Cercis Hz Circis´isimli üyeden Alıntı
Tanrı'nın insanı zayıf yaratma nedeni belki de budur; insanın zayıflığını ve korkuları sömürerek insana iman ettirmek, inanç doktrini aşılamak...
|
İnanç mevzûsu çok karmaşık, kendi iç çelişkileri ve paradoksları ile herkes tarafından aynı ölçekte anlaşıl(a)mayan bir mevzûdur. Kendisini "inançlı" olarak tavsif eden 5 milyar insan için "Bunların hepsi aynı" dense de gerçek böyle değildir. 5 milyar kadar, birbiriyle uyuşmayan inanç algısı da vardır. Hepsinin "aynı Tanrı"ya inandığını iddia etmesi, inançlarının da aynı olduğunu göstermez. Aynı olan; bazı isimler ve nesilden nesile aktarılarak gelen ama; genelde şekilde kalan inanç kültürüdür. İnanç ölçülemediği ve görülemediği için, taklid edilmesi de mümkün değildir. Sosyal kimlik ve âidiyet ihtiyâcı içerisinde olan her birey, içine doğduğu kültüre boyun eğip "biat" etmeyi "inanç" zannetmekte; kimde, ne düzeyde "inanç" bulunduğu da ölçülemediğinden, adına "din" denen paradigma; riyâ/ikiyüzlülük, kalleşlik ve adam satma gibi gayr-ı ahlâki tutum ve davranışların, toplumda çoğalıp etkin hâle gelmesini sağlamaktadır
Görünüşte; amaç ve prensip olarak ahlâkı öğütleyen din, uygulamada; bahse konu amaçla tam zıt bir sonuç ortaya koyuyor. Her şeyi "mükemmel-kusursuz" yarattığına inanılan Tanrı, uygulamada; amaçla tam ters sonuçlar ortaya koyacak bir inanç sistematik'i vâzetmeyeceğine göre, mevcut sonuçtan Tanrı'nın değil; İblis'in etkinliği ortaya çıkmaktadır. Demem o ki; insanlık tarihinin ilk dönemlerinden günümüze dinler incelendiğinde, bu "inceleme" üzerinden Tanrı'nın değil, belki İblis'in varlığı hakkındaki kanâ'atleri kuvvetlendirmek mümkündür.
Ne kadar ilginç değil mi ?!
"Tanrı" makyajıyla kamufle edilmiş bir Şeytanlığın etkin olduğu dinler...
Ben yaklaşık otuz yıldır, kendi çapımda din-inanç husûsu ile tebelleş olmaktayım. Bu süreçte ağırlıklı olarak İslâmı inceledim. İslâm akâidi ve kelâm ilmi ölçeğinde bir İslam ilâhiyatçısından tek eksiğim, Arapça bilmiyor oluşumdur. Okduğum, incelediğim İslami kitapların sayısını unuttum. Son yedi yıldır da İncil çalışmaktayım. Bir ara Tanah okumaya çabaladım. Ne var ki Tanah'ın 'Tora' denen bölümü inanç akidesi, mantığı ve ilkeselliğinden çok, bir şeriat kitabı. Geri kalanlar ise ağırlıklı olarak Yahudi tarihinin işlendiği kısımlar. Bir nebze de ahlâki kural ve öğütler - Süleyman'ın özdeyişleri vs. - bulunmakta. Özellikle Tora'nın Tanrıdan geldiğine inanılan kurallar içermesi nedeniyle; analitik yaklaşım ve eleştirel düşünce bahse konu inancın müntesipleri için pek uyumlu olmasa gerek. Bir insandan yola çıkılarak kurgulanan ve genelde de bir "insan" gibi düşünülen "Tanrı" algısı veriyor Tanah...
Üzülen, öfkelenen, öç alan, katliam emri veren, yarattığı insanlardan "azınlık" denebilecek bir topluluğu seçip, onlara "kıyak" yapan, torpil geçen ama; diğerlerine de hiç acımayan -merhamet etmeyen bir "Tanrı". Benim inanç algıma göre; Tanrı'nın merhameti, ödüllendirme ve cezâlandırması ayrım yapmadan, yaratttığı tüm insanlara yönelik ve ilkesel bir temele sâhip olacak şekilde gerçekleşmelidir. Ama; Tavrat'a bakarsanız, Tanrı; daha ortada hiç bir şey yokken "Yakup'u sevmiş, Esav'dan nefret etmiş"tir. Bir defâ ilâhi kökenli olduğuna inanılan cezâ-ödül sisteminin işlevsellik kazanabilmesi için, bu edim ve yaptırımlara gerekçe teşkil edecek davranışların, eylemlerin gerçekleşmesi şarttır. Aksi takkdirde; insanların dünyaya gelmelerine, kimilerinin eziyet çekmesine, kimilerinin de zevk-u safâ içinde ömür tüketmelerine gerek kalmazdı. Her şeyi daha olmadan bilen Tanrı, yarattığı tüm insanları huzûrunda toplar ve bir kısmına "Hadi siz Cennet'e. Sizler, iyi işler yapacaktınız. Geri kalan sizler de Cehennem'e. Siz de kötülük yapacaktınız" derdi. Ama; bu durumda, büyük bir hatâ meydâna gelirdi. Çünki; "Cehennemlik"ler o cezayı hakedecek hiç bir şey yapmamış olacaklardı. Tanrı'nın bu adamların ne yapacaklarını önceden bilmesi de onların Cehennem'ê gitmeleri için geçerli bir neden oluşturmaz, bu tip bir cezâ, Tanrıda var olduğuna inanılan adâlet ile bağdaşmazdı.
Bu arada, "Tanrı korkusu" diye insanlara yutturalan, temeli de koca bir yalan olan iddianın esâsı; ölüm, ölüm sonrası ve varlığına inanılan "Cehennem" tehdidi ile gerçekleşen korkudur. "Tanrı sevgisi" dedikleri de inananların, kendilerine verilecek ebedi hayat ve Cennet karşılığında "Tanrı" zannederek biat ettikleri, taptıkları güç'e yaptıkları yalakalıktan başka birşey değildir. Bir insanı sevebilmek veyâ ondan nefret etmek için, söz konusu şahsı iyi tanımak şarttır. Ya da iyi bir cerrah olduğunu bilmediğiniz bir kişiye vücudunuzu, hayâtınızı emânet edemezsiniz.Tanrı'yı sevmek veya gerekirse O'ndan korkmak için, kendisini doğru tanımak şarttır. Tanrı'yı, yine Tanrı'ya yakışacak biçimde tanımak ve sevmek için de bizim, Tanrısal özelliklere sâhip olmamız gerekir. Bu da mümkün olmadığına göre, iddia edilen "Allah sevgisi-korkusu" gerçekte bir şehir efsânesi, inançlı olduğunu zannedenlerin ürettiği "Geyik muhabbeti"dir. Kültür dindarının en büyük paradoksu budur. İşin ironik tarafı, bunların kahır ekseriyetinin bu durumdan bihaber oluşlarıdır.