öküz tahta çıkarsa padişah olmaz, saray ahır olur. Çerkes Atasözü
-------
Akıllı bizi arayıp sormaz, aptal bacadan akar.
------
Su dağları kemirir, vadileri doldurur.
------
Aslanlar kendi tarihçilerine kavuşuncaya kadar kitaplar avcıyı övecektir.
------
Hürriyet, başkalarına vermedikçe alamayacağımız tek şeydir. William Allen White
------
Belki söylendi herşey,/ belki de gece bekleniyor/ yazılsın diye aynı cümle. Tüm nedenleri yeryüzünün/ bir çakıltaşına takılıp kaldı. Esteban
------
Sıradan insan kendini evrenin merkezi yapmanın yolunu arar; bilge kişinin evreni onun merkezindedir. Lao Tzu
Alıntı ile Cevapla
  #9  
Alt 16-06-2022, 21:34
dine mine ne - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
dine mine ne dine mine ne isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
 
Üyelik tarihi: 21 May 2015
Mesajlar: 1.529
Standart

spartacus´isimli üyeden Alıntı Mesajı göster
Kapitalizm değişime direniyor, olan da bu.

İnsanları mülksüzleştirmeye zorlayan paranın gücüdür, bu yüzden kapitalizmin değişime nasıl direnebildiğini tam olarak anlamış değilim. Analizinizde, paranın gerçek gücü bir şekilde eksik kalıyor. Bu prosedürdeki itici güç saf felsefe değil, belirleyici gücün para aracılığıyla gerçekleştirildiği gerçeğidir. Bunu görmeniz lazim.

Yapay Korona salgını dünyayı bu duruma getirdi. Dünya Ekonomik Forumu "Büyük Sıfırlama "dan söz ettiğinde, kaçınılmaz olarak kendi gücünü garanti altına alacak yeni bir dünya düzeninden başka bir şey istememektedir. Kapitalizme yönelik eleştirel tutumunuz, olup bitenlerin yanlış bir analizidir. Eğer doğallıktan bahsedecekseniz, sistemin evrensel geliri hakkında da birkaç söz sarf etmelisiniz.

Bugün büyük şirketler için "uluslar üstü örgütler" aracılığıyla küresel etki yaratması çok daha kolay. Bu gidişat, eleştirel gazetecilerin analizlerini doğrulamaktadır. Sözde aydınlar siyasi sistemlere sızmakta ve böylece insanları yönetmek istemektedirler. Özgür gazeteciler tarafından yapılan eleştirel analizler, insanlığa karşı bir komplo olduğunu yıllar önce kanıtlamıştır.

Kanıtlar çok fazladır ve eğer hala ideolojik ve ekonomik olarak etkilenmemiş, geniş çapta erişilebilir bir medya olsaydı, vicdansız bir azınlık tarafından ele geçirilmeleri uzun zaman önce ifşa edilir ve sona erdirilirdi. Ancak, olağanüstü zamanlarda yaşıyoruz. Sırlarını açıklamakta isteksiz oldukları gibi, tipik narsis kibirleriyle hükümetleri devirmiş olmakla da övünüyorlar.

Küreselci düşüncenin ana hedefi küresel bir sosyalist düzenin kurulmasıdır. Konuya doğru açıdan bakıldığında, kapitalizm ve komünizmin ortak hedefinin küresel sosyalizm olduğunu görmek zor değildir. Küresel sosyalizm tek bir küresel ulus, dil ve yasa için çabalar. Dindarlığın ve milliyetçiliğin yok edilmesi, küreselleşmeci düşünürler tarafından bunun için temel bir önkoşul olarak görülmektedir. Aslında bu tam da küreselcilerin dünyada kurmak istedikleri tek bir din modelinin yapısı olarak görülebilir ve ulusal yapılar da bu modele göre tek tip hale getirilmek istenmektedir.

İcat edilen pandemi dönemi, küreselci düşünürler tarafından küresel sosyalizme geçiş için bir aşama ve araç olarak kullanılacaktı. Bir yandan, salgının neden olduğu varsayılan ancak gerçekte salgınla çok az ilgisi olan çeşitli yasakların toplumlar üzerinde yarattığı baskılara karşı toplumların tepkilerini ve kontrol edilebilirliklerini ölçmek istediler. Küreselcilerin, toplumların ve insanların bu kadar büyük bir kısmının yasaklara ve baskılara direneceğini ve baskıların istenilen sonuçları vermeyeceğini beklemediklerini söyleyebiliriz.

Toplumları ve devletleri küresel kurumlara bağımlı hale getirmek, bu kurumları kontrol eden küreselci düşünürlerin hedefidir. Devletlere dayatılan borçlar ve imzalamak zorunda bırakıldıkları çeşitli anlaşmalarla, devletlerin ve toplumların borçlarını ve yükümlülüklerini yerine getiremez hale getirilmesi amaçlanmaktadır. Bu şekilde devletler ve toplumlar küresel kurumların etkisi ve kontrolü altına alınmaya çalışılmaktadır. Finans tekelleri bu süreçte aktif rol oynamaktadır. Yine küresel kurumlar devletleri "başarısız devlet" haline getirerek ekonomik-siyasi-askeri müdahaleye de kapı aralamaktadır.


Buna ek olarak, yeni ve tam kontrollü bir para sistemi uygulamaya konulacaktır. Burada da finans tekelleri önemli bir rol oynamaktadır. Bu amaçla para dijitalleştirilecek ve dijital para sadece finans tekelleri tarafından kontrol edilen dijital ödeme sistemlerinde kullanılacaktır. Hiperenflasyonun amacı para biriminin değerini düşürmek ve böylece halkı mülksüzleştirmektir.

Küresel kurumlar daha sonra "sosyal kredi sistemi" ve nihayetinde "küresel bir sosyalizm" yaratmak için toplumlara elektronik para birimleri/kripto para birimleri sunarak ve onları bunları kullanmaya zorlayarak (nakit parayı ortadan kaldırarak) "nakitsiz toplum" projesini gerçekleştirmek istemektedir. Krizler (doğal veya yapay) fırsat olarak görülmekte ve küreselciler bunları kendi avantajlarına kullanmaya çalışmaktadır.

Bildiğimiz gibi sosyalizmde mülkiyet yoktur (sınırlı izinler olabilir) ya da daha doğrusu belirli tekeller tüm mülkiyete sahiptir. Küreselci fikir aynı zamanda belirli küresel tekellerin tüm mülkiyete sahip olmasını amaçlamaktadır. Amaç, insanları bu tekellere tamamen bağımlı hale getirmektir. Küresel tekeller tek işveren haline geldikçe, amaç insanları/toplumları gelir elde etmek için bu tekellerin sağladığı işlerde çalışmaya zorlayarak bağımlılık yaratmaktır. Amaç, insanları küresel tekellerin şirketlerinde çalışmaya zorlamak ve onları küresel tekellerin mülklerinde kiracı yapmaktır. Daha açık bir ifadeyle, amaç bizi küresel sosyalizmin "mutlu kölesi" yapmaktır. Küreselci düşüncenin hedefi budur.

Küresel medya, kurumlar, finans ve benzeri yapılar daha da sıkı ve kapsamlı bir şekilde kontrol edilecek ve muhalifler, medyada başından beri uygulandığı gibi, sistemin dışına itilecektir. Sistemden ihraç edilmek elbette toplumdan izole edilmek demektir. Küreselci düşüncenin kurmak istediği bu düzende özgür düşünce ve hareket özgürlüğü kısıtlanmakta ve git gide imkansız hale getirilmektedir. Bu sizin için uygun olabilir, ancak anarşi adına bu büyük bir kabustur.

Bazı insanlar hiç değişmez. kendilerini deyistirmemek icin sadece daha iyi yalan atmayi öğrenirler
Alıntı ile Cevapla
  #10  
Alt 17-06-2022, 17:02
Pasteur Pasteur isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üyeliğini Sonlandırmış
 
Üyelik tarihi: 06 Jul 2021
Mesajlar: 601
Standart

dineminedine Diyor ki
Yapay Korona salgını , İcat edilen pandemi dönemi

"evrim" e "teori" diyen, olgu salgına yapay diyor. Bu ne yaman çelişkidir. Olmayan "tanrı" yı varmış sanmak için, olanı gerçek, olguları ise inkar gerekir değil mi? Buna ise tıp da tek tanım şizofreni denir.



Olması imkansız sözde varlıklara inanmak bir beyin hastalığıdır. Biz de o hastalıktan birilerinin manipülesi ile geçtik ordan biliyoruz. Yani sizin gibi bir yerlerimizden ilhamla bir şeyler üfürmüyoruz. Hastalıktan kurtulmanız için önce hasta olduğunuzu kabullenmeniz gerekir.


Virüsleri size isterseniz gösterirler. Ama biz size var olduğunu iddia ettiğiniz tanrı/ları kanıtla/göster desek, ne hikmetse siz de tık mık yok... Tısss...
Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Önerilen Siteler


Yetkileriniz
Yeni Mesaj yazma yetkiniz Aktif değil dir.
Mesajlara cevap verme yetkiniz aktif değil dir.
Eklenti ekleme yetkiniz aktif değil dir.
Kendi Mesajınızı değiştirme yetkiniz Aktif değildir dir.

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-KodlarıKapalı

Gitmek istediğiniz forumu seçiniz


Bütün Zaman Ayarları WEZ +3 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 10:00 .