Turan Dursun Sitesi Forumları
Geri git   Turan Dursun Sitesi Forumları > Genel Forumlar > Politika

 
 
Başlık Düzenleme Araçları Stil
Prev önceki Mesaj   sonraki Mesaj Next
  #1  
Alt 07-09-2009, 13:00
güneşinzaptıyakın güneşinzaptıyakın isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üyeliğini Sonlandırmış
 
Üyelik tarihi: 30 Aug 2009
Mesajlar: 2.219
Standart Sosyalizm açısından Kürt sorunu ve çözüm yolları

Sorunun çözüm yollarını tartışmadan önce konuya kısa bir özet ile birlikte sosyalizm açısından açıklık getirmek lazım. Kürt sorununu ulusal-burjuva devlet beklentisi içindeki siyasi söylemden uzak ve sosyalizm içinde tartışmak ve çözüm üretmek esas olandır. Günümüz emperyalist açılım söylemlerinden uzak bir tavır daha gerçekçi olacaktır.

Marks 1860’lı yıllar’da başlayıp gelişen İrlanda ayrılıkçı hareketinden faydalanarak Britanya İmparatorluğu’nda bir gedik açabilmek adına İrlanda’nın bağımsız bir devlet olma hakkı olduğunu savunarak UKKTH diye tanımlanan doktrinin yolunu açmıştır. 1864'te Enternasyonalin Bildirisini kaleme alırken Marx, Engels'e Mazzini'nin milliyetçiliğine karşı savaşım vermek zorunda kaldığını yazdı (4 Kasım 1864), ve şunları söyledi: "Bildiride, uluslararası siyasete ayrılan yerlerde, ulusal-topluluklardan değil ülkelerden sözediyorum, ve küçük ulusları değil Rusya'yı eleştiriyorum." Marx'ın "işçi sorununa" oranla, ulusal sorunun ikincil bir sorun olduğu konusunda kuşkusu yoktur. Bununla beraber Marks ulusal sorunları yok saymaktan uzaktır. Proudhon’cu bakış açısının ise yanlış olduğunu birkaç mektubunda Engels ile paylaşır ve Şovenizme’le mücadele olarak polomik tatiklerin faydalı olacağını söyler. Marx'ın bütün bu eleştirici sözlerinden çıkan sonuç açıktır: ulus sorununu bir fetiş haline getirecek son sınıf, işçi sınıfı olacaktır. Çünkü kapitalizmin gelişmesi, mutlaka bütün ulusları uyandırıp bağımsız bir yaşama yöneltmez. Ama yığınları kapsayan ulusal hareketler başladıktan sonra umursamamak ve bunlardaki ilerici olan şeyi desteklememek, sonuç olarak, "kendi ulusunu", "örnek ulus" sayarak (ya da, biz ekleyelim, kendi ulusunu devlet kurma ayrıcalığı tekeline sahip ulus sayarak) milliyetçi önyargılara kapılmak olur. Başlangıçta Marx, İrlanda'nın, ezilen ulusun ulusal hareketiyle değil, ezen ulusun işçi hareketiyle kurtarılacağını sanmıştır. Marx, bütün ulusal-toplulukların tam kurtuluşunu ancak işçi sınıfının zaferinin gerçekleştireceğini bildiği için, ulusal hareketi mutlak bir şey olarak ele almadı. Ezilen ulusların burjuva kurtuluş hareketiyle, ezen ulusun proleter kurtuluş hareketi arasındaki olanaklı olan bütün karşılıklı ilişkileri önceden kestirmenin olanaksız olduğunu öngörüyordu Marks. (1)

Lenin bu doktrini geçen yüz yıl başında Avusturya ve Rusya İmparator’luklarından ayrılmak için mücadele veren Polonya ve Ukrayna özelinden hareketle bir çok yerde ve zeminde tartışmış ve dile getirmiştir. "Proletaryanın kapitalizme karşı devrimci yığınsal savaşımı"nı, ulusal sorunda devrimci bir programla birleştirip ilişkilendirmemiz gerektiğidir, (2) diye Parabellum’a cevaben yazdığı makalede 1915 yılı itibari ile özellikle Polonya cephesinde ve Rusya’nın batı cephesinde açmak istediği gediği zorlar. Proletarya, demokrasi aracılığıyla, yani demokrasiyi tam uygulayarak ve savaşımının her adımını, en kararlı biçimde formüle edilmiş demokratik isteklerle ilişkilendirerek zafer kazanabilir, böyle yapmaksızın kazanamaz. Sosyalist devrimi ve kapitalizme karşı devrimci savaşımı, demokrasinin sorunlarından yalnızca biriyle, burada ulusal sorunla karşı karşıya koymak saçmadır. Kapitalizme karşı devrimci savaşımı, bütün demokratik isteklerle, yani cumhuriyet, halk ordusu (militia), resmi görevlilerin halk tarafından seçilmesi, kadınlara eşit hak verilmesi, ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı, vb. gibi isteklerle ilgili devrimci bir program ve taktiklerle birleştirmeliyiz. Kapitalizm varoldukça bu istekler -hepsi- yalnızca bir istisna olarak elde edilebilir. Üstelik tam olarak değil, çarpıtılmış olarak. Şimdiye dek başarılmış demokrasiye dayanarak ve bu demokrasinin kapitalizmde tam olamayacağını gözler önüne sererek, yığınların içinde bulunduğu yoksulluğun ortadan kaldırılmasının ve bütün demokratik reformların tam ve her yönüyle gerçekleştirilmesinin gerekli temeli olarak kapitalizmin devrilmesini ve burjuvazinin mülküne elkonmasını istiyoruz. Bu reformların bir bölümü burjuvazinin devrilmesinden önce, bir bölümü burjuvazinin devrilmesi sırasında, bir bölümü de devrildikten sonra yapılacaktır. Toplumsal devrim tek bir çarpışmadan ibaret değildir, ama ekonomik ve demokratik reformun bütün sorunları üzerinde, ancak burjuvazinin mülksüzleştirilmesiyle tamamlanan bir dizi çarpışmayı kapsayan bir dönemdir. Demokratik isteklerimizin herbirini, bu sona bir amaç için A'dan Z'ye kadar tutarlı devrimci bir yolda formüle etmeliyiz. Bazı ülkelerde, tek bir temel demokratik reform bile yapılmadan önce, işçilerin burjuvaziyi devirmelerinde akla-aykırı hiçbir yan yoktur. Ne var ki, tarihsel bir sınıf olarak proletaryanın, en tutarlı ve kararlı devrimci bir demokrasi ruhuyla eğitilerek hazırlanmadıkça burjuvaziyi yenebilmesi aklın alabileceği bir şey değildir. (3) Diyerek Lenin kkth’nı Proleter mücadelenin bir parçası olarak eyleme sokmuştur. Lenin; Kendi kaderini tayin etme özgürlüğü, yani bağımsızlık, yani ezen uluslardan ayrılma özgürlüğü istiyoruz. Bunu, ülkeyi ekonomik bakımdan bölmeyi, ya da küçük devletler idealini düşlediğimiz için değil, tam tersine, yalnızca gerçekten demokratik, gerçekten enternasyonalist bir temel üzerinde, geniş büyük devletten ve ulusların yakın birliği, hatta kaynaşmasından yana olduğumuz için istiyoruz. Ancak ayrılma özgürlüğü olmaksızın böyle bir temel düşünülemez. Nasıl ki, Marx 1869'da, İrlanda'nın ayrılmasını, İrlanda'yla Britanya, arasında bir bölünme olsun diye değil, ama onun ardından gelecek özgür bir birlik için istediyse, "İrlanda için adalet"i sağlamak üzere değil, ama Britanya proletaryasının devrimci savaşı için istediyse, biz de aynı biçimde, Rus sosyalistlerinin, ulusların kendi kaderlerini tayin özgürlüğünü istemeyi reddetmelerini, yukarıda belirttiğimiz anlamda, demokrasiye, enternasyonalizme ve sosyalizme doğrudan doğruya ihanet sayıyoruz, (4) diyerek döneminin klasik sömürgeci devletleri olan Birtanya-Osmanlı-Fransa-Avusturya ve kendi ülkesi olan Rusya gibi İmparatorlukları ve mevcut ilhak edilmiş veya sömürgeleştirilmiş topraklar üzerindeki yeni yeni gelişen ulusal-burjuva demokratik hareketlerini desktelemeyi eylemsel bir doktirine oturtmuştur.

Sürecin başlangıcından bu yana 140-150 yıl geçmiş bulunmaktadır, geldiğimiz noktada Marks’ın Engels’e bir mektubunda yazdığı gibi soruna pratik süreç yön vermiş ve bizler açısından büyük bir kazanım olmuştur yaşanan pratik süreç. Anılan süreç içerisinde özellikle Asya başta olmak üzere Dünya’nın bir çok yerinde çoğunluğunu ulusal-burjuva devrimleri olmak üzere tüm mücadeleler sosyalist’ler tarafından desteklenmiştir. Asya örneğinde görüldüğü gibi bazı Sosyalist mücadeleler devrimden sonra ulusal-burjuva kimliğini alarak Sosyalist mücadeleyi sınırları içerisinde yasaklama yoluna gitmişlerdir. Örneğin; T.C’nin kuruşuna destek veren Lenin, çok uzun bir süre okunması ve algılanması yasak olan en büyük düşmanlar listesinde yer almıştır ve cezai yaptırımlarla Sosyalizm’in önü tıkanmak istenmiştir. Gerek yapılan bağımsızlık mücadelerinin ulus-burjuva devlet nitelik kazanmasının ardından içindeki devrimci proletarya’nın mücadele şansını artırmadığı pratik gerçeği, gerekse kurulan burjuva devletlerinin zamanla emperyalizm ile tam entegre olarak kendi bünyelerindeki proleter sınıfı devrimci mücadeleden uzak tutabilmek için cezai yada küçük sınıfsal yada ekonomik tavizler vererek eylemsizleştirmesi sürecin Lenin’in öngörüsünün aksine proleterya’dan yana değil bizzat emperyalizm’in yayılması ve gücünü pekiştirmesi ile sonuçlanmıştır. Sanayi gelişimini tamamlamış toplumların proletarya’sının beklenen devrimi bir türlü yapmaması, aksine sınıf bilincinden hızla uzaklaşarak küçük-burjuva nitelik kazanması, ezilen halk kitlelerinin bağımsızlık hareketlerinin çoğunlukla dar kadro partilerinin önderliği ve Sovyetler-Çin güç çıkarları elverdiğinde alınan desteklerle yapılan sosyalist devrimlerin içerik olarak proleterya diktatörlüğünden bile uzak kalması günümüzde sosyalizm’i yeniden yapılandırmaya itmiştir.

Emperyalizm’in gelişen siyasi cephelere ve fikirlere paralel olarak pratikte ortaya koyduğu eylemsel yapılanmanın kkth’ı doktirinini süreç içerisinde kendi lehine ve kendi propaganda yapısına uygun olarak bünyesine katmış olması, sosyalist doktrini yeniden yapılanmaya ve düşünsel değişime sevk etmelidir. 150 yıl öncesinin emperyalist devletlerinin sömürgelerini kendi istekleri ile son elli yılda ulus devlet kurmalarına yardımcı olarak kkth’larını sağlayarak sömürge kavramını ve sistemini değiştirmiş olmaları nedeniyle, sosyalizm’in sömürge ve ezen-ezilen halk kavramlarına bakış açısını değiştirmesini gerektirdiği kanaatindeyim. Geçen yüz yıl başında mevcut cepheler üzerinden yapılan siyasi doktirin’lerin eksik olduğu ise ayrı bir konudur, örneğin; Ruanda'daki etnik gruplar olan Hutsi ve Tutsi’lerin yaşadıkları süreç ve geldikleri nokta ibret vericidir, Belçika’nın bölgedeki yerel milis ve bürokratik gücü olan Hutsi’lerin ezen ulusun uşağı ve taşeronu olmaktan çıkarak 1961 yılında kkth bağlamında Tutsi’lerle birlikte kurduğu ulus-burjuva devletin içinde Hutsi’lerin ezen ulus olarak yaptığı kıyım ve siyaset dikkatle sorgulanmalıdır. Ruanda’nın bağımsız ve sömürülmeyen bir devlet olduğunu savunmak abesle iştigaldir. Gelinen noktada sosyalizm’i ilgilendiren en büyük sorunlardan biriside ukkth gerçeğidir, fakat yaşanan süreçte kitlenin büyük çoğunluğu ve dışarıdan tartışmalara müdahil olanlar Lenin’in ukkth doktrinini bir doğmaymış gibi algılamaları ve algılatma çabaları yanlıştır, bilimsel sosyalizm’in yapması gereken birincil şey ise bünyesine enjekte edilmek istenen bu doğma saplantısından kurtulmasıdır. Lenin’istlerin bu doktrini dile getirmeleri doğaldır ama bu kitlenin dışında kalanların hatta ulus-burjuva söyleminde olanların bile bu kavramı sosyalizm’in olmazsa olmaz bir kuralı olarak dayatması kabul edilemez bir süreçtir. T.C içindeki tüm sosyalist parti ve örgütlerin soruna bir çözüm yolu üretmesi kaçınılmaz bir tarihi zorunluluktur. Her şeyden önce proleterya’nın kendi devrim sürecini sağlıklı ve gerçekçi bir zemin üzerinden yürütebilmesi için enternasyonal kimliğinden taviz vermeden soruna kendi yeni bakış açısını da getirmelidir. Ukkth mücadelesinin ulus-burjuva devlet kurulması noktasında desteklenmesinin geçmişte emek cephesine bir şey kazandırmış olmamasından hareketle, yeni bir karşı direnç noktası yaratmanın mücadeleye kaybettireceği kaybın yeniden tahlil edilmesi ve tüm enerji ve bilincin enternasyonalist emek mücadelesine kaydırılmasının ve bu yönde yeni bir bakış açısının oluşturulması gerekliliğinin bir an önce kavranmasının sosyalizm’e ilerleyen dönemler için büyük kazanç getireceği kanaatindeyim. Emekçi mücadelenin bölünmesinin devrim adına çok büyük bir kayıp olduğu bilincine vararak, sosyalizm’in gerilediği cepheden çıkarak yeniden sokaklar da ve alanlar da mücadele verebilmesi için teorideki mücadelesini vermiş olması gerçeği ile yüzleşmesi lazımdır.

Yaşadığımız topraklardı gerçeklerden hareketle sosyalizm, Kürt sorununa gerçekçi ve sosyalist bir bakış açısına paralel çözümler ürettiğini emek cephesine bir an önce göstermelidir. Bu çalışma yapılırken son kırk sene içerisinde ulus-burjuva söylemine dönmüş olan Kürt hareketi eylemsel sürecin dışında tutulmalıdır. Şovenist söylemlere yönelen bazı Kürt hareketlerine destek veren sosyalist kitleler bu siyasi bakış açılarını bir an önce terk etmelidirler yada soyaliszm’den uzaklaşarak sağcı ve tasviyeci sosyal demokrat bir oluşum olduklarını kamuoyu ile paylaşmalıdırlar. Oportünizm’e düşmüş kitlelerden hemen uzaklaşarak ve süreçten dışlayarak sosyalizm ve emek cephesi büyük bir sorundan kurtulmalıdır. Pratikte Kürt sorunu için atılacak adımlar sosyalizm’in bu coğrafyada ki gelecek yapılanmasını belirleyecek en büyük unsurlardan birisi olacaktır. Sosyalizm; içindeki sarı siyasi partilerden, Kemalist kitleden ve son kırk yılda gelinen sürecin ışığında liberalizm’e kayan yada milliyetçi söyleme dayanan kitlelerden de kurtulmalıdır. Sosyalizm; emperyalizm’in geldiği evreden hareketle ve onun ulus devlet sistemi yerine komünizm’in hedefi olan devlet kurumunu kaldırma düşüncesine paralel olarak hareket etmelidir. Kaybettiği cepheleri yeniden kazanabilmesi için önceliğini sınıf bilincine ve geçmişinden üzerine kalan bürokratik totalerizm ve dar kadro parti çıkışlı merkeziyetçi totalerizm yaftasından kurtulmaya yöneltmelidir. Emekçi kitlelerin desteğini alabilmek için tabanda mücadele vermelidir, gücünü parçalamak yerine önceliğini sorunlara odaklanmakta kullanmalıdır. Siyasi örgütlenmeyi tasviye etmeye çalışan emperyalism’in karşısına örgütlü ve enternasyonalist çizgide bir sosyalist cephe ile çıkmalıdır. STO’ların siyasi kullanımı zamanla ve hızla tasviye edilmelidir. Sorunlarına pragmatist çözümler üretememiş ve emek cephesini oluşturamamış bir sosyalizm uzun süre başarılı olamıyacaktır bu topraklarda. Komünist Manifesto’da, “işçilerin vatanı yoktur” ibaresiyle ifade bulan bu anlayış, geleceğin sosyalizm’inin kaçınılmaz şiarı olmalıdır. Sosyalist demokrasi’nin ne olduğu ve bu bütünsellikte Kürt-Türk-Arap vs. tüm emekçi unsurların bu sistemdeki kazanımları daha anlaşılır bir dille kitlelere bir an önce anlatılmalıdır.

Not: Konuya Stalin, Mao vb diğer sosyalist liderlerin bakış açılarını eklememenin nedeni sorunun yukardaki özetlediğim bağlamda toplumda tarışılıyor olmasıdır.

Kaynaklar:
1- Lenin, Ütopyacı Karl Marks ve Pratik Roza Lüksemburg makalesinden.
2- Lenin, 16 (29) Ekim 1915 tarihinden önce olmamak üzere Almanca yazıldı. İlk kez 1927'de Lenin Miscellany VI'da yayınlandı.
3- a.g.e
4- a.g.e
Alıntı ile Cevapla
 

Önerilen Siteler


Yetkileriniz
Yeni Mesaj yazma yetkiniz Aktif değil dir.
Mesajlara cevap verme yetkiniz aktif değil dir.
Eklenti ekleme yetkiniz aktif değil dir.
Kendi Mesajınızı değiştirme yetkiniz Aktif değildir dir.

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-KodlarıKapalı

Gitmek istediğiniz forumu seçiniz


Bütün Zaman Ayarları WEZ +3 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 17:45 .