The Origin of The Inheritance Culture in Mesopotamia: From Babylonia to Arabia
Arkadaşlar, bilirsiniz "Allah'ın Matematik Hatası..." tartışmasında 122. taba geldik (ki ben bu tartışmaya 88. tabdaki 873. mesajla katılmıştım) ve Agnostik.Org'daki "Kuran'daki Matematik Hatası" tartışmasında da 58. taba geldik, hala bir sonuç yok. Şaka maka bir hesap yaparsak, yalnızca burada 1 tabtaki mesajların A4 formatında ortalama 10 sayfaya karşılık geldiğini düşünürseniz, 122x10 sayfa=1220 sayfa ve Agnostik.Org'da da 580 sayfa olduğu sonucu çıkar. Ulan arkadaş, Kuran'daki miras problemini yıllarca ve 1000'lerce sayfa boyunca tartışıyoruz ama sonuç yok. Saçımıza ak düştü hala bir sonuca ulaşabilmiş değiliz. Peki ne olacak bizim halimiz?
İnanmazsanız "Allah'ın Matematik Hatası..." tartışması bakın! Tek başıma kalsam da ordaki tartışma hala devam ediyor. Ancak son mesajlarımda konu hakkında bir makale yazdıktan sonra (ki bu makaleyi 3 farklı versiyonla sunmuştum) oradaki bir arkadaş buradaki e-postama bir mesaj atarak beni uyardı ve makalemle birlikte yeni bir konu açmamı istedi. Ben de onun bu tavsiyesine uyarak ve makalemin son şeklini "Mezopotamya'daki Miras Kültürünün Kökeni: Babil'den Arabistan'a (The Origin of the Inheritance Culture in Mesopotamia: From Babylonia to Arabia)" olarak sizlere sunmak zorunda kaldım.
İnanın bu çalışmada hiçbir art niyet yok; yalnızca tablet ve metinlere dayalı sonuçlar elde edilmiş olup beklenen "gerçek" kabak gibi ortaya çıkmıştır. Bu makalede benim yaptığım şey, tabii çok büyük bir efor sarfetmekle, tablet ve eski metinlerdeki sonuçları bir araya getirip şimdiye kadar hiç kimsenin itiraf edemediği bir gerçeği açıklamam ve Kuran'daki miras oranlarının
(*) (1/2) + (1/3) + (1/6) = 1
eşitliğinden nasıl türetildiklerini keşfetmem ve bunları size açık bir şekilde anlamaktı. Bu dökümanı linkteki yerinde, PDF formatında okuyabileceğiniz gibi, isterseniz (farenizin işaretçisini aşağıya getirerek) alttaki panelin sağ-alt köşesindeki yeşil renkteki "Download" tuşuna basarak bilgisayarınızda da okuyabilirsiniz (Download hakkında detaylı bilgi almak için "Bu kitap şeytan kaldırıyormuş!" linkine bakınız).
Eski Mısır'a Bir Saygı Ziyareti
Arkadaşlar, makalemin 15. sayfasının başındaki "Oranlar nasıl türetildi?" bölümünde 1/2'nin devamlı surette 2'ye bölünmesi nedeniyle 1/2, 1/4, 1/8 ayet oranları için "Hekat Problemi"nden bahsetmiş ama bu problemin ne olduğundan bahsetmemiştim.
Şimdi siz bu linke tıkladığınızda, 1 Hekat'ın 1/2 + 1/4 + 1/8 + 1/16 + 1/32 + 1/64 + (5 ro) parçalarına bölünmüş olduğunu göreceksiniz. Bunu matematiksel olarak ifade edersek;
tır (Horus, Osiris ve İsis'in oğlu. Eski Mısırlılar 1000'lerce yıl bu tanrılara taptı).
İşte Akhmim ağaç tabletindeki (Senusret I, M.Ö. 1950 civarı) bu problemi yazan katip, (1)'deki toplama 5 Ro'yu ekleyerek toplamı 1 Hekat yapıyor. Çünkü (2)'ye göre 5 Ro, 1/64 Hekat demektir. Demek ki katip (1)'deki toplamın 1'e eşit olduğunu bildi!!!
Peki M.Ö. 2000'lerde Eski Mısırlılar (1)'deki gibi kesirlerin toplamını 1 yapabildiklerine göre, makalemin "4.2 Bir Miras Kombinasyonları" bölümündeki toplamları bırakın 1 yapmayı, neden 1'i aşanlar için herhangi bir yöntem verilmemiş?
Eski Mısır'a saygı ziyaretlerimizi sürdürmeye devam ediyoruz!!!
Bu soruyu ben sormuyorum; M.Ö. 2000'lerde yani Mısır Kralı Senusret I zamanında Eski Mısırlılar bile kesirlerin toplamını 1 yapabildiklerine göre, müslüman bir coğrafyada yaşadığımız için size medeniyet adına soruyorum; biz neden 1 yapamamışız?
Umarım, Eski Mısır'a bu saygı ziyaretimizi yanıtsız bırakmazsınız!
OKUYUN, AKLINIZ AÇILSIN!
Makalemde birçok bilimadamının değerli çalışması var ve bu çalışmaları koronolojik sırayı takip ederek okuduğunuzda, Sümer-Babil’deki miras kültürünün kökenin aşama aşama Kuran’a nasıl sızmış, daha doğrusu “mutasyon”a uğramış olduğunu ve Kuran’daki miras oranlarının (*)'daki oranlardan nasıl türetilmiş olduğunu göreceksiniz. Darwin’e göre, “Mutasyonlar sonucunda yeni karakterler kazanmış olan canlılardan çevre koşullarına uyum gösterenler yaşarken uyum gösteremeyenler yaşamlarını sürdüremeyerek ortadan kalkarlar”. Buradaki mutasyon ise çevre şartlarına uyum göstererek, özelliği hiç değişmeden, 4000 yıldan fazla bir süredir devam ediyor. Fakat şimdiye kadar herkes kendi uzmanlık alanında çalıştığından ve aralarında bir organizasyon olmadığından bu mutasyon (gerçek) itiraf edilememiştir. Daha doğrusu, herkes 3 maymun oyununu oynadığı için bu gerçek itiraf edilememiştir. Yoksa ortada anlaşılmayacak bir şey yok.
İşte bu nedenle bu makaleyi her ne kadar hiçbir katkısı olmasa da öncelikle dindarlar okumalı: Makaleyi içlerine sindire sindire okurlarsa, dinden çıkmak yerine daha iyi, daha bilinçli mümin olacaklarına inanıyorum. İnsan imgeleminin, insan dehasının ürünü olmak, insan imgeleminden, insan elinden çıkmak hiçbir din kitabını değersizleştirmez.
Artık kabak gibi ortaya çıkan bu gerçeklerden sonra daha sağlıklı bir tartışma yaparız diye düşünüyorum. Unutmayın, siz tartıştıkça katkılarım devam edecektir.
Konu upuaut tarafından (16-01-2011 Saat 21:20 ) değiştirilmiştir.
Arkadaşlar, şu sıralar yukarıdaki makaleyi daha etkin bir hale getirmeye çalışıyorum. Bunun için birçok kaynaktan bilgi topluyorum. Bunlardan birinde, Ölü Deniz Parşömenleri: Kumran Yazıtları"nda "İlk Oğulluk Hakkı" ile ilgili şöyle bir parça varmış:
Frag. 81: He has separated you from all k spirit of the flesh; and you, keep separate from all that he hates and keep yourselves apart from all abomination of the soul; for he has made everything l and causes each man to inherit his portion. He has destinated a portion to you (and has placed) your inheritance among the sons of man [and over their in]heritance he makes you rule. And you, m in this you give him glory, when you make yourself holy for him. When he placed you like the holy of holies [...]...n He makes your holy lot fall and glorifies you outstandingly, and he will establish you like a fistborn in [...]
Sizden istediğim şey ise, bu parçayı Türkçe'ye çevirirken düz çevirmeniz değil, ki zaten Eski İbranice'den İngilizce'ye çevrilirken bir kayıp sözkonusu, dini bir metin olarak çevirmenizdir. Eğer Turan Dursun forumunda böyle bir arkadaş varsa, ki var olduğuna inanıyorum, bu metni ruhuna uygun bir şekilde çevirmesini istiyorum. Söz, makalemizde çeviriyle birlikte bu kişinin adını da yayımlayacağım.
Hadi bakalım arkadaşlar, şimdiden kolay gelsin. Bu arada umarım bu çeviriyi almam uzun sürmez.
Arkadaşlar, yukarıdaki parçanın önemini anlayabilmeniz için National Geographic kanalında yakın bir geçmişte yayımlanmış "İncil'in Gizemleri: Ölü Deniz Parşömenleri Arkasındaki Gerçek (Mysteries of the Bible: The Truth Behind the Dead Sea Scrolls)" adlı belgesel filmini seyretmenizi tavsiye ederim. Bu film şu anda Youtube'da 4 bölüm halinde yayınlanıyor.
Bu belgeseli mutlaka izleyiniz. Orada bu parçada geçen "..." ya da "[]" ile gösterilen yerlerdeki okumaların neden yapılamadığını daha yakın bir plandan görebilirsiniz.
Ha, bu belgeselde beyaz çarşaflar içindeki adamlar kim mi? diye soruyorsunuz. Onlar İncil yazımında bulunan Yahudi kutsal kitap yazıcılarıdır.
Baylar-bayanlar, burada uzun bir süre kaldıktan sonra bir şeyi çok iyi anlamış bulunuyorum: Örneğin yukarıdaki mesajımda sizden bir yardım istedim ve Turan Dursun sitesindeki yayınlara bakarak bu konuda bana yardım edilebileceğiniz kanaati oluşmuştu. Üstelik makalemlerimde ağırlık olarak burada tartışma yaptığım için "Turan Dursun sitesinden bir araştırmacı" olarak kendimi tanıtıyordum. Fakat tartıştığınız konulara baktığımda, ipe sapa gelmez, kişiyi o an tatmin edici, günü kurtaran tartışmalar yaptığınızı, kısacası, tamamen hazcı bir yaklaşımla karşı tarafı nasıl madara edebilirim türünden ve benim de bayağı midemi bulandıran tartışmaların içine girmiş olduğunuzu üzülerek bildirim. Herhalde bunun yanına bir de çapsızlığı eklemem gerekecek. Yani yabancı forumlarda hangi konuda tartışma yapılırsa yapılsın, hiçbir zaman bu kadar sığlık ve iğrençlik olmaz. Olursa da bu bilgi yönünden olur; buradaki gibi bilgisizlik yönünde değil.
Bilemiyorum arkadaşlar, neden böyleyiz? Temelinde iyi eğitim alamamış olmamız yatıyor bana göre. Ve bu durum birkaç işinin iyi eğitimli olmasıyla çözülebilecek bir mesele değil. Kurtuluş, topluca iyi eğitim sahibi olmamızda yatıyor ve bu gerçekleşene kadar da biz havanda su dövüyor olacağız. İnanmazsanız, örnek olarak "Bad Astronomy"ye bakın! Ordakileri alıp buraya koyun, aradaki farkı görün. Kesinlikle uçuşa geçerdik ve anlaşılmayan, çözülmeyen mesele kalmazdı diye düşünüyorum. Benim oradaki favorim, JayUtah'tır.
Peki bizim bu adamlardan eksiğimiz ne? diye soracak olursanız; bunun yanıtının yalnızca eğitim farkından kaynaklandığını görürsünüz.
"Upuautsamas" imzası kullanan ve "Mezopotamya'daki Miras Kültürü:Babil'den Arabistan'a" başlıklı bir yazı yazan, gerçek adı ve kimliği belirsiz bu şahsın, adı geçen yazısı, aşağıda bir örneğini verdiğim ve 7-8 yıl önce yayınlanmış makalelelerimden bazılarının, hiçbir şekilde kaynak gösterilmeden yapılmış "intihal"inden oluşmaktadır.
Tesadüfen gördüğüm bu "intihal" hakkındaki düşüncem, bir arkadaşımız aracılığıyla size daha önce aktarılmış olmalıdır.
Bu noktanın, TD sitesi sayfalarında aktarılmasından, okurlara bilgi verilmesinden ve konuya bilimsel bakımdan ilgi duyanlar için ilgili yazılarıma ulaşma olanağı tanımanızdan memnun olurum.
1990’lı yılların başlarında, gerek Kutsal Kitap’ları ve gerekse, Afrika, Avustralya ve Amerika yerlilerine ilişkin bulguları inceleme çalışmalarım sırasında, eski toplumda, Büyük ve Küçük Erkek (çocuk, kardeş) ayrımının, toplum birimlerin tarihteki “erkek çocuk paylaşımı”nı yansıttığı ve evlilik ilişkilerinin düzenlemesinde de bir ayraç olarak kullanılmış olduğu sonuçlarına varmaya başlamıştım.
Eski toplumun, oğullar arasında yaptığı bu kategorik ayrım, eski yazılı yasalarda miras hukukuna da yansıyordu, bunları da okumuştum ama bu yasaların uygulama kanıtlarını da bularak bu vargılardan emin olabilmek için daha vakit vardı. Bana bu olanağı Bay Josef Klima ve Bay Lubor Matuş isimli bilim adamlarının, eski miras paylaşım tabletlerini tanıtım ve inceleme çalışmaları sağlamıştır.
J. Klima ve L. Matuş’un, Akadosammaru eski miras paylaşım tabletleri üzerine yaptıkları somut incelemeler, eski toplumda, kız ve erkek çocukların ‘ana-dayı toplumbirimi’nden ‘baba-amca toplum birimi’ne geçiş sürecinin bütün mantıksal sıralama ve biçimlerinin miras düzenine yansıyan örneklerini aktarırlar.
Bundan daha önemlisi, ‘ana ve babayanlı’ toplum birimler arasında, çocuk paylaşımının sadece, cinsiyet bakımından “kızlar ve oğullar” sınıflaması biçiminde değil; bunun yanısıra, ‘Büyük Erkek Çocuk ‘ ve ‘Küçük Erkek Çocuk’ biçiminde de yaşanılmış olduğunu gösteren miras paylaşım kayıtlarını yansıtırlar.
Bizim yazılı kaynaklara ulaştığımız dönem bakımından, eski Mezopotamya toplumlarında, “İlk Erkek Oğul”un miras üstünlüğü, pay edilmiş miras hisselerinden öteki oğullara göre, iki misli fazla pay alması şeklinde ortaya çıkmaktaydı. Tablet kayıtlarına göre, Büyük Oğul, süreç içinde, öteki (erkek) kardeşlerle 'tartışarak' sonuca ulaşmaya başlamıştı ve en sonunda da bu farklılıklar, erkek kardeşlerin hepsinin mirastan ‘eşit pay' almalarıyla sonuçlanmıştı. (Burada ‘kardeş’ sözcüğü henüz kız kardeşleri kapsamaz).
Bütün bu süreçte, eski hak üstünlüğü sahibi olan Büyük Oğul, öteki kardeşleriyle “hak eşitliği” noktasına doğru, birden bire değil, adım adım geriler. Erkek kardeşlerin baba mirasından eşit pay alma noktasına gelindiğinde bile, Büyük Oğul, payların içinde doğrudan tercih hakkına sahip olurken; öteki erkek kardeşler hisseler için aralarında kurra çekmektedirler. Eski yasa maddeleri, değişik yönleriyle Büyük Oğul’un, miras hak üstünlüğünün bu evrimini de yansıtmaktadırlar.
Lipit-İştar yasalarında, babanın ölümünden sonra varislerden bahsedilen bölümde açık bir biçimde 'Büyük Oğul' ayrımı bulunmaktaydı. Fakat tablet tam olarak okunamadığı için bu ayrımın sonuçlara yansıyan anlamını saptama olanağı bulamıyoruz.
Ana İttişu yasalarında ise, ‘babanın oğulu evlatlıktan reddedebilme hakkı’nı açıkça zorlaştıran ve evlatlar arasında denge kurmaya çalışır görünen ifadeler bulunmaktadır. Ondan birkaç asır sonraki Hammurabi yasalarında ise, çocuklar arasındaki miras paylaşımı eşitlenme yönünde ilerlemiş görünüyor. ‘İlk Oğul'un baba nezdinde, geçmişte var olan üstünlüğü, pay edilmiş hisseler içinden bu “İlk Oğul”un istediğini çekip alabilme hakkı biçiminde yaşamaya devam etmekteydi:
“170- Eğer bir adamın karısı ona çocuklar doğurursa,
kadın kölesi de ona çocuklar doğurursa,
baba sağlığında kölenin ona doğurduğu çocuklara ‘benim çocuklarım’ deyip karısının çocukları ile birlikte sayarsa,
sonra baba kaderine giderse,
baba evinin malını, karısının ve kölenin çocukları eşit olarak bölüşeceklerdir, karısının ilk oğlu, hisseler içinden (istedigini) seçecek ve alacaktır. “
Eski Assur'un MÖ. 14-12. asırlar arasına denk düşen kanun metinlerinde de, miras paylaşımı konusunda şunları okuruz:
- " [Eğer bir adamın oğulları mirası bölüşürlerse] büyük oğul mülkten [bahçeler ve kuyulardan] iki hisseyi [kendi hissesi olarak] seçecek ve alacaktır.
Kardeşleri birer birer sonradan seçecek ve alacaklardır.
Her bir ekili tarlanın ve hasadın ürünlerini küçük oğulpaylara bölecek, büyük oğul bir hissesini seçip alacaktır, öteki ikinci hissesi için, kardeşleri ile birlikte kurra çekecektir. "
MÖ. 20. asır dönemlerinden bize kalan ve baba mirası konusunda, Büyük Oğul-Küçük Oğul ayırımına bağlı yazılı kanun hükümlerinin benzerini dini metin olarak Eski Ahit’de de buluyoruz.(*1) Eski Ahit, kendinden önceki yazılı yasalarda olan bir hükmü benzer şekilde şöyle aktarmaktadır:
“Eğer bir adamın iki karısı varsa, birini seviyor, öbüründen hoşlanmıyorsa; iki kadın da kendisine oğullar doğurmuşsa; ilk oğul hoşlanmadığı kadının oğluysa; adam malını miras olarak oğullarına bölüştürdüğü gün sevdiği kadının oğlunu kayırıp ona ilk oğulluk hakkını veremez.
Hoşlanmadığı kadının oğlunu ilk doğan oğul olarak tanıyacak ve ona bütün malından iki pay verecektir. Çünkü bu oğul babasının gücünün ilk ürünüdür. İlk oğulluk hakkı onun olacak.”
(Eski Ahit, Yasa'nın Tekrarı)
Görüldüğü gibi burada “hoşlandığı kadın”, “sevdiği kadın” ile “hoşlanmadığı kadın” ve “İlk oğulluk hakkı” gibi kanuni kategoriler bulunmaktadır.
“Sevdiği kadın” ve “hoşlanmadığı kadın” gibi hukuki kategorilere erken tabletlerden bu yana rastlıyoruz. İnanna ve Gılgamış anlatımlarında da bu hukuki statülere rastlanmaktadır. Fakat, adamın evli olduğu veya birlikte yaşadığı kadınlara ilişkin bu eski kategorik hukuki statüler, zamanla kaybolduğu için, ‘hoşlanma-ma’ (*2) gibi kişisel duygulara bağlı tercümeler yapılmış görünüyor veya gerçekten de toplumda zamanla öyle algılanmaya başlanmış olabilir.
Bütün bu hükümler, eski toplumun Mezopotamya’da bulunan önemli bir bölümü arasında, “İlk Oğul” ve “İlk Oğulluk Hakkı” gibi sosyal, hukuki statüleri tanıdığına kuşku bırakmıyor.
Büyük Oğul ve Küçük Oğul, Ağabey-Küçük erkek Kardeş, İlk Doğan ve Son Doğan gibi kavramlarla tanıdığımız ve şimdilik erkek çocuklarla bağıntılı olarak incelediğimiz bu temel ayrımların yapıldığını eski Türk-men, Moğol topluluklarda da görüyoruz.
Eski toplumda, birçok kurum zıt’dıyla bütünleşerek yapısal işleyişe kavuşabilir; “Sümer ve Babil”de, Büyük Oğul ayrıcalığının, Küçük Oğul ayrıcalığı ile tamamlanmış olması gerekliydi. Fakat, eski tarih, genellikle, o sıradaki üstün kültür tarafından ve doğal olarak da tek yanlı anlatılmış olduğu için, Küçük Oğul ayrıcalığını yazıtlarda aynı açıklıkta bulamıyoruz. Bu konuda, şimdilik , ‘Küçük Kardeş’ üstünlüğüne geçilen döneme ait olarak Eski Ahit’te verilen bilgilerle yetinmek zorundayız. (*3)
Afrika ve Asya'daki bazı eski toplum birimlerinde ise, bu kez Küçük Oğul’un, Büyük Oğul’a üstün sayıldığı örnekler karşımıza çıkmaktadır. Kurucusu Osman’ın da ‘en Küçük Oğul’ olduğu Osmanlı İmparatorluğu başlangıç döneminde, padişahlık tahtına Küçük Şehzade’lerin oturtulması olgusu tarihçilerimizin dikkatini çekmişti. Fakat, 'töre' olarak ele alınan bu uygulamanın toplumsal gerekçesi ve anlamı üzerinde yeterince durulmamıştı. (*4)
Eski Çin belgeleri ve gezgin notları, Orta Asya Türk topluluklarında, erkek kardeşlerin, ölen erkek kardeşin dul karılarıyla evlendiklerini anlatmaktaydılar ama, bu bilgiler, bir miras hakkı olarak dul yenge’yi alan erkek kardeşlerin, Küçük veya Büyük erkek kardeş mi olduklarını tam açıklamazlar. Buna karşılık, Bay Jean Paul ROUX, eski Türk ve Moğol boyları arasında, genel olarak, Küçük Oğul’un mirasçı olduğunu belirtmekteydi:
"Uzun zamandan beri biliyoruz ki, ocak’ın, evin koruyucusu olarak küçük oğul, babaevinde kalır ve sonuçta, ölen (babanın) mirasçısı olur. En azından Moğol döneminden beri, bu oğula, Otşigin, ateşin, ocak’ın şehzadesi veya Ejen adı verilmektedir. " (J. P. ROUX. L'homme. Tome lX. , Page. 59)
Bay Roux, aralarında saha çalışması yaptığı (ve eski Türk geleneklerini önemli ölçüde koruyup yaşattıkları hakkında fazla kuşku bulunmayan) Toros dağlarındaki Tahtacı topluluklarda da tek mirasçının Küçük Oğul olduğunu saptamaktaydı. (*5)
921 yıllarında Volga boylarında dolaşan İbn-i Fadlan, herhalde hatalı bir genelleme ile, (tüm?) Oğuz'larda, ölen babanın en Büyük Oğlu’nun, miras olarak dul analarını (buna, öz ananın dahil olup olmadığı açık değildir) aldığını belirtmekteydi. Dolayısıyla, bu duruma göre, Büyük Oğul, analarının çocuklarına yani kendi kardeş ve kardeşliklerine de ‘baba’ sayılmış olmalıydı. “Ağabeyi yarı-baba sayma” göreneği, herhalde, bu tür eski yapılanmaların kalıntısı olmalıdır.
Bu tanık aktarımları tartışılabilir yanlar taşısa da, eski Türk topluluklarında da “Büyük ve Küçük Oğul” ayrımı bulunuyor ve toplumsal yaşam bu ayrımlar temelinde de şekilleniyordu. Tarihçi veya sosyologlarımızın pek dikkat etmemiş olduğu bu hususu, eski Türk yazıtları temelinde yeniden ele almalıyız.
Daha önce, bazı bölümlerini yayınladığımız eski Türk yazıtları ve öteki mezar taşı yazıları içerikleri bakımından yeterli derinlikte ele alınmamıştır. Bilhassa, ‘Er adı’, ‘Küçük Kardeş’, ‘Büyük Kardeş’, ‘amca-yeğen’, ‘dayı-yeğen’ gibi ilişkileri, bir kaç yıldır yazılı olarak açıkladığımız, eski toplumun oğul-evlat paylaşım süreci olarak, yeniden ele alınma ihtiyacı göstermektedir.
Eski Türk yazıtlarında, anlatılacak bir dizi başka konu olmasına karşın, oralarda durmaksızın “küçük kardeş” ile “büyük kardeş” çelişmelerinden yakınıldığını görüyoruz:
“...Ondan sonra küçük kardeşi, büyük kardeşi gibi kılınmamış (olduğu )..., oğlu babası gibi kılınmamış (olduğu için...). bilgisiz kağan oturmuştur, kötü kağan oturmuştur.”
“...O zamanda kul kullu olmuştu. Cariye cariyeli olmuştu. Küçük kardeş büyük kardeşini bilmezdi, oğlu babasını bilmezdi. ...”
“...Çin milleti hilekâr ve sahtekâr olduğu için, küçük kardeş ve büyük kardeşi birbirine düşürdüğü için...”
Anlıyoruz ki, “küçük kardeş” ve “büyük kardeş” vurguları yerine sadece “kardeşi kardeşe düşürdü” vb. de denilebilecek bütün noktalarda, eski Türk yazıtlarının özel bir şekilde ‘küçük’ ve ‘büyük’ vurguları yapması nedensiz değildi.
Bay Roux’nun da bu hususu anladığını ve ele aldığını gösteren bir işaret bulunmuyor ama, biz şimdi görüyoruz ki, bu ayrım, bazı Türk-men, Mogol topluluklarında ‘küçük oğul’un, diğerlerinde ise ‘büyük ogul’un baba mirascılığı sistemini kullanmalarına bağlıydı ve iktidar çelişmesi, erken dönemde uyulan bu kuralların giderek bozulmasından, karmaşık bir hal almasından da kaynaklanıyor olmalıydı. Bizim tarihçilerimiz insanbilim kurallarını tanıdıkça, ayrıntılı bilgileri yorumlama olanağı da doğacaktır.
Mesela, eğer tercümesi doğru yapılmış ise, ki öyle görünüyor, bir mezar taşı yazıtında şöyle yazılıydı:
“Altı yaşımda baba(dan) ayrıldım, bilinmedim. Üç büyük kardeşime ne çare ayrıldım avcu… üç büyük kardeşime ben baba idim.”
Bu ifade tarzı, açıkca gösteriyor ki, burada söz konusu olan ‘küçük kardeş’, küçük oğul, bizim eski Türk-men atalarımızın, en azından bir bölümünde, babanın mirascısı, babanın ölümünden sonra karılarının kocası; evlatlarının da ‘babası’ olarak ele alınıyordu.
Osmanoğulları, kökeni bilinmeyen bir nedenle değil, kendilerinden sadece 5.yüzyıl kadar önce kesin uygulama kuralı olan, bir bölüm Moğol,Türk-men toplulukların uyguladığı bu akrabalık ve miras sistemine dayanarak,küçük oğulu veliaht ilan ediyor ve “başa çıkarıyorlar” dı. Sonra giderek, bunun yerine Mezopotamya topluluklarının ‘büyük oğul’ üstünlüğü kuralı uygulanmaya başlanmıştır. Tarihçilerimiz ‘töre öyleydi’ deyip işin içinden çıkmasalar, kaynakları bir miktar araştırsalar, insanbilime yatkınlık duysalar, herhalde bu tür noktalar daha önce bilince çıkarılabilirdi.
Eski toplumun çocuk paylaşım süreci, farklı alanlarda, baba mirasçılığı bakımından Büyük ve Küçük erkek kardeşler arasında yapıldığı gibi, kız ve erkek evlatlar arasında, kızların büyük ve küçük olanları arasında, kızların kutsal fahişe olanı ile olmayanları arasında da yapılmıştır. Burada gözetilen en temel husus, “cinsiyet, büyüklük, küçüklük” vb. değil, iki toplum birim arasında ‘aidiyet’ çizgisini kaybetmeden sürdürülmesi gereken akrabalık, evlilik, ittifak sisteminin gereksinimleriydi.
Bunun için ‘kan bağı’ kullanılabildiği gibi, ‘süt bağı’, ‘ad bağı-adaşlık’, ‘ilan etme’ veya seremonik “kardeşlik”, “kan kardeşliği”, “evlilik kardeşliği” gibi, biyolojik olmayan bir dizi araç-kurum yaratılmış ve kullanılabilmişti.
Çin'den İspanya'ya, Ümit Burnu'ndan Alaska'ya kadar
her mili bahride her kilometrede dostum ve düşmanım var
Dostlar, ki bir kere bile selamlaşmadık
aynı ekmek, aynı hürriyet, aynı hasret için ölebiliriz...
"Upuautsamas" imzası kullanan ve "Mezopotamya'daki Miras Kültürü:Babil'den Arabistan'a" başlıklı bir yazı yazan, gerçek adı ve kimliği belirsiz bu şahsın, adı geçen yazısı, aşağıda bir örneğini verdiğim ve 7-8 yıl önce yayınlanmış makalelelerimden bazılarının, hiçbir şekilde kaynak gösterilmeden yapılmış "intihal"inden oluşmaktadır.
Tesadüfen gördüğüm bu "intihal" hakkındaki düşüncem, bir arkadaşımız aracılığıyla size daha önce aktarılmış olmalıdır.
Bu noktanın, TD sitesi sayfalarında aktarılmasından, okurlara bilgi verilmesinden ve konuya bilimsel bakımdan ilgi duyanlar için ilgili yazılarıma ulaşma olanağı tanımanızdan memnun olurum.
1990’lı yılların başlarında, gerek Kutsal Kitap’ları ve gerekse, Afrika, Avustralya ve Amerika yerlilerine ilişkin bulguları inceleme çalışmalarım sırasında, eski toplumda, Büyük ve Küçük Erkek (çocuk, kardeş) ayrımının, toplum birimlerin tarihteki “erkek çocuk paylaşımı”nı yansıttığı ve evlilik ilişkilerinin düzenlemesinde de bir ayraç olarak kullanılmış olduğu sonuçlarına varmaya başlamıştım.
Eski toplumun, oğullar arasında yaptığı bu kategorik ayrım, eski yazılı yasalarda miras hukukuna da yansıyordu, bunları da okumuştum ama bu yasaların uygulama kanıtlarını da bularak bu vargılardan emin olabilmek için daha vakit vardı. Bana bu olanağı Bay Josef Klima ve Bay Lubor Matuş isimli bilim adamlarının, eski miras paylaşım tabletlerini tanıtım ve inceleme çalışmaları sağlamıştır.
J. Klima ve L. Matuş’un, Akadosammaru eski miras paylaşım tabletleri üzerine yaptıkları somut incelemeler, eski toplumda, kız ve erkek çocukların ‘ana-dayı toplumbirimi’nden ‘baba-amca toplum birimi’ne geçiş sürecinin bütün mantıksal sıralama ve biçimlerinin miras düzenine yansıyan örneklerini aktarırlar.
Bundan daha önemlisi, ‘ana ve babayanlı’ toplum birimler arasında, çocuk paylaşımının sadece, cinsiyet bakımından “kızlar ve oğullar” sınıflaması biçiminde değil; bunun yanısıra, ‘Büyük Erkek Çocuk ‘ ve ‘Küçük Erkek Çocuk’ biçiminde de yaşanılmış olduğunu gösteren miras paylaşım kayıtlarını yansıtırlar.
Bizim yazılı kaynaklara ulaştığımız dönem bakımından, eski Mezopotamya toplumlarında, “İlk Erkek Oğul”un miras üstünlüğü, pay edilmiş miras hisselerinden öteki oğullara göre, iki misli fazla pay alması şeklinde ortaya çıkmaktaydı. Tablet kayıtlarına göre, Büyük Oğul, süreç içinde, öteki (erkek) kardeşlerle 'tartışarak' sonuca ulaşmaya başlamıştı ve en sonunda da bu farklılıklar, erkek kardeşlerin hepsinin mirastan ‘eşit pay' almalarıyla sonuçlanmıştı. (Burada ‘kardeş’ sözcüğü henüz kız kardeşleri kapsamaz).
Bütün bu süreçte, eski hak üstünlüğü sahibi olan Büyük Oğul, öteki kardeşleriyle “hak eşitliği” noktasına doğru, birden bire değil, adım adım geriler. Erkek kardeşlerin baba mirasından eşit pay alma noktasına gelindiğinde bile, Büyük Oğul, payların içinde doğrudan tercih hakkına sahip olurken; öteki erkek kardeşler hisseler için aralarında kurra çekmektedirler. Eski yasa maddeleri, değişik yönleriyle Büyük Oğul’un, miras hak üstünlüğünün bu evrimini de yansıtmaktadırlar.
Lipit-İştar yasalarında, babanın ölümünden sonra varislerden bahsedilen bölümde açık bir biçimde 'Büyük Oğul' ayrımı bulunmaktaydı. Fakat tablet tam olarak okunamadığı için bu ayrımın sonuçlara yansıyan anlamını saptama olanağı bulamıyoruz.
Ana İttişu yasalarında ise, ‘babanın oğulu evlatlıktan reddedebilme hakkı’nı açıkça zorlaştıran ve evlatlar arasında denge kurmaya çalışır görünen ifadeler bulunmaktadır. Ondan birkaç asır sonraki Hammurabi yasalarında ise, çocuklar arasındaki miras paylaşımı eşitlenme yönünde ilerlemiş görünüyor. ‘İlk Oğul'un baba nezdinde, geçmişte var olan üstünlüğü, pay edilmiş hisseler içinden bu “İlk Oğul”un istediğini çekip alabilme hakkı biçiminde yaşamaya devam etmekteydi:
“170- Eğer bir adamın karısı ona çocuklar doğurursa,
kadın kölesi de ona çocuklar doğurursa,
baba sağlığında kölenin ona doğurduğu çocuklara ‘benim çocuklarım’ deyip karısının çocukları ile birlikte sayarsa,
sonra baba kaderine giderse,
baba evinin malını, karısının ve kölenin çocukları eşit olarak bölüşeceklerdir, karısının ilk oğlu, hisseler içinden (istedigini) seçecek ve alacaktır. “
Eski Assur'un MÖ. 14-12. asırlar arasına denk düşen kanun metinlerinde de, miras paylaşımı konusunda şunları okuruz:
- " [Eğer bir adamın oğulları mirası bölüşürlerse] büyük oğul mülkten [bahçeler ve kuyulardan] iki hisseyi [kendi hissesi olarak] seçecek ve alacaktır.
Kardeşleri birer birer sonradan seçecek ve alacaklardır.
Her bir ekili tarlanın ve hasadın ürünlerini küçük oğulpaylara bölecek, büyük oğul bir hissesini seçip alacaktır, öteki ikinci hissesi için, kardeşleri ile birlikte kurra çekecektir. "
MÖ. 20. asır dönemlerinden bize kalan ve baba mirası konusunda, Büyük Oğul-Küçük Oğul ayırımına bağlı yazılı kanun hükümlerinin benzerini dini metin olarak Eski Ahit’de de buluyoruz.(*1) Eski Ahit, kendinden önceki yazılı yasalarda olan bir hükmü benzer şekilde şöyle aktarmaktadır:
“Eğer bir adamın iki karısı varsa, birini seviyor, öbüründen hoşlanmıyorsa; iki kadın da kendisine oğullar doğurmuşsa; ilk oğul hoşlanmadığı kadının oğluysa; adam malını miras olarak oğullarına bölüştürdüğü gün sevdiği kadının oğlunu kayırıp ona ilk oğulluk hakkını veremez.
Hoşlanmadığı kadının oğlunu ilk doğan oğul olarak tanıyacak ve ona bütün malından iki pay verecektir. Çünkü bu oğul babasının gücünün ilk ürünüdür. İlk oğulluk hakkı onun olacak.”
(Eski Ahit, Yasa'nın Tekrarı)
Görüldüğü gibi burada “hoşlandığı kadın”, “sevdiği kadın” ile “hoşlanmadığı kadın” ve “İlk oğulluk hakkı” gibi kanuni kategoriler bulunmaktadır.
“Sevdiği kadın” ve “hoşlanmadığı kadın” gibi hukuki kategorilere erken tabletlerden bu yana rastlıyoruz. İnanna ve Gılgamış anlatımlarında da bu hukuki statülere rastlanmaktadır. Fakat, adamın evli olduğu veya birlikte yaşadığı kadınlara ilişkin bu eski kategorik hukuki statüler, zamanla kaybolduğu için, ‘hoşlanma-ma’ (*2) gibi kişisel duygulara bağlı tercümeler yapılmış görünüyor veya gerçekten de toplumda zamanla öyle algılanmaya başlanmış olabilir.
Bütün bu hükümler, eski toplumun Mezopotamya’da bulunan önemli bir bölümü arasında, “İlk Oğul” ve “İlk Oğulluk Hakkı” gibi sosyal, hukuki statüleri tanıdığına kuşku bırakmıyor.
Büyük Oğul ve Küçük Oğul, Ağabey-Küçük erkek Kardeş, İlk Doğan ve Son Doğan gibi kavramlarla tanıdığımız ve şimdilik erkek çocuklarla bağıntılı olarak incelediğimiz bu temel ayrımların yapıldığını eski Türk-men, Moğol topluluklarda da görüyoruz.
Eski toplumda, birçok kurum zıt’dıyla bütünleşerek yapısal işleyişe kavuşabilir; “Sümer ve Babil”de, Büyük Oğul ayrıcalığının, Küçük Oğul ayrıcalığı ile tamamlanmış olması gerekliydi. Fakat, eski tarih, genellikle, o sıradaki üstün kültür tarafından ve doğal olarak da tek yanlı anlatılmış olduğu için, Küçük Oğul ayrıcalığını yazıtlarda aynı açıklıkta bulamıyoruz. Bu konuda, şimdilik , ‘Küçük Kardeş’ üstünlüğüne geçilen döneme ait olarak Eski Ahit’te verilen bilgilerle yetinmek zorundayız. (*3)
Afrika ve Asya'daki bazı eski toplum birimlerinde ise, bu kez Küçük Oğul’un, Büyük Oğul’a üstün sayıldığı örnekler karşımıza çıkmaktadır. Kurucusu Osman’ın da ‘en Küçük Oğul’ olduğu Osmanlı İmparatorluğu başlangıç döneminde, padişahlık tahtına Küçük Şehzade’lerin oturtulması olgusu tarihçilerimizin dikkatini çekmişti. Fakat, 'töre' olarak ele alınan bu uygulamanın toplumsal gerekçesi ve anlamı üzerinde yeterince durulmamıştı. (*4)
Eski Çin belgeleri ve gezgin notları, Orta Asya Türk topluluklarında, erkek kardeşlerin, ölen erkek kardeşin dul karılarıyla evlendiklerini anlatmaktaydılar ama, bu bilgiler, bir miras hakkı olarak dul yenge’yi alan erkek kardeşlerin, Küçük veya Büyük erkek kardeş mi olduklarını tam açıklamazlar. Buna karşılık, Bay Jean Paul ROUX, eski Türk ve Moğol boyları arasında, genel olarak, Küçük Oğul’un mirasçı olduğunu belirtmekteydi:
"Uzun zamandan beri biliyoruz ki, ocak’ın, evin koruyucusu olarak küçük oğul, babaevinde kalır ve sonuçta, ölen (babanın) mirasçısı olur. En azından Moğol döneminden beri, bu oğula, Otşigin, ateşin, ocak’ın şehzadesi veya Ejen adı verilmektedir. " (J. P. ROUX. L'homme. Tome lX. , Page. 59)
Bay Roux, aralarında saha çalışması yaptığı (ve eski Türk geleneklerini önemli ölçüde koruyup yaşattıkları hakkında fazla kuşku bulunmayan) Toros dağlarındaki Tahtacı topluluklarda da tek mirasçının Küçük Oğul olduğunu saptamaktaydı. (*5)
921 yıllarında Volga boylarında dolaşan İbn-i Fadlan, herhalde hatalı bir genelleme ile, (tüm?) Oğuz'larda, ölen babanın en Büyük Oğlu’nun, miras olarak dul analarını (buna, öz ananın dahil olup olmadığı açık değildir) aldığını belirtmekteydi. Dolayısıyla, bu duruma göre, Büyük Oğul, analarının çocuklarına yani kendi kardeş ve kardeşliklerine de ‘baba’ sayılmış olmalıydı. “Ağabeyi yarı-baba sayma” göreneği, herhalde, bu tür eski yapılanmaların kalıntısı olmalıdır.
Bu tanık aktarımları tartışılabilir yanlar taşısa da, eski Türk topluluklarında da “Büyük ve Küçük Oğul” ayrımı bulunuyor ve toplumsal yaşam bu ayrımlar temelinde de şekilleniyordu. Tarihçi veya sosyologlarımızın pek dikkat etmemiş olduğu bu hususu, eski Türk yazıtları temelinde yeniden ele almalıyız.
Daha önce, bazı bölümlerini yayınladığımız eski Türk yazıtları ve öteki mezar taşı yazıları içerikleri bakımından yeterli derinlikte ele alınmamıştır. Bilhassa, ‘Er adı’, ‘Küçük Kardeş’, ‘Büyük Kardeş’, ‘amca-yeğen’, ‘dayı-yeğen’ gibi ilişkileri, bir kaç yıldır yazılı olarak açıkladığımız, eski toplumun oğul-evlat paylaşım süreci olarak, yeniden ele alınma ihtiyacı göstermektedir.
Eski Türk yazıtlarında, anlatılacak bir dizi başka konu olmasına karşın, oralarda durmaksızın “küçük kardeş” ile “büyük kardeş” çelişmelerinden yakınıldığını görüyoruz:
“...Ondan sonra küçük kardeşi, büyük kardeşi gibi kılınmamış (olduğu )..., oğlu babası gibi kılınmamış (olduğu için...). bilgisiz kağan oturmuştur, kötü kağan oturmuştur.”
“...O zamanda kul kullu olmuştu. Cariye cariyeli olmuştu. Küçük kardeş büyük kardeşini bilmezdi, oğlu babasını bilmezdi. ...”
“...Çin milleti hilekâr ve sahtekâr olduğu için, küçük kardeş ve büyük kardeşi birbirine düşürdüğü için...”
Anlıyoruz ki, “küçük kardeş” ve “büyük kardeş” vurguları yerine sadece “kardeşi kardeşe düşürdü” vb. de denilebilecek bütün noktalarda, eski Türk yazıtlarının özel bir şekilde ‘küçük’ ve ‘büyük’ vurguları yapması nedensiz değildi.
Bay Roux’nun da bu hususu anladığını ve ele aldığını gösteren bir işaret bulunmuyor ama, biz şimdi görüyoruz ki, bu ayrım, bazı Türk-men, Mogol topluluklarında ‘küçük oğul’un, diğerlerinde ise ‘büyük ogul’un baba mirascılığı sistemini kullanmalarına bağlıydı ve iktidar çelişmesi, erken dönemde uyulan bu kuralların giderek bozulmasından, karmaşık bir hal almasından da kaynaklanıyor olmalıydı. Bizim tarihçilerimiz insanbilim kurallarını tanıdıkça, ayrıntılı bilgileri yorumlama olanağı da doğacaktır.
Mesela, eğer tercümesi doğru yapılmış ise, ki öyle görünüyor, bir mezar taşı yazıtında şöyle yazılıydı:
“Altı yaşımda baba(dan) ayrıldım, bilinmedim. Üç büyük kardeşime ne çare ayrıldım avcu… üç büyük kardeşime ben baba idim.”
Bu ifade tarzı, açıkca gösteriyor ki, burada söz konusu olan ‘küçük kardeş’, küçük oğul, bizim eski Türk-men atalarımızın, en azından bir bölümünde, babanın mirascısı, babanın ölümünden sonra karılarının kocası; evlatlarının da ‘babası’ olarak ele alınıyordu.
Osmanoğulları, kökeni bilinmeyen bir nedenle değil, kendilerinden sadece 5.yüzyıl kadar önce kesin uygulama kuralı olan, bir bölüm Moğol,Türk-men toplulukların uyguladığı bu akrabalık ve miras sistemine dayanarak,küçük oğulu veliaht ilan ediyor ve “başa çıkarıyorlar” dı. Sonra giderek, bunun yerine Mezopotamya topluluklarının ‘büyük oğul’ üstünlüğü kuralı uygulanmaya başlanmıştır. Tarihçilerimiz ‘töre öyleydi’ deyip işin içinden çıkmasalar, kaynakları bir miktar araştırsalar, insanbilime yatkınlık duysalar, herhalde bu tür noktalar daha önce bilince çıkarılabilirdi.
Eski toplumun çocuk paylaşım süreci, farklı alanlarda, baba mirasçılığı bakımından Büyük ve Küçük erkek kardeşler arasında yapıldığı gibi, kız ve erkek evlatlar arasında, kızların büyük ve küçük olanları arasında, kızların kutsal fahişe olanı ile olmayanları arasında da yapılmıştır. Burada gözetilen en temel husus, “cinsiyet, büyüklük, küçüklük” vb. değil, iki toplum birim arasında ‘aidiyet’ çizgisini kaybetmeden sürdürülmesi gereken akrabalık, evlilik, ittifak sisteminin gereksinimleriydi.
Bunun için ‘kan bağı’ kullanılabildiği gibi, ‘süt bağı’, ‘ad bağı-adaşlık’, ‘ilan etme’ veya seremonik “kardeşlik”, “kan kardeşliği”, “evlilik kardeşliği” gibi, biyolojik olmayan bir dizi araç-kurum yaratılmış ve kullanılabilmişti.
Açıkça söylüyorum; bu kesinlikle doğru değildir. Çünkü ben hiçbir çalışmamda intihal yapmam. Onun intihal olarak öne sürdüğü şeyi ben makalemin 8. sayfasında şöyle vermiştim:
Gördüğünüz gibi ortada intihal diye bir şey yok. Bu, ilk versiyondan beri böyle. İnanmazsanız, son makalemin 2-4. sayfalarındaki "Önceki Versiyonlar"a bakabilirsiniz. Sözkonusu bu tabletin Türkçe çevirisinde, ki bunun için başlıktaki yani Tablet TCL X. 141'ye tıklamanız gerekir, otomatikman kaynak belirtilmiş oluyor. Eğer ben bir intihal yapmak isteseydim, bu linki yani kaynağı vermezdim. Ayrıca bu linkle otomatikman kaynak belirttiğim için, makalemde bir "Kaynakça" sayfası açıp bu kişiyi belirtmem gerekmez.
linkinden aldım. Burada makaleyi yazan kişinin ismi geçmiyor. Merak etmedim de değil bu kişiyi. Çünkü son makalemin 2. sayfasında ilk versiyon hakkında bilgi verirken, "Fakat Matuş’un bu ifadesini Türkçe’ye çeviren kişinin Eski Babil Metrolojisi’nden haberdar olmadığı anlaşılıyor." demiştim. Yani bu kişi orijinal makale olan Matuş'un makalesini bile doğru çevirememişti.
Neyse, bu arkadaş, herhalde burada aynı kişiden söz ediyoruz, daha sonra yine aynı yerde makalesini
olarak güncellemiş. Bu kişi, ya çok art niyetli ya da olayı çok anlamış bir kişi. Çünkü onun makalesinin bulunduğu yerle ilgili "Toplum ve Tarih grubu" diyerek defalarca belirttim makalemde. Ama bu arkadaş herhalde adının makalemde zikredilmesinden yana. Sorun değil, söylemesi yeterli idi. Fakat makalesiyle ilgili derin bir araştırmaya girdiğimiz zaman, makalesindeki bazı bulguları intihal yaptığı ortaya çıkacak; benim esas korktuğum şey bu!
Konu upuaut tarafından (05-02-2011 Saat 19:14 ) değiştirilmiştir.
Ona gönderdiğim e-postada size bir önceki mesajda anlattıklarımı kısaca tekrarladım. Yani siz de ona gönderdiğim e-postayı aşağı-yukarı biliyorsunuz. Çünkü kendisi çok ağır bir suçlamada bulundu ve bunun doğru olup olmadığını çifte tarafta onaylatarak bilgilenmenizi istedim. Hepsi bu!
Arkadaşlar, "Safa Kaçmaz ve tutarsızlığı" tartışmasında Safa Kaçmaz'ın kim olduğunu ortaya koymaya çalışmışınız. Orada Akhenaton'un Safa Kaçmaz hakkında,
"Safa Kaçmazın blogu inceledim. Nerdeyse sümere ait tüm bilgiler yanlış. Eğer kendisi bu foruma bakıyorsa , kendisini tabletler, sümer-babil konusunda tartışmaya davet ediyorum. Arkeoastroloji bilmeden tablet okumak ayet okumaktan başka bir şey değildir."
söylediklerine ne yazık ki ben de üzülerek katılıyorum.
Örneğin son güncellenmiş makalemin 2. sayfasında, farkında olmadan, onun hakkında şunları söylemişim:
"TCL X. 141’de Matuş; “Büyük oğul, 1/2 Sar’lık hisse fazlalığı için, küçük oğula 1 Gin (Şekel)’lik ölçü gümüş ödemektedir.” derken, Türkçe çevirisinde (Safa Kaçmaz),“Büyük oğul, 1 Sar’lık hisse fazlalığı için, küçük oğula 1 ölçü gümüş ödemektedir.” olarak geçer. Tabii ki burada Matuş “1/2 Sar” derken bir hata sözkonusudur; çünkü doğrusu, “1/3 Sar” olacaktır. Belki tablette onun okuduğu bu değer yazıyor ve hatalı kazanmıştır, bilemiyorum. Çünkü Louvre Müzesi’nde bu tablete ulaşmak mümkün değil! Fakat Matuş’un bu ifadesini Türkçe’ye çeviren kişinin (Safa Kaçmaz) Eski Babil Metrolojisi’nden haberdar olmadığı anlaşılıyor."
Özetle, bu adam araştırmacı bir tarihçi olabilir; ama kötü bir araştırmacı olduğu kesin! Bu durumda onun ateist, şamanist ya da her ne inanca sahipse olması 2. planda kalır.
Bu sonuçlara göre makalemizdeki okunma sayısı ile versiyon sayısı artıkça yetkinliği artma özelliğine göre ters orantıda olması, makalemizin yeni yeni tanınmaya başladığı ve çoğu kişinin bundan haberinin olmadığı anlamına gelir.
Arkadaşlar, şu sıralar yukarıdaki makaleyi daha etkin bir hale getirmeye çalışıyorum. Bunun için birçok kaynaktan bilgi topluyorum. Bunlardan birinde, Ölü Deniz Parşömenleri: Kumran Yazıtları"nda "İlk Oğulluk Hakkı" ile ilgili şöyle bir parça varmış:
Frag. 81: He has separated you from all k spirit of the flesh; and you, keep separate from all that he hates and keep yourselves apart from all abomination of the soul; for he has made everything l and causes each man to inherit his portion. He has destinated a portion to you (and has placed) your inheritance among the sons of man [and over their in]heritance he makes you rule. And you, m in this you give him glory, when you make yourself holy for him. When he placed you like the holy of holies [...]...n He makes your holy lot fall and glorifies you outstandingly, and he will establish you like a fistborn in [...]
Sizden istediğim şey ise, bu parçayı Türkçe'ye çevirirken düz çevirmeniz değil, ki zaten Eski İbranice'den İngilizce'ye çevrilirken bir kayıp sözkonusu, dini bir metin olarak çevirmenizdir. Eğer Turan Dursun forumunda böyle bir arkadaş varsa, ki var olduğuna inanıyorum, bu metni ruhuna uygun bir şekilde çevirmesini istiyorum. Söz, makalemizde çeviriyle birlikte bu kişinin adını da yayımlayacağım.
Hadi bakalım arkadaşlar, şimdiden kolay gelsin. Bu arada umarım bu çeviriyi almam uzun sürmez.
Çeviriye hâlâ ihtiyacın var mı? Varsa yardımcı olabilirim upuaut. Bu tarz durumlarda çeviri bölümünde yardım istersen gözümüzden kaçmaz bunlar:
A skeptic is one who prefers beliefs and conclusions that are reliable and valid to ones that are comforting or convenient, and therefore rigorously and openly applies the methods of science and reason to all empirical claims, especially their own. A skeptic provisionally proportions acceptance of any claim to valid logic and a fair and thorough assessment of available evidence, and studies the pitfalls of human reason and the mechanisms of deception so as to avoid being deceived by others or themselves. Skepticism values method over any particular conclusion.
–Dr. Steven Novella, The New England Skeptical Society