Turan Dursun Sitesi Forumları
Geri git   Turan Dursun Sitesi Forumları > Felsefe > Dil, Mantık & Zihin Felsefesi

Cevapla
 
Başlık Düzenleme Araçları Stil
  #1  
Alt 10-11-2018, 08:39
Turdur Turdur isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
 
Üyelik tarihi: 10 Nov 2017
Mesajlar: 1.822
Standart Düşünce Düşünülür

"Düşüncenin Çağrısı" isimli kitabın derlemesini ve çevirisini yapan Ahmet Aydoğan'ın, kitabın girişine yazdığı toplumumuzun üzerine de bir eleştiri olduğunu düşündüğüm, üzerinde "düşünülesi" bölümü buraya eklemek istedim.


DÜŞÜNCE DÜŞÜNÜLÜR

Ahmet Aydoğan

Deniz bitti.
En az iki yüzyıldır milletçe tam bir mirasyedi gibi yaşadık.
Artık sonu geldi. Alacaklılar kapıya dayandı.
Günü gün ederek har vurup harman savurduk ve değirmenin
suyunun nereden geldiğine zerrece aldırmadık.
Duranın durduğu yerde hep durmaya devam edeceğini
sandık. Sürekli ihtimamla ona dönük yaşamak, günlerin
deveranına göre aslın asliyeti içinde değişik imkânlara
açık kalmasını sağlamak ve böylece onunla ayakta
durmak yerine emsalsiz bir aldırmazlık ve umursamazlıkla
sırtımızı döndük, dönmekle kalmadık bozucu saldırıların
açtığı gedikleri görüp anlamaya, anlayıp onarmaya
çalışmaya bile yanaşmadık.
Gidenlere aldırmadık, gözden ırak olanlara gönlümüzde
yer ayırmadık. Görünmez olup kayıplara karışanların
hiç olmazsa dilimizde açtığı rahneler diri kalsın diye
çaba göstermedik.

Kurmanın bizim değil, bizden önce geçmişte yaşamış
olanların işi olduğunu, bizim, ancak onu muhafaza edebileceğimizi
düşündük. Onu bile bihakkın yerine getiremedik.
Ancak bir darboğazla karşılaşıp da, tökezleyip
düştüğümüzde aklımıza geldi onu hatırlamak. O da hatırlamak
değil, bir sebep bulma telaşıyla oyalanmaktı.

"Bakarsan bağ, bakmazsan dağ olur" diye belletmişti
bize bizden öncekiler. Onlara da daha öncekiler. Bakmak
özen göstermeyi, üzerine titremeyi, o da sürekli
ayık ve uyanık durmayı gerektirirdi, zordu. Bakmazsak
en fazla dağ olurdu.

Ama o sözün söylendiği zamanlarda böyleydi bu, o zamanlar
bir şey bozulmuş haliyle bile içinde imar ve İslahı
için gerekli olan nüveleri barındırırdı, nitekim en fazla
dağ olurdu, dağı karşılarında görenler kollan sıvar, tekrar
onu açıp eski haline döndürürlerdi. Düşünmedik ki günler
kısaldığında bozulmanın onulmaz onarılmaz bir şey
olacağını: Bakarsan bağ, bakmazsan dağ değil: çöl olur.
Ve bu zaman zarfında "kolaycılık"tı milletçe ekseriyetimizin
karakterini belirleyen tek şey. Ve onun debelenişleri
içinde bulup ortaya çıkardığı ucuz şeyler. Epeyce
bir zamandır "yalan"ı da dahil ettik bunlara. Ve onun açtığı
kapıdan "sahtelik" daldı içeriye, her şeye musallat
oldu. Sahtelik de tıpkı zıddı gibidir, her şeye sirayet
eder, şu farkla ki, o ondurmaz.

Böyle bir yaşamaya, eğer yaşamak denirse tabii, neyin
bel verdiğini, neyin sayesinde böyle bir savurganlığa güç yetirebildiğimizi
ve hâlâ nasıl olup da ayakta kalabildiğimizi;
Bunca zaman o bel veren şeyin biz aldırmadıkça,
umursamadıkça nasıl belinin büküldüğünü, aldırmazlığımızın
altında nasıl inim inim inlediğini ve günbegün yitip
tükendiğini düşünmeye yanaşmadık.
Düşünmeye yanaşmamakla kalmadık, başka bir sebeple
değil, bizi sırf biraz daha avutup oyalayacak şeylerin
hatrına bizzat düşünme denen şeyin kendisini horladık,
hem de dünyanın hiçbir yerinde emsaline rastlanmayan
bir horlamayla.

Ve son yirmi yıldır horlamayla da kalmadık, onun insanlar
nezdinde kalan itibarının son kırıntılarına sahtelerinin tasallutuna
göz yumduk ve o böylece en sıradan
şeylerin itibarından bile yoksun kaldı.
Böyle bir yaşamaya, ona eşlik eden horlamaya hiçbir
miras dayanmazdı ve nitekim dayanmadı da.

Şimdi bu geldiğimiz noktada içinde bulunduğumuz
duruma, tarihin kaydettiği medeniyetlerin sicilini tutup
her birinin yükselişinin ve tarih sahnesinden silinişinin
sebeplerini açıklamaya çalışanlar bile, bütün engin bilgi
ve görgülerine rağmen muhtemeldir ki bir isim bulup
veremeyeceklerdir.

Bir ülkede düşüncenin söz sahibi olduğu bir konumdan
uzaklaştırılması ve sadece uzaklaştırılması, öyle bizdeki
gibi, horlanması, hakir görülmesi değil, o ülkenin
başına gelebilecek en büyük talihsizlik, en büyük felakettir.
Bunu yakında hep beraber göreceğiz.

Her kim ki söze sahip olmadan söz sahibi olmaya kalkışıyorsa,
oraya meşru bir yoldan değil, başka bir şeye
tahsis edilmiş olanı gasp ederek kalkışıyordun Çünkü
"söz sahibi olmak", ancak söze sahip olmakla olabilen
bir şeydir, yani "söz sahipliği" münhasıran "söze" tahsis
edilmiştir ve söz düşünceden, düşünce sözden neşet
eder. Bir ülkede düşüncenin söz sahibi olmasını engelleyenler
yol vurucuların ta kendileridir.

Fakat asıl yol vurucular gene de bunlar değil. Bunlar
belki onların ektiği tohumların devşiricileridir. Asıl yol
vurucular düşüncenin dile gelmesinin ve söz sahibi olmasının
yolunu değil, düşüncenin şeyleri birbirine ularken
attığı ilmeklerin kördüğümleşmesine katkıda bulunarak
bizzat düşüncenin yolunu kesenlerdir...

İnsan düştüğü yerden kalkar, eğer kalkacaksa. Ta başından
beri bu böyledir. Fakat, ancak düşünerek. Düşünmedikçe
düştüğünün farkına varmaz insan. Düşünmedikçe,
düşünmeye ayak diredikçe biteviye sürer düşüşü. Düşüne-
cek ki düştüğünün farkına varabilsin. Ve nereden düştüğünün.
Düşünmedikçe neresi olursa olsun yaşamasını sürdürür
insan. Düştüğünü bilen insan nereden düştüğünü de bilir.
Nereden düştüğünü bilen insan düşünen insandır.

Hâlâ nereden düştüğümüzü bulup çıkaramadık. Öyle
zannedildiği kadar ulu ve uzaklarda, erişilemeyecek kadar
ötelerde bıraktığımız bir yükseklik de değildi oysa. Kendince
bir yükseklikti. Ama gene de sırrına akıl erdiremiyoruz.
Bir dünya ki ne üzerine kurulduysa, onu üzerinde taşıyan
ve taşıdığı için taşınılan her neyse, ona atfedilmeyen
nazar orada o dünyadan başka her şeyi görür. Daha
o zamanlar denmişti: "Söğüdün erenleri. Çevirin gidenleri."
Biz gidenleri, çevirmek bir tarafa, umursamadık bile.
Bu noktaya gelinceye dek birçok badire atlattık.

Nice büyük fırtınalar, öyle ansızın değil, öncesindeki büyük
sessizliklerle gelip yakaladı ve yere çaldı her şeyi. O sessizliklerde
silkinip kendimize geleceğimiz yerde, gafletin
en koyusuyla uğraşmaya devam ettik uğraşılmaya değmez
şeylerle. Sen ben kavgasıyla aymadık ayıkmadık, sen ve
ben diye bir şeyin kalmadığı hezimete dek. Ardından bir
kerecik olsun dönüp bakmadık, bu kadar masum, bu kadar
suçsuz günahsız insan varken nasıl oldu da başımıza
geldi bunlar? Ne sorduk ne anlamaya çalıştık.

Nasıl ki yükseklerden düşüp de her yanı yara bere
içinde kalan, kırıkları çıkıkları alçıya alınan kimse, değil
dilediğince hareket etmekten, başını çevirmekten bile
acizse, dışarıdan belletilen veya bile isteye seçtiği asılsız
kabullerle, neyi koruduğu, neye hayrı dokunduğu
belli olmayan dur işaretleriyle aklının ipotek altına alınmasına
izin veren insan da özgürce düşünemez.

Bugünlerde sık sık konuşulduğuna tanık oluyoruz: Eğer
ülke fiili bir işgal yahut istila tehdidi altında olmuş olsaydı
durum şimdikinden daha umutsuz olmazdı. Çünkü o zaman
hiç olmazsa hatipler kürsülerde, münadiler meydanlarda
parmaklarıyla gösterip diyebileceklerdi: "İşte istilacılar
toplarıyla tüfekleriyle sınırlarımıza dayandılar! Hâlâ boş
şeylerle oyalanıp avunmaya devam edecek misiniz?"
Gerçekten de böyledir. Fakat gösterilen sebepten ötürü
değil, böyle bir konuşmanın o ülkede bizzat düşüncenin
iflasının en açık itirafı olmasından dolayı. Söylenilene
göre ülke fiili bir işgal yahut istiladan daha ağır bir tehlikenin
altındadır, çünkü bu durumun doğurduğu umutsuzluk,
vaki tehlikenin ihsas ettirilemez, gösterilemez olmasından
ötürü, bilfiil gerçekleşmesi halinde doğuracağı
umutsuzluktan daha vahimdir.

O halde niye durup sormuyoruz:
Bir tehlikeyi tehlike olarak algılayabilmek için
onun tehlike olmaktan çıkıp bütün tehditkâr unsurlarıyla
tahakkuk etmesi mi lazımdır? Eğer orada düşünce varsa,
onun işi nedir? Düşünce uzak olanı yakınlaştırmaz, yakın
olup göze çarpmayanı yeniden görünür hale gelecek
uzaklığa yerleştirmez mi? Temsil, temessül, misal, mesel
düşüncenin oyuncakları değil midir?

Ancak hayvanlar içinde bulundukları anda yaşar ve
daha ötesini ne görür ne de onun için tasalanırlar. Bıçak
gelip boğazlarına dayanmadıkça, hatta fiilen bıçağın acısını
hissetmedikçe kurbanlıklarının farkına varmazlar.

Demek,ki hayat hangi düzeyde yaşanırsa yaşama kabiliyeti
de ona göre şekillenmekte ve o düzeye inmektedir.
Bütün zamanlar boyunca insana insanlığına uygun bir
hayat teklif edilmiştir, ki insan olarak sahip olduğu kabiliyet
ve melekeleri kaybetmesin. İnsan da aksine hep
kolay olanı seçmiştir. Fakat bu kolaycılık tercihi her zaman
sahip olunanların kaybıyla sonuçlanmıştır.

Düşünmek insana özgü etkinliklerin içinde en zor ve
en yüksek olanıdır. Düşünme: bir etkinlik: üstelik öyle
sıradan bir etkinlik de değil: en yüksek olanı? Cümle da-
ha tamamlanmadan itirazlar birbirinin ardına yüzüne
patlayacaktır.
Alıntı ile Cevapla
  #2  
Alt 11-11-2018, 00:15
Felâsife - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Felâsife Felâsife isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
 
Üyelik tarihi: 19 Jan 2014
Bulunduğu yer: Hayret!
Mesajlar: 4.039
Standart

Düşünmek insana özgü etkinliklerin içinde en zor ve en yüksek olanıdır. Düşünme: bir etkinlik: üstelik öyle
sıradan bir etkinlik de değil: en yüksek olanı?
Ben buna pek katılamayacağım, bence düşünce insanlar için en basit ve kolay olanıdır, o adeta doğuştan gelen bir özellik gibidir, niye zor olsun ki?
Neticede "otomatik" bir hal alan bir özelliğimizdir.
Düşünmeye mecburuzdur, çünkü kapatma düğmesi yoktur onun.
Hal böyle olunca da düşün de düşün, sonu yok ki?
Bunun bir özelliği, ekstra durumluğu da kalmıyor haliyle. Çok sıradan basit bir şey.

Ama tabii ilginç bir şekilde her düşünen insan, sadece kendi düşünüyormuş gibi hissede biliyor, bu hissin sebebi düşünce denen şeyin büyüsünden kaynaklanıyor birazda.
Bu büyüye kapılmamak gerekiyor.

Düşünce aynı zamanda bağımlılık demektir, bağımlı olduğumuz içinde düşünürüz ki, düşünmeden duramayız, bu düşünmek çok iyi çok güzel olduğu için değil, aksine başka seçeneğimiz olmadığı içindir.
Tabii başka seçeneğimiz olmadığından ve de mecbur kaldığımızdan dolayı düşünüyoruz itirafı yerine, bunu kutsamak adına, düşünceyi en özel yere yükseltiriz. Bu bize iyi gelir.

Öteki türlü bağımlılıklarla mücadele etmek, her zaman zorlu süreçlerdir, bu kabusa kendimizi sokmayız.
Kısa yolu seçip, düşüncenin çetin yollarına koyuluruz.

Bu kutsal bir yolculuktur !!...

Sevgiler

Derinde ittifaklar var, yüzeye çıktıkça ayrılıklar.
Zıtlar temelde aynıdır, gayrı hikayedir ayrılıklar.
Artık yersen bu ayrılıktır, yemezsen de aynılıktır.
Aynılaşanlar ayrı olamaz, kandırmacadır ayrılıklar.
Alıntı ile Cevapla
  #3  
Alt 11-11-2018, 01:56
Turdur Turdur isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
 
Üyelik tarihi: 10 Nov 2017
Mesajlar: 1.822
Standart

Felâsife düşünmek bir insan özelliğidir. Ancak düşünce üretmek her insanın özelliği değildir. Burada ki eleştiri bunun üzerine oturtulmuş. 200 senedir hazırdan yedik. Bizler günlük işlerin ve kişisel menfaatlerin düşüncesini yaparken başkalarının düşüncelerine esir edildik.
Toplum olarak düşünce üretemiyoruz.
Alıntı ile Cevapla
  #4  
Alt 11-11-2018, 03:03
Felâsife - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Felâsife Felâsife isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
 
Üyelik tarihi: 19 Jan 2014
Bulunduğu yer: Hayret!
Mesajlar: 4.039
Standart

Sevgili Turdur

Çevirmen arkadaş geniş açıdan 200 yıl hazırdan yedik diyor, eyvallah, sonra daraltıyor 20 yıla düşürüyor, sonrada adeta bitiriyor.
Aslında bu giriş yazısı siyasi bir düşünce yazısı ama net değil, yazar muğlak yazmış, muğlak yazdığı içinde hedefin ne olduğu belli değil.

Ben açıkcası din ile nasıl ki düşünceyi veya felsefeyi bir araya getiremiyorsam, siyasetle düşünceyide felsefeyide yan yana getiremiyorum.
İkisine göre de kendinden olmayan "kötüdür"
Bunun gerçekte kötü olmasına bile gerek yoktur, değil mi ki o, ondan değildir o kötüdür, sebebe, detaylara, düşünmeye, analizlere vs.lere bile gerek yoktur, o kötüdür... Bitti.

Bu bakış açıları bana göre böyle, zira her ikiside geçmişi veya kendinden olmayanı "kötülemek" üzere kurulu.
Hal böyle olunca, düşünmeye bile gerek kalmıyor, kötüle git, illa birileri sana taraf olur. Veya tarafın vardır onlara gider sözlerin.

Bu da tabii bir felsefe, (hakkı teslim etmek dediğimiz adil bir bakış) değil.

Düşünce düşünülür, ekmek yenilir, su içilir. Eyvallah.

Ama bu her zaman gerçekte böyle değildir, ekmek bazen atılır, su dökülür.
Düşünce de illa düşünülür olmamalı, ondan sonra iki satır yazınca kendimizi çok yükseklerde görüyoruz.

Netekim de öyle oluyor.

Deliliğin aklımızın kullanılmayan diğer yarısı, o delilikle akıl bir bütündür-Ki delilikte gerekli bir şey-çıkarımıyla "düşünce düşünülür" diyene, yo bazen çöpe de atılır diyebilirim.
Şart değil düşünmek yani.

Öteki türlü siyasi düşünce, zaten KAOS tan başka bir anlama gelmiyor, kötüleme üzerine kurulan bir sistem, kötülükten besleniyorsa, bunun adı KAOS 'tur.

Sevgiler

Derinde ittifaklar var, yüzeye çıktıkça ayrılıklar.
Zıtlar temelde aynıdır, gayrı hikayedir ayrılıklar.
Artık yersen bu ayrılıktır, yemezsen de aynılıktır.
Aynılaşanlar ayrı olamaz, kandırmacadır ayrılıklar.
Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Önerilen Siteler


Yetkileriniz
Yeni Mesaj yazma yetkiniz Aktif değil dir.
Mesajlara cevap verme yetkiniz aktif değil dir.
Eklenti ekleme yetkiniz aktif değil dir.
Kendi Mesajınızı değiştirme yetkiniz Aktif değildir dir.

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-KodlarıKapalı

Gitmek istediğiniz forumu seçiniz


Bütün Zaman Ayarları WEZ +3 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 16:07 .