Turan Dursun Sitesi Forumları
Geri git   Turan Dursun Sitesi Forumları > İbrahimi Dinler > İslam

Cevapla
 
Başlık Düzenleme Araçları Stil
  #1  
Alt 11-10-2006, 04:35
humayun humayun isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
 
Üyelik tarihi: 12 Sep 2006
Bulunduğu yer: ist
Mesajlar: 111
Standart İslam ve Yönetim

Değerli site yöneticileri ve Üyeleri
Bu forumda İslam da olan olmayan bir çok fikirler tartışılıyor.Herkes bir yerlerden iki tıklayarak belirli bilgilere ulaşıyorlar ve kaynak olarak gösteriyorlar.Forumda bir çok konunun tartışıldığını gördüm.Ama tartışma bilgi edinmeden ve araştırmadan ziyade ayet ve hadis ile laf yetişme çerçevesini biraz olsun geçmemekte.Sürekli birileri bir konuyu ileri sürüyor ve kendi yandaşlarının(inanan-inanmayan) yorumları ile konulara açıklık getirmeye çalışıyorlar.Benim gibi düşünenleri hep sosyete müslümanı-soft müslüman diye yakıştırmalar yapılıp, dini hoş göstermeye çalışan zavallılar olarak yansıtıyor bazıları.Öncelikle kavranması gereken konu şudur ki , İnsan tekamül ettikçe liyakatı oranında iyiye ve güzele yönelik değerler üretir.Ve dünyada ki hiç bir kült veya inanış bu değerlerin gerisinde kalmamlalıdır.Bunun sonucudur ki bugün ki müslüman toplumlarının çizdiği tablo hep içler acısı durumu yansıtır olmuştur.Benim araştırdığım ve gözlemlediğim kadarı ile Kuran , hiçbir zaman insanların yararına ve onların iyiliğine olacak uygulamaları dondurmamış ve insanları bundan men etmemiştir.Aksine bu gibi durumlara yönlendirici bir çok hükümler sunmuştur.Kelimenin özü itibari ile anlaşılabileceği gibi bende , Kuran ın yaşamış olduğumuz toplumun ve çağın gereksinimlerine göre düzenlemeler yapılacağından yanayım.Allah güzel olan hiç bir şeyden insanı men etmez.Kuran ın Allah ı eğer bir hırsızı cezalandırırken elini niye kesmediniz diye sormaz.Ama ancak bunun için daha uygun ve tek çözüm olabilecek bir uygulama getirirseniz.Kuran ın özü insanların güzeli ve doğruyu kendisinin bulabilmesi ve kendinisini tekamül ettirecek iyi işler yapmasını emreder.Kuran mod a mod bir kanun kitabı değildir.Kuran mod a mod bir yaşam rehberi değildir.Ana çizgileri ve ölçüyü belirler.Gerisi insanlığın kendisini güzele çıkarması ile alakalıdır.Ne olur şimdi birileri çıkıpta bana ''al işte burdan yak''gibilerinden bu da yeni bir model gibi yakıştırmalar yapmasın.Kendi anlayışına ve yorumuna göre kılıf dikmeye çalışan bir insa değilim. Kördüğüm olmuş ilişkilerimizin çözüm noktası budur.Bugün müslüman toplumların 600-1000 sene öncesinin ilmihallerini ve yorumlarını kendi yaşadığı çağa uygularken ayak uydurmakta zorluklar çektiğini ve geri kalmışlığını Allah ın dini sanan insanlar çoğunluktadır.Ve bu insalara artık bunu uygun dil ile anlatacak eserler lazımdır.Keşke benim kadar bile insanlar Ali Şeriati yi ,Muhammed İkbali ve daha bir çok aydın din adamını araştırma ve anlama imkanı bulabilseler.Şimdi bu bağlamda ben sizlere İslamın bu yönünü araştırdığım kadar anlatmaya ve misaller vermeye çalışacağım.Tabi ki site yönetiminin bu gibi konulara bakış açısı esnek ise.Şimdiden teşekkür ediyorum.Sevgi ile...
İslam ve Yönetim


Kuran, getirdiği dinle hayatın hemen tüm alanlarına ilişkin söz söylemiş, başka bir deyimle, hayatın tümünü kucaklamıştır. Ancak bunu, Kuran insanın gayretine ve faaliyetine hiçbir şey bırakmamıştır şeklinde algılamak yanlış olacaktır. Hayatın her alanına ilişkin söylenenler, bu alanlarda ufuk çizgileri belirtmek, temel noktalara köşe taşları koymaktan ibarettir. Aradaki yüzlerce, hatta binlerce alt-alan, aklın işletilmesi suretiyle insan tarafından doldurulacaktır. Kuran bu alt alanlara müdahale etmemiş, insanı, aklını kullanmaya ve çalışmaya çağırarak bu alanların hayatın değişen şartlarına göre insan tarafından doldurulmasını esas almıştır.
İslam dünyasının yanlışlarından biride bu alt alanları her toplum ve nesil kendi gayret ve faaliyetleriyle doldurma yerine, bu alanlara ilişkin önceki zamanların kabullerini tabulaştırmak olmuştur. Günümüzde bu “önceki kabuller”, dinin vahye dayalı buyrukları gibi dayatılmakta ve sonuçta din, insan hayatıyla çekişir bir konuma gelmektedir. İslam dünyasını, Kuran’ın söyledikleriyle alimlerin Kuran’dan yola çıkarak söylediklerini eşitlemek tutku ve yanılgısından kurtulması gerekir. Aksi taktirde, İslam dini adı altında geçmişin örfleri ihya edilir ve bu, Müslüman toplumları yaşanan zamanın çok gerilerinde çırpınıp durmak zorunda bırakır.
Daha önce belirttiğimiz üzere*, Kuran’da hukuk kuralları askeri ölçüdedir. Çünkü hukuk, biraz önce bahsettiğimiz alt alanlara ilişkin yeni düzenlemeleri gerekli kılan bir kurumdur. Kuran, bu kurumun “olması gereken” evrensel boyutlarını, ilkelerini vermiş detayları insanın düzenlemesine bırakmıştır. Bunun içindir ki, “İslam Hukuku” deyimi son derece dikkatle kullanılması gereken bir deyimdir. Böyle bir deyimin doğruluğundan söz etmek, hukukun olması gerekenlerini veren sistem anlamında kullanılması halinde tutarlıdır. O halde, tarih içinde oluşmuş Müslüman hukuk müdevvenatını, yani kaynakları Kuran vahiylerinin hukuksal buyrukları gibi benimsemek ve tanımak tamamen yanlıştır. Bu malzeme, İslam dininin hukukunu değil, belirli bir devirde yaşamış bazı İslam ülkelerinin hukukunu ifade eder. Ne yazık ki, günümüzde bazı çevreler bu hukuki malzemeyi ve fıkhı “şeriat” adı altında vahileştirmekte ve Kuran’ın adeta kendisi gibi ortaya sürmektedirler. Bunun sonucu, İslam’ın, insanlık dünyası tarafından “yaşanamaz bir sistem” olarak ilan edilip dışlanması olacaktır o bakımdan, Kuran vahiylerinin insan hayatına girmesini isteyen samimi ve inattan uzak müminlerin eski hukuk malzemesini ilahlaştırmak yerine, Kuran’a dönerek bugünkü hayatın ihtiyaçlarına oradan çözümler aramaları gerekir.
İslam’ın, hayatın hemen her alanına ilişkin buyruklar taşıyan bir din olduğu hepimizce bilinmektedir. Ancak bu, bazılarının sandığı gibi, İslam’ın ilgilendiği bu alanların tüm meselelerini düzenlediği ve her şeyi kurallaştırdı anlamını taşımamaktadır. İslam her alana ilişkin söz söylemekte , ancak bu alanların hepsinde insanın fikir üretmesini ve yeni tespitlerde bulunmasını da emretmektedir. Aksi takdirde, İslam’ zaman üstü ve evrensel olması düşünülemez. Zaman üstülük ve evrensellik bir anlamda değişik şartlara uyum sağlamak üzere insanın serbest bırakılmasıdır. İslam, eğer bunu yapmasaydı belli bir zaman ve coğrafyayla kayıtlı bölgesel bir din olurdu.
İslam yönetimiyle ilgili ilkeleri nedir sorusuna cevap ararken bu temel noktayı gözden uzak tutmamak zorundayız. Aksi takdirde çok büyük hatalara düşer, kendimizi bunalımlara iteriz.
İslam’ın yönetim konusunda birtakım evrensel ilkeler, mutlaka korunması gereken ufak çizgileri getirdiğini unutmamak kadar, bu büyük dinin yönetim konusunda insanın değişik zaman ve mekan şartlarına göre değişik yapılanmalara gidilmesini esas aldığını da gözden uzat tutmamak zorundayız.
Yönetim İlkeleri: İslam’ın temel kaynağı olan Kuran’ın yönetimde şu temel ilkeleri önerdiği görülmektedir:
Şura: şura, Türkçe’de “meşveret” ve “istişare” türevleri de kullanılan bir kelime olup, iş ve yönetimle ilgili tarafların karşılıklı fikirleri sergiledikten sonra ortak bir karar vermeleri şeklinde yürüyen bir sistemin, daha doğrusu bir anlayış ifadesidir. Kuran, iktidar ve egemenliğin hukuksal dayanağı olarak şurayı göstermektedir “Onların iş ve yönetimleri aralarında şura iledir”(Şura,38).
Şuranın, Allah’ın vayhi ile yol alan ve desteklenen Hz. Peygamber’e, bile koruması gereken bir tavır olarak emredilmesi ilahi iradeye uygun bir yönetim mutlaka şuraya dayanması gerektiğini gösterir. Peygamberimize şurayı emreden Ali İmran Suresi 159. ayet bu bakımdan çok ilginçtir. “Allah’tan bir rahmet sayesindedir ki sen onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba-saba, katı yürekli olsaydın senin çevrenden kesinlikle dağılır giderlerdi. O halde bağışla onları, af dile onlar için iş ve yönetim konusunda onlarla şuraya git...” Şura emrinin bu temel ayeti Kuran’ın kendine özgü iade güzelliği içinde, şura sisteminin hangi kavramlarla birlikte bulunacağını da ifadeye koymuştur. Bunlar, rahmet yani merhamet ve şefkat, yumuşaklık, kabalıktan, katı yüreklilikten uzaklık, bağışlamak, af etmek ve azmetmektir. Bütün bu kavramlar, sonuçta insanın Allah’a dayanmış olmasını sağlar.
Hiç bir maddi ve manevi baskı altında kalmadan özgürce karşılıklı danışma, tartışma, fikir alışverişi yapma ve belli bir fikri onaylama anlamları taşımayan şura, çoğunlukla veya ittifakla bir karara varmadır. Başkan şuraya uyar; şura başkanın fikrine ve kararına uymak zorunda değildir. Bu anlamdaki şurayı, bir sistem olarak düşünüldüğünde, “cumhuriyet” idaresi şeklinde niteleyebiliriz.
Şurayı, Kuran’ın verilerine ters düşmemek şartıyla “demokrasi” olarak ifadeye koyabiliriz.
Şunu da unutmamak gerekir: Kuran’da şuranın şekli ve yöntemi gösterilmemiştir. Bu demektir ki, şekil ve yöntem zamana ve şartlara göre belirlenecektir. Şura, birkaç kişiyle vücut bulan “doğrudan demokrasi” şeklinde uygulanabileceği gibi, büyük kitleler aracılığı ile işleyen “temsili demokrasi” olarak da yürüyebilir. Kaçınılmaz olan şudur: yönetimin ve birlikte yaşamanın her seviyesinde şura esastır.
Şuranın gereğini ve değerini ifade için Kuran, bunun karşıtı olan melikliği yani kişi, grup ve hanedan despotizmlerini yermiştir. Kuran’ın tavrı ve üslubu açısından bakıldığında, bunun anlamı, şura dışındaki sistemlerin insanı ıstırap ve Mutsuzluğa sevk edecekleri merkezindedir. Kuran, kendine özgü ifade güzelliği içinde bu sistemlerin fesat, yani bozgun ve kargaşa sistemleri olduğunu, dengesizlikler yaratacak kitlelerin hak ve sorumluluklarını alt üst ettiğini söylemektedir. Kuran bu anlayışını, idrak ve kapasitesini övdüğü Saba Melikesi’ne söyletmektedir. “Melike dedi: Şu bir gerçek ki, krallar bir kente/bir ülkeye girdiler mi orada bozgun çıkarırlar; oranın onurlu insanlarını zelil, sefil ederler. İşte böyle yaparlar” (Neml, 34).
Biat : kelime anlamıyla el sıkışarak anlaşmak demek olan biat, Kuran tarafından egemenliğin temel dayanaklarından biri olarak gösterilmektedir. Kuran, bizzat Hz. Peygamber’e, onun yönetim ve direktiflerini boyun eğecek kadın-erkek tüm insanlardan biat almayı emretmektedir (Mümtehine, 12; Fetih, 10).
Biat doğrudan demokrasinin ideal görünümlerinden birini verir. Hz. Peygamber, bazen başka birisini biat almak üzere vekil etmiştir. Bu davranışı O’nun, biatı; temsili biçiminde uygulamayı da Kuran’ın ruhuna uygun bulduğunu gösterir.
Biat kavramı da, tıpkı şura kavramı gibi, Kuran’ın cumhuriyet ve demokrasiye insan için en uygun sistem olarak baktığına delildir. Bunun böyle olması siyasal anlamdaki “Hakimiyet halkındır” veya “milletindir” sözü, kozmolojik, ontolojik ve metafizik anlamdaki “hüküm Allah’ındır” sözüyle çelişmez. “Ağaç dikmek, buğday yetiştirmek bizim hakkımız ve görevimizdir demek ağacın ve buğdayın insan tarafından yaratıldığını göstermez. Cenabı Hak, her şeyin hakimidir. Bütün kanunları ve kuralları, yaratıcı sıfatıyla o koyar. Ancak unutmamak gerekir ki,despotizmden uzaklığı, kişi ve hanedan hegemonyalarını yönetimden dışlamayı emreder, şurayı kanunlaştıranda O’ dur. O halde, şuranın bir uygulanışını ifade eden “hakimiyet milletindir” siyasal ve hukuksal ilkesi “hüküm Allah’ındır” ilkesinin karşıtı değil uzantısıdır. Bu ilkenin amacı, Allah’ın dışlanması değil; yönetimin Allah’ın kanunları ve iradesi dışına çekilmesine yol açan Cumhuriyet öncesi bazı sistem ve anlayışların dışlamasıdır.
Adalet: Kuran, adalet ilkesini değişik ifadelerle defalarca tekrarlamıştır: “ Allah size emanetleri ehlinize vermenizi, insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder ...” (Nisa, 58). “Ey ima edenler! Adalet ve dürüstlüğün tanıkları olarak Allah için kollayıp gözetleyenler olun. Bir topluluğa kininiz, sizi adaletsiz davranmaya asla itmesin. Adaletli olun. Bu, korunup sakınmaya daha uygundur” (Maide, 8). “Konuştuğunuz zaman, yakınlarınız aleyhine de olsa adaleti gözetin” (Enam, 152). “Şu bir gerçek ki Allah; adaleti, iyi ve güzel davranmayı, akrabaya vermeyi emreder" (Nahl, 90). “Allah sizi, din hakkında sizinle savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayan kimselere iyilik etmekten, onlara adaletli davranmaktan menetmez. Allah, adaleti ayakta tutanları sever1 (Mümtehine, 8).
İş ve Emanetlerin Ehil Olanlara Verilmesi: Kuran’ın sadece yönetimde değil, hayatın her alanıyla ilgili temel ilkelerinden biri de emanetlerin, onlara ehil olanlara teslim edilmesidir. Bu konunun temel ayete olan Nisa 58 şöyle diyor: “Şu bir gerçek ki, Allah size emanetleri onlara ehil olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmetmenizi emrediyor.”
İş ve görevleri ehil olanlara verme ilkesi, Kuran’ın diğer bir ilkesini akla getiriyor: emek ve gayrete öncelik ilkesi. Bu ilke Kuran’da şu ifadelerle verilmiştir: “gerçek şu ki, insan için çalışıp didindiğinden başkası yoktur” (Necm,39). Bu son ilke bize gösterir ki yönetim, uygulamayı emek ve gayreti yüceltmenin ve nimet elde etmenin temel şartı bilecek ve emeği sermayeye boğduracaktır.
Yöneticilerin Yönetilenlerden Olması: kuran, dolaylı bir ifade ile Müslümanların itaat edilmesi gereken yöneticilerinin kendilerinden olması gerektiğini söylemesi gerekmektedir. Nisa 59, konuyu şöyle düzenliyor: “Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, Allah’ın resulüne ve sizden olan ululemre itaat edin”.
Ululemrin yani iç ve dış yönetimi kotaranların kimliği, nitelikleri üzerinde durulmamıştır. İstenen tek şey bunların iman sahiplerinden olmasıdır. O halde, Ululemrin Allah’a inanan ve yönetimle ilgili diğer ilkeleri öne geçirmeyi benimseyen kişiler olması gerektiği söylenebilir.
Yönetimde temel amaçlar: yönetimin temel ilkeleri, dinin temle amaçları olarak nitelendirilen beş şeyi elde etmeye ve yaşatmaya yöneliktir. İslam düşünürleri bunları “beş temel maksat” yani “amaç” olarak tespit etmişlerdir.
İslam fıkhının ortak kabullerinden birine göre İslami hükümler ana başlık olarak ikiye ayrılır: Makaasıd (maksat kelimesinin çoğulu) hükümler, vesail (vesile kelimesinin çoğulu) yani araç hükümler. Araç hükümler, amaç hükümlerin yapılarına ve hedeflerine ters düşmemek şartıyla anlam ifade ederler. Araç hükümler, amaç hükümlere ters düşmesi halinde, “uygulandıkları takdirde temel gayelerine ters sonuç veriyorlar” gerekçesiyle askıya alınabilir. “Devirlerin değişmesiyle hükümlerin değişmesi kaçınılmaz olur” şeklinde ünlü Mecelle maddesi ile ifade edilen ilke, araç hükümler açısından geçerlidir.
Din meselesinin en hayati noktalarından biri de amaç-araç kesişmesini iyi belirlemek ve amaç hükümlerinin zedelenmesini titizlikle korurken, araç hükümlerinin değişen zaman ve şartlara göre gözden geçirilmesini sağlamaktır.
Korunması gereken amaçların temel başlıkları şöyle verilmiştir: Dinin korunması, neslin korunması, nefsin, yani insan bütünlüğünün korunması, aklın korunması ve malın korunması.
Yönetim, bu temel amaçları elde etmek üzere araç hükümleri bir biçimde gözden geçirerek dinin insan, toplum ve hayatta çatışma noktasına gelmemesini sağlayacaktır. Bunun bir anlamı da şudur: Yönetim, araç hükümleri, dinin temel esaslarının kavranması için kullanmak yerine bunları bizatihi gaye, hatta din yaparak insanı çıkmaza ve ıstıraba sokan kural ilahlaştırma saplantılarını aşarak bir basiret ve kudreti elden asla bırakmamak durumundadır. Aksi takdirde, Kuran’ın Allah’a varma gayesiyle kullanıma soktuğu vasıtalar, Allah’ın ve dinin yerine geçirilerek temel hedefler tahrip edilir.
Din ve Vicdan Hürriyeti: Beş temel amaçtan biri olan dinin korunmasının günümüz hukuk diliyle ifadesi, inanç, din, vicdan ve düşünce özgürlüğünün korunmasıdır. Esasen aklın korunması da vicdan ve inanç özgürlüğünün başka bir ifadesidir. Çünkü Kuran, akılla imanı kucaklaştırmaktadır. İşletilen akıl veya aklın işletilmesi Kuran’a göre insan onurunun ve iman gerçeğinin özüdür. İşletilmeyen, başka bir değişle dondurulan akıl, imanın ipotek altına girmesine yol açar. Böyle olunca da din insanın aldatılmasına ve sonuç olarak da tahrip edilmesine zemin hazırlayan başka bir baskı aracı haline gelir. Bunu önlemek içindir ki Kuran, sürekli bir biçimde dini ilimle, imanı da akılla kucaklaştırmaktadır.
Kuran düşüncesinin bu yaklaşımı Ehli sünnet geleneğinde adete resmi din tanımı olarak şu cümleyi yüzyıllardan beri yaşatmaktadır: “Din, ilahi bir konumdur ki, akıl sahiplerini kendi iradeleriyle mutlak hayra iletir.”
Göründüğü gibi bu tanımın üç temel unsuru vardır: İlahilik, akıl ve hür irade. Akıl ve hür irade felce uğratıldığında Kuran’ın imanında temel olan beyine yani kanıt aydınlık çöker.
Bütün bunlar hür iradenin, yani kötüyü ve iyiyi yapabilme seçeneğinin felce uğratılmasını gerekli kılar. Çünkü felce uğrayan iradelerin sahipleri, görünüşte yaptıkları iyi şeyler olsa da gerçekte insan değil robotturlar. Kuran, robotlardan çıkan fiilleri din ve hayır olarak görmez.
İkrah ve Emr Bil Maruf: ikrah: tiksinme, çirkin görme, sevmeme anlamındaki kerh kökünden gelir ve bir insana sevmediği, tiksindiği şeyleri baskı, cebir, şiddet yahut aldatmayla yaptırmak anlamını taşır.
Kuran, Bakara suresi 256. ayette ikrahı dinle yan yana bulunmaması gereken bir olumsuzluk halinde göstermiştir: “Dinde ikrah yoktur. Gerçek şu ki, doğruluk ve aydınlık, çirkinlik ve kötülükten apaçık bir biçimde ayrılmıştır...” Ayette kullanılan “dinde” kelimesinde “de” edatı “içinde, içindelik” ifade ettiğinden “ikrahın her şeyden önce dinin içinde barındırılmaması gerekir.” Bazılarının “İslam’ın dışındakilere baskı ve zorlama yoktur; ama, Müslümanlığı kabul etmiş olanlara baskı ve zorlama uygulanabilir” şeklinde iddiaları Kuran’ın ikrahı din dışı ilan eden bu temel prensibine aykırıdır. İkrah, Allah’ın iradesine ve O’nun düzenlediği dinin ruhuna tamamen zıt bir insanlık suçu, bir din ihlalidir.
İkrahı mazur göstermek için Kuran’daki “emr bil maruf” yani “doğruyu ve güzeli bildirme” ilkesini yanlış yorumlamak başlangıçtan beri siyasal saptırmaların tavrı olmuştur. Oysaki, emr bil maruf , Kuran’daki “tebliğ” yani “iyiyi ve güzeli insana ulaştırma, duyurma” kavramının bir uzantısıdır. Tebliğin; baskı, zorlama, cebir, ve şiddetten uzak bulunması gerektiğini 30’u aşkın ayette ısrarlı bir biçimde emreden Kuran’ın, emr bil maruf anlayışını baskı ve zorlamam ile lekelemesi mümkün değildir.
Sözün özü şudur: Kuran, cennete giden yolu en güzel biçimde gösterir; fakat, insana cehenneme gitme özgürlüğü de tanır. Çünkü cehenneme gitme özgürlüğü, yani kötüyü ve çirkini seçme gücü olmayanların hür iadeleri yok demektir. Hür iradesi olmayan benlikler ise Kuran’ın muhatabı ve mensubu olamaz.
Din ve Laiklik: “İnsan” meselesinin en esrarlı görünümlerinden biri de insanın parça bir varlık olmasına rağmen, bütüne ait tüm arzu ve istekleri bünyesinde taşımasıdır. İnsan, varlığın bir parçasıdır; ama arzu ve istekleri, bir parçanın elde edebilecekleriyle asla sınırlı değildir. Bu yüzden insan, arzu ettikleriyle elde ettiklerinin farklılığından doğan çelişme ve didişmenin ıstırabı içindedir.
İnsanın kendisinden koptuğu bütün olan yaratıcı kudret, yani Allah, insanın, bu sıkıntısını bildiği için insanı o büyük arzu ve hasretle bir başına bırakmamış, “bütüne varış yolculuğu”nda ona yardımcı olmak lütfunu göstermiştir. Bu lütuf, insana peygamberler aracılığı ile tutulan ışıktır. Din, bu ışığın bir hayat biçimine dönüştüğü andaki adıdır. Bu demektir ki din, koptuğu bütünle kucaklaşması anlamındaki tekamülünü daha rahat tamamlaması için Mutlak Varlığın insana gösterdiği bir “yol”dur.
Ne yazık ki çoğu insan bu erdirici yolu, koptuğu bütüne daha rahat varmanın aracı olarak kullanmak yerine, onu ya tamamen reddetmiş, yahut da kendisini, koptuğu bütünün makamına oturtmanın aracı olarak kullanmıştır. İnsanın bu iki yanlış tavrından birincisi inkara, ikincisi ise dini Allah’ın iradesinin dışına çekme tutkusuna vücut veriyor. Esasını, “Allah’ın yetkilerini kullanmaya kalkma” illetinin oluşturduğu bu tutkuyu biz, kısaca din sömürüsü olarak anabiliriz.
O halde inkar ve din sömürüsü, insanı Allah’ın iradesinin tersine bir yola sokmakta, varlıkla bütünleşmenin ahengini bozmakta ve sonuç olarak insanın sadece birey halinde değil, toplum halinde de acı çekmesine sebep olmaktadır. Bunun içindir ki; insanoğlunun tarih boyunca çektiği ıstırapların daima iki sebebi olmuştur: inkarcı egoizm, dinci egoizm. Bu egoizmlerin ikisi de Allah’ın yerine geçme tutkusu taşımaktadır. Farklılık, sadece izledikleri yöntemde ve araç olarak kullandıkları nesnelerdedir.
Tarih bize gösteriyor ki, insanın din sömürüsü yüzünden, yani egonun kutsalı ve Allah’ı kullanması yüzünden çektiği acılar, inkar yüzünden çektiği acılardan daha yoğun ve yıkıcı olmuştur. Ne yazık ki, insanın en büyük boğuşmalarının arkasında, Yaratıcı’nın insan daha mutlu olsun diye gönderdiği din vardır. Belki de bu yüzden, Kuran’ın yaklaşık üçte birini, dini temsil edenlerden şikayet oluşturmaktadır. İnsanın ilk çekişme ve boğuşmasının sebebi din temsilcileridir. Bu şikayeti gündeme getiren Kuran ayetlerinde, din temsilcilerinin günahlarına şu ifadelerle değinilmektedir: “Kitlelerin malını, emeğini ‘sizi Allah’a götüreceğiz’ diyerek çeşitli oyunlarla ‘tıka basa’ yiyip sonunda onları Allah’tan uzaklaştırmak” (Tevbe, 34), “Allah’ın gönderdiği vahyi basit çıkarlar uğruna değiştirmek, insan eliyle yazılanları Allah’ın yazdığı gibi gösterip halkı kandırmak” (Bakara, 78-79), “Vahyin verilerini çıkarlara uydurmak için kelime ve cümleler üzerinde tahrifler yapmak” (maide, 41), “Allah’a götürme iddiasıyla ilimsiz ve ışıksız bir biçimde ortaya çıkıp Allah’a giden yolu tıkamak (Hac, 8-10), “Dinin tek kaynağı olan ilahi kitabı birtakım ‘alt-kutsal kitaplar’ icat ederek parçalamak” (Müminun, 52-54), “Allah’a din öğretmeye kalkmak” (Hucurat, 16). Kuran, bunların dışında, dolaylı ifadelerle din temsilcilerinin şu günahları işlediklerine de dikkat çekmektedir: “Allah’a fatura edilen birçok yalanı kutsallaştırmak”, “doğuştan hür ve temiz olan insanı doğuştan günahkar ve yüzü kara ilan etmek”, “aklı ve hür iradeyi prangalayarak dikte edilen kurallara şuursuzca uymayı kurtuluş sanan kuşaklar oluşturmak”, “bugünleri cehenneme çevrilen kitlelere yarınlar için cennet vaat etmek...” Ne ilginçtir ki Kuran ateizmden hiç söz etmediği halde Allah’ın yanına yedek ilahlar koyarak ilahi iradeyi parçalamaya kalkan “şirki” sürekli eleştirmekte ve en büyük düşman olarak göstermektedir.
Kısacası, insanoğlu daha başlangıçtan itibaren, Allah’a varmak niyetiyle teslim olduğu din kotarıcıların ilahi iradeyi egolarının keyfi uğruna saptırmaları yüzünden zulme ve kötülüğe maruz kalmıştır. Bu din temsilcileri, Allah için iş yaparak insanı mutlu etmemişler, Allah’ın yerine iş yapmaya kalkarak kitleleri perişanlığa itmişlerdir. Allah’ın elinden çıktığı şekliyle mutluluk ve ahenk kurumu olan din, bu “saptırıcı temsilciler”in elinde bir ıstırap ve kahır kurumu haline gelmiştir.
İşte laiklik, din gerçeğini egoları hesabına kullanmak için Allah’ın iradesini saptırarak “din” adı altında kendi keyiflerini egemen kılmak isteyen güçlere karşı bir savunma ve “nefes alma” çaresi olarak keşfedilmiştir. Temelde ve ilahi iradenin beklentileri açısından bakıldığında son ve ideal çözüm olmamakla birlikte insanın yoğun zulümler altında inlemesini bir ölçüde durduran ve insana kendine gelme imkanı veren bir gelişmeyi ifade eder. Bu gelişme sayesindedir ki, ilahi iradeyi saptıran din sömürücüsü egoist odakların hiç değilse zulümlerini devletleştirmeleri çığırı kapatılmıştır.
“Onların iş ve yönetimleri aralarında şura iledir” (Şura, 38) ayeti açık olarak bir toplumu yönetenlerin yönetim gücünü yönettiği halkın egemenliğinden alması gereğini emreder. Kuran-ı Kerim yönetimde egemenlik hak ve yetkisini Hz. Peygambere bile vermemiş ve onun sadece bir “tebliğci” olduğunu birçok defa vurgulamıştır. Nihayet O’nun yönetimi arkadaşları ile birlikte “danışma” halinde yürütmesini emretmiştir (Bkz. Ali İmran, 159). Bu ayetlerin laiklik bağlamında iyi kavranması gerekir.
Laikliğin bir yönü de herkese din ve vicdan hürriyeti tanımaktır. “Rabbin eğer dileseydi yeryüzünde bulunanların hepsi kesinlikle inanırlardı. Öyleyse, sen, buna rağmen, insanları inanmaları için zorlayacak mısın?” (Yunus, 99) ayeti bu hürriyeti açık olarak emreder. Dünya toplumları ile iletişim kuran bir topluluğun kendi içinde yanlışta uzlaşması düşünülebilecek bir şey değildir. Çalışan aklın ulaştığı sonuçları tartışabilen bir toplum doğruyu bulur.
Kuran dininin Hz. Muhammed eliyle uygulanan şeklinde, ilahi irade esas yönünde hükmettiği için, laikliğin hayal dahi edemeyeceği güzellik ve mükemmellikte bir hayat söz konusu idi. Onun ölümünden sonra din yozlaştırılmaya ve ilahi irade saptırılmaya başlandı.
İslam’ın doğuşundan dört-beş asır sonraki zamanda ise, mezhep ve tarikat adı altında yirmiye yakın “birbirinden az veya çok farklı olan oluşumlar” zuhur etti. Böylece, Kuran’ın ve Hz. Peygamber’in son söz sahipliği yaşayan bir realite olmaktan adeta çıkarılmış oldu. Kuran sadece mezarlıklarda, ölülere cennet vizesi vermek için okunan bir “ilahiler kitabı” durumuna düşürüldü. Bunun sonucunda, Kuran dininde asla bulunmayan engizisyon, sömürü, aforoz ve endülüjanscılık Müslüman kitlelerin yakalarına yapıştı. Bilgisizlik, uyuşukluk, birbirini acımasızca cehennemlik ilan etme, İslam dünyasının adeta kaderi haline geldi.
Türkiye’de laiklik kabul edildiği zaman, andığımız bu “yozlaştırılmış ve kaynağından uzaklaştırılmış din süreci” en rahatsız edici devresini yaşıyordu. Ne yazık ki laiklik sürecine geçişin ardından beklenen değişmeleri yeterince sağlama başarısını gösteremedik. Bu süreç, örf ve hurafe dinciliğinden gerçek dine dönüş süreci olmalıydı. Maalesef bu olmamıştır. 1940-1950 arasında, yer yer ve zaman zaman din inkarı ve İslam nefretine alet edilen laiklik, toplumda bir reaksiyon olarak “tarihi-kültürel sürecin ortaya çıkarttığı örfler ile hiçbir esasa dayanmayan hurafelerin şekillendirdiği oluşum”a gerçek din imiş gibi sığınma ihtiyacı yaratmıştır. Bunun sonucu ise, üretilen hemen tüm politikaları da desteğine alarak bu oluşuma dayalı bir “Sömürü sektörü” yapılanmıştır. Türkiye şu anda bu sektörün yaşatmak istediği “kültürel ve hurafeye dayalı dincilik” ile “Kuran’a dönüş düşüncesi”nin çekiştiği bir din atmosferini yaşıyor. Bu süreçte laiklik, Kuran’a dönüş düşüncesinin önemli desteklerinden biri olabilir.
Şunu da inkar edemeyiz: İnsanoğlu şu anda, din sömürücüsü zulüm odaklarının hegemonyasına girmemek için sığındığı laiklik ve sekularizm yüzünden Yaratıcısı’nı sürgüne göndermiş bir durumda yaşıyor. İnsana kendi ruhundan bir nefes üflemiş olan Allah, insan tarafından büyük ölçüde hayatın dışına itilmiş bulunuyor. “Allah’ı hayata davet edersek, O’nun adını paravan yapan din sömürücüleri başımıza dert açarlar” diyerek Yaratıcı’yı deist bir mantıkla hayatımızın uzağında tutmaya devam mı edeceğiz? Yoksa dini Allah’ın iradesine uygun şekliyle ortaya getirmek üzere yepyeni bir süreç mi başlatacağız? İnsanlığın bugün en ciddi sorularından biri budur.
Bu soruya vereceğimiz cevap ne olursa olsun, din adına işlenecek baskı, zulüm, saptırma, sömürme, ezme ve dışlamalara teslim olmadan düşünebilmek için, hurafe dinciliğinin tasallutundan arınmış bir atmosfer sağlayan laik düşünceyi korumak zorundayız. Bu sanıldığı gibi, sadece inanmayanların hesabına bir fedakarlık değil, “gerçek iman sahipleri”nin de hayrına bir tavır olacaktır. Çünkü, ilahi iradenin tersine çalıştırılan bir sömürü ve baskı dini, her şeyden ve herkesten önce gerçek dindarların kahrına sebep olmaktadır. Böyle bir din, toplumları yeni inkar fırtınalarının kucağına atarak yarınlarımız için filizlenen ümitleri de mahveder.

(İSLAM GERÇEĞİ kitabı, sayfa 89-103)
Yazarlar: Prof. Dr. Hüseyin ATAY, Prof. Dr. Yaşar Nuri ÖZTÜRK, Prof. Dr. Beyza BİLGİN, Prof. Dr. Rami AYAS, Dr. Arif GÜNEŞ, Dr. Hasan ELİK

''Milletimiz din gibi kuvvetli bir fazilete sahiptir. Bu fazileti hiçbir kuvvet, milletimizin kalp ve vicdanından çekip alamamıştır ve alamaz''Atatürk SD; II, s. 66-67
Alıntı ile Cevapla
  #2  
Alt 11-10-2006, 05:48
Üye Değil
 
Mesajlar: n/a
Standart Re: İslam ve Yönetim

Sevgili Humayun,
Demokratik bir forum olduğumuzdan kimsenin kuşkusu olmasın. Düşüncelerinize katılmıyorum ama düşüncelerinizi savunmanız için sizi destekliyorum. Yeter ki saygıyı ve sevgiyi elden bırakmayalım. Yeter ki sitemizin seviyesini düşürmeyelim. Ben sizi bu ülkenin değerlerine bağlı inançlı bir insan olarak görüyorum. Laik demokratik cumhuriyetten yana olan tüm inançlı arkadaşlarımıza sitemiz her zaman açıktır. Bizim onlarla bir sorunumuz yoktur. Din bağlamında bizim sorunumuz şeriatçılarladır. Bu ülkeye seriatı dayatanlarladır...Sevgilerimle...
Alıntı ile Cevapla
  #3  
Alt 11-10-2006, 06:57
humayun humayun isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
 
Üyelik tarihi: 12 Sep 2006
Bulunduğu yer: ist
Mesajlar: 111
Standart Re: İslam ve Yönetim

Aynen sevgili Ezkamo.Bizim savaşımızda dediğin kişiler iledir.Hoşgörün , objektifiliğin ve demokratikliğin için teşekkürler.Sevgi ile...

''Milletimiz din gibi kuvvetli bir fazilete sahiptir. Bu fazileti hiçbir kuvvet, milletimizin kalp ve vicdanından çekip alamamıştır ve alamaz''Atatürk SD; II, s. 66-67
Alıntı ile Cevapla
  #4  
Alt 11-10-2006, 09:11
kuvvaci kuvvaci isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
 
Üyelik tarihi: 19 Jul 2006
Mesajlar: 264
Standart Re: İslam ve Yönetim

Saygıdeğer Humayun!
Hiç bir arkadaşın birilerinin inancına karışma gibi bir düşüncesi olacağını sanmıyorum. Ama ben inanclarında sorgulanabilmesi gerektiğini düşünüyorum. İslam adı altında birsürü arap geleneği ve göreneği bize din diye yutturuluyor. Herzaman bu forumda dile getirdiğim gibi benim için en tehlikeli konu Amerikan emperyalizminden ziyade arap emperyalizmidir. Benimde *inançlı insanlarla işim olmaz benim işim Mürtecilerle .Düşüncelerinize elbette saygı duyuyorum. Şu var yalnız islamcı dostlarda çokmu alıngan oluyorlar, *her şeyi hemen hakaret olarak algılıyorlar gibi geliyor bana saygılarımla dostça kal

Bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşcesine
Alıntı ile Cevapla
  #5  
Alt 12-10-2006, 03:50
humayun humayun isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
 
Üyelik tarihi: 12 Sep 2006
Bulunduğu yer: ist
Mesajlar: 111
Standart Re: İslam ve Yönetim

Teşekkür ederim kardeşim.Elimden geldiğince sabırlı olmaya ve saygı çerçevesinden çıkmamaya çalışıyorum.Sevgi ile.

''Milletimiz din gibi kuvvetli bir fazilete sahiptir. Bu fazileti hiçbir kuvvet, milletimizin kalp ve vicdanından çekip alamamıştır ve alamaz''Atatürk SD; II, s. 66-67
Alıntı ile Cevapla
  #6  
Alt 12-10-2006, 09:11
Üye Değil
 
Mesajlar: n/a
Standart Re: İslam ve Yönetim

Sevgili humayun
İslam dinini ,kendine göre refüze etme çalışmaların iyi niyetli ama nafile
çabalardır.
İslamın anayasası şeriattır.Bu islam dininin olmazsa olmazıdır .
Şeriat konusundaki görüşlerinden dolayı; ehli sünnete göre şirk içindesin.
Haddim olmayarak soracağım ??
Müzikle haşır neşir birisinin,ellerin ve ayakların çarpraz kesilmesini isteyenlerle ne işi olabilir.
Sağlıcakla
Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Önerilen Siteler


Yetkileriniz
Yeni Mesaj yazma yetkiniz Aktif değil dir.
Mesajlara cevap verme yetkiniz aktif değil dir.
Eklenti ekleme yetkiniz aktif değil dir.
Kendi Mesajınızı değiştirme yetkiniz Aktif değildir dir.

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-KodlarıKapalı

Gitmek istediğiniz forumu seçiniz


Bütün Zaman Ayarları WEZ +3 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 22:57 .