Turan Dursun Sitesi Forumları
Geri git   Turan Dursun Sitesi Forumları > Dünya Dinleri, Mitoloji & Antik Uygarlıklar > Mitoloji & Esoterisizm

Cevapla
 
Başlık Düzenleme Araçları Stil
  #11  
Alt 29-11-2018, 00:14
ForumKirpisi - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
ForumKirpisi ForumKirpisi isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
 
Üyelik tarihi: 27 Nov 2018
Bulunduğu yer: Merkez/Çin
Mesajlar: 1.838
Standart

Unutmadan basra körfezinin akdenizle birleştiği söyleniyor önceden.
Alıntı ile Cevapla
  #12  
Alt 29-11-2018, 00:30
Felâsife - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Felâsife Felâsife isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
 
Üyelik tarihi: 19 Jan 2014
Bulunduğu yer: Hayret!
Mesajlar: 4.039
Standart

NikolaTeslis´isimli üyeden Alıntı Mesajı göster
Basra ve çevresinde olduğu söyleniyor (tüm dillerde benzer kelimedir).
M.Ö. 8-7000 gibi bir tarih veriyorlar.
Dinamik bir dünyada yaşıyoruz aslında, her an her şey olabiliyor, ben pek şaşırmıyorum ama insanlar görmek istedikleri şeyleri görmek istiyorlarsa da, zorla olsada görürler.

Bu gün çöl denilen yerler, geçmişte denizmişler mesela, hatta oralarda deniz fosilleri çıkartıyorlar, ama tabii bunlarda tarih hayli eski, tufan ise bam başka bir şey, biraz yağmur yağdıysa, bu Tanrıların cezası olmuş çıkmıştır.
Örneğin Şamanik toplumlar yıldırımdan filan çok korkarlar, doğa olayları geçmişte oldukça etkiliydi insanlar için.
Eğer birinin evine yıldırım düşse, o kişi ailesiyle toplumdan atılır vs.

Buna göre hikayeleri olması da çok normal, bizde ceviz gibi dolu yağsa bile bir anlamı yok, sadece haberlerde 30sn. bir görüntü, vah tüh o kadar, geçmişte böyle değilmiş.
Daha bir doğa ile iç içe oldukları için, her bir damla anlamlıymış.

Sevgiler

Derinde ittifaklar var, yüzeye çıktıkça ayrılıklar.
Zıtlar temelde aynıdır, gayrı hikayedir ayrılıklar.
Artık yersen bu ayrılıktır, yemezsen de aynılıktır.
Aynılaşanlar ayrı olamaz, kandırmacadır ayrılıklar.
Alıntı ile Cevapla
  #13  
Alt 29-11-2018, 00:41
ForumKirpisi - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
ForumKirpisi ForumKirpisi isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
 
Üyelik tarihi: 27 Nov 2018
Bulunduğu yer: Merkez/Çin
Mesajlar: 1.838
Standart

Felâsife´isimli üyeden Alıntı Mesajı göster
Dinamik bir dünyada yaşıyoruz aslında, her an her şey olabiliyor, ben pek şaşırmıyorum ama insanlar görmek istedikleri şeyleri görmek istiyorlarsa da, zorla olsada görürler.

Bu gün çöl denilen yerler, geçmişte denizmişler mesela, hatta oralarda deniz fosilleri çıkartıyorlar, ama tabii bunlarda tarih hayli eski, tufan ise bam başka bir şey, biraz yağmur yağdıysa, bu Tanrıların cezası olmuş çıkmıştır.
Örneğin Şamanik toplumlar yıldırımdan filan çok korkarlar, doğa olayları geçmişte oldukça etkiliydi insanlar için.
Eğer birinin evine yıldırım düşse, o kişi ailesiyle toplumdan atılır vs.

Buna göre hikayeleri olması da çok normal, bizde ceviz gibi dolu yağsa bile bir anlamı yok, sadece haberlerde 30sn. bir görüntü, vah tüh o kadar, geçmişte böyle değilmiş.
Daha bir doğa ile iç içe oldukları için, her bir damla anlamlıymış.

Sevgiler
Google mapstan bakıyorum Basra'dan Suriyeye kadar su yolları var. Basra körfezi hem Hazar hem Akdeniz'e bağlanıyormuş. İkisinde de su yolları var. (bu su yolları son 100 yılda bile daha kurak hale gelmiş). Ayrıca kızıldeniz boylu boyunca Afrikayı oradan ayırıyormuş. Kızıldeniz dendiği gibi Musanın asasıyla değil tufandan sonra çekilip insanlara geçit vermiş olabilir. Ama dediğin gibi bunlar çooook eski hikayeler. Toplumların doğal travmaları efsanelere dönüşmüş. Yani uzak asyada yaşanan tsunamiler de efsanelerde var. Gemi vesaire yapıldı denmesi de saçmalık o suya ne gemi dayanır ne hayvan.
Alıntı ile Cevapla
  #14  
Alt 29-11-2018, 01:19
ForumKirpisi - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
ForumKirpisi ForumKirpisi isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
 
Üyelik tarihi: 27 Nov 2018
Bulunduğu yer: Merkez/Çin
Mesajlar: 1.838
Standart

Nohut kelimesi başka hangi dilde nohut acaba? Nuhla bir ilişkisi olduğu aşikar.
Orta Asya'da nohut değil. Arapçada da değil.
Alıntı ile Cevapla
  #15  
Alt 29-11-2018, 01:27
Felâsife - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Felâsife Felâsife isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
 
Üyelik tarihi: 19 Jan 2014
Bulunduğu yer: Hayret!
Mesajlar: 4.039
Standart

Nohut pek bizden bir kelime değilmiş gibi, bize de sonradan gelmiş.

Kelime Kökeni
Farsça aynı anlama gelen nuχūd نخود sözcüğünden alıntıdır.
Farsça sözcük Orta Farsça (Pehlevice veya Partça) aynı anlama gelen naχōd sözcüğünden evrilmiştir.

Derinde ittifaklar var, yüzeye çıktıkça ayrılıklar.
Zıtlar temelde aynıdır, gayrı hikayedir ayrılıklar.
Artık yersen bu ayrılıktır, yemezsen de aynılıktır.
Aynılaşanlar ayrı olamaz, kandırmacadır ayrılıklar.
Alıntı ile Cevapla
  #16  
Alt 01-12-2018, 02:58
Felâsife - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Felâsife Felâsife isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
 
Üyelik tarihi: 19 Jan 2014
Bulunduğu yer: Hayret!
Mesajlar: 4.039
Standart

Suçu saz çalmaktı
Böylece sonlandı yarışma ve mağlup oldu bizim esas oğlan. Ya hile var falan desen de adam toplamış kalabalığı etrafına, atı alan Üsküdar'ı geçti, anlat evladım derdini Marko Paşa'ya. Kral Midas, bence Marsyas daha güzel çaldı falan demeye kalkınca hemen cezalandırıldı. Sen iyi duymuyorsun deyip kulakları eşek kulağına çevrildi
Birkaç yazıda bir, bazı konular ya da kişiler hakkında sonra yazmak üzere sözler veriyorum. Ancak "ölüler ülkemizde" ne yer, ne hava, ne de insanlar bir rahat durmuyor ki sözümü tutayım. Yine de "verba volant scripta manent" yani, söz uçar, yazı kalır diyelim ve geçen yazıda gemiye almak üzere sözleştiğim saz çalan arkadaşımın hikâyesine kulak verelim.

Varsayalım bir "Broadway" müzikaline seçme yapıyoruz. Ben karakterleri tanıtayım, siz bunlara uygun rolleri ve figüranları seçin. Takın efendim fularınızı, şalınızı, yakın piponuzu. Hipster sakalı olan elini sakalına götürsün, diğerleri uzun gümüş küpeleri ile oynasın. Canım o koltuk dönmüyor zorlayıp durma. Hazır mısınız? Tamam başlıyoruz.

Bir adet yetenekli, yaratıcı ama güzelliğe kafayı takmış kadın karaktere ihtiyacımız var. Bir tane de her şeyin doğrusunu kendisinin bildiğini, her alanda birinci olduğunu sanan, kaybedeceğini anladığında hileye hurdaya başvurmaktan çekinmeyen, dalavereci olduğu kadar kindar ve acımasız bir erkek karaktere ihtiyacımız var. Bu asla yalnız gezmiyor.

Yanında kendi alanlarında başarılı, ancak dediklerine hiç itiraz etmeyen bir grup arkadaşı, yardımcısı var. Esas oğlanımız ise herkes tarafından sevilen, doğasever, müzikte başarılı, üstüne başına önem vermeyen ve kendi halinde bir karakter. Diğer yardımcı karakterlerimiz; altına düşkün ama iş başa düştüğünde doğruyu söylemekten kaçınmayacak bir kral, hiçbir vasfı olmayan İskit'li bir cellat ve olan biteni başlarda umursamazca izleyen ama zaman içerisinde gerçeği görüp, haklıyı haksızdan ayıran ve nihayetinde tarafını korkmadan söyleyen bir halk. Siz karakter eşleştirmelerine başlayadurun, ben eskilerin sözlerini getireyim kulaklarınıza.

Tanrıça Athena icat etmiş diaulos'u, çift borulu kavalı, oturmuş dere kenarına bir güzel çalıyorken, hem göklerden hem de etrafındaki ormandan gülüşmeler, kahkahalar duyar. Kendisine gülündüğünü anladığında uzanır deredeki yansımasına bakar ve görünce yanakları kaval üflemekten şişmiş, çirkin yüzünü, öfkeyle fırlatır kavalı yere ve yerden kaldıracak olana beddualar ederek ayrılır oradan.

Canım Marsyas, ormanda gezerken bulur kavalı. Önce birkaç nefes, sonra ince tiz bir ses, ardından belirsiz bir melodi ve nihayetinde coşkulu bir şarkı ile başlar kavalı öttürmeye. Kurtlar, kuşlar, ağaçlar, yerdeki insanlar, gökteki tanrılar, hemen kapılırlar bu coşkuya. Bir kişi hariç; yanındaki esin perileri ile dünyaya müziği yayan Apollon. Olacak iş mi o dururken bu kılıksızı alkışlasın herkes? Hemen alayı ile birlikte iner Marsyas'ın yanına. Küçümseyerek tanıtır kendini ve bir yarışa davet eder bizim esas oğlanı.

Bir tarafta ak bir kuğunun sırtına oturmuş, elinde kithara'sı ile kibir kulesi Apollon, diğer tarafta bir kayanın çukuruna ilişmiş, kavalını üfleyen canım Marsyas. Jüri dediğinin çoğu taraflı; bir yanda Musa'lar, Apollon'un esin perileri, öte yanda Frigya kralı Midas. Yarışma başlar, Apollon eskinin bildik namelerini kendine uyarlamış çalıyor. Marsyas ise değişken, kah anonim halk türkülerini birebir çalıyor, kah yepyeni, coşkulu namelerle kanımızı kaynatıyor. Musa'lar ile Midas az kaldı ayağa kalkıp oynadı oynayacaktı ki Apollon aniden susturdu bizimkinin şarkısını. Fena değilsin ama bir tanrı da değilsin dedi. Çevirdi kithara'yı tersine, yarışmanın kuralını değiştirdi ve çalmaya devam etti. Marsyas, baktı kavalın sağına soluna, çevirdi arkasını çalmaya çalıştı ama nafile. Tersinden ne kadar üflerse üflesin hiç ses çıkartamıyordu.

Böylece sonlandı yarışma ve mağlup oldu bizim esas oğlan. Ya hile var falan desen de adam toplamış kalabalığı etrafına, atı alan Üsküdar'ı geçti, anlat evladım derdini Marko Paşa'ya. Kral Midas, bence Marsyas daha güzel çaldı falan demeye kalkınca hemen cezalandırıldı. Sen iyi duymuyorsun deyip kulakları eşek kulağına çevrildi.

Sıra geldi Marsyas'ın cezalandırılmasına, Anton Pavloviç Çehov'un sözünü biraz bozsak, kızan olmaz herhalde; sahnede bir cellat varsa, mutlaka en az biri ölür. Ah canım Marsyas, henüz stigmata icat edilmemişti, iki eli yukardan birleştirilerek gerildi çarmıha, İskit'li biledi bıçağını ki ilk darbe vurulduğunda çıkan ses hala kulaklarımda. Derisini yüzdüler Marsyas'ın. Musa'lar görmezden gelirken olan biteni, köpekler yaladı yere dökülen kanlarını esas oğlanın.

Ama halk gördü. Hiç kimse kapamadı çocuklarının gözünü. Çocuklar pörtlek pörtlek baktılar, önce korktular tabi, yüzler buruştu, sonra acıdılar, içleri acıdı. Sonra öfke gösterdi kendini derinden, örttü tüm korkularının üzerini, ardından bilinç tüm duyguları bir araya toplamayı başardı. Celladın elinde bıçak varsa, çocuklarda kalem vardı, renk renk boyalara daldırılacak fırçalar vardı. Yazdılar, çizdiler, boyadılar durmaksızın. En küçükleri eğilip aldı yere düşen kavalı, belki de şuncacık ömründe hiç duymadığı ezgileri çaldı uzun uzun. Saz yere düşmüştü ama ses hala buradaydı, hep olacaktı. O gemiye almadıydık onu dediler hep bir ağızdan, almadık ama alacağız, bundan sonra arkamızda kimseyi, hiç kimseyi bırakmayacağız.

Apollon'a gelince, bu öykü belli ki ona ait değil. Biz gümüş yaylı olmadan evvel tanırız Hititler'in Lukka bölgesinden parlayan Apulunas'ı. Bonservissiz geçince Helen dünyasına, bir haller olmuş sanki ona. Aa şimdi hatırladım, ben size bir de bonservisi elinde olan tanrıları anlatacaktım. O zaman bir söz daha vereyim, söylencenin devamını da haftaya söyleyeyim. Sesimiz hiç susmasın.
Viya Böyle!
Selim Martin - Akademisyen - BirGün

Devam edecek ...

Derinde ittifaklar var, yüzeye çıktıkça ayrılıklar.
Zıtlar temelde aynıdır, gayrı hikayedir ayrılıklar.
Artık yersen bu ayrılıktır, yemezsen de aynılıktır.
Aynılaşanlar ayrı olamaz, kandırmacadır ayrılıklar.
Alıntı ile Cevapla
  #17  
Alt 01-12-2018, 03:07
Neva - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Neva Neva isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Kıdemli Üye
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
 
Üyelik tarihi: 03 Aug 2010
Mesajlar: 14.706

Başarı Ödülü 

Standart

Saz yere duser ama ses hep buradadir. Harika.. Asik Veysel geldi aklima...
Alıntı ile Cevapla
  #18  
Alt 04-12-2018, 22:11
Felâsife - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Felâsife Felâsife isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
 
Üyelik tarihi: 19 Jan 2014
Bulunduğu yer: Hayret!
Mesajlar: 4.039
Standart

Bonservisi elinde olan tanrılar (I)

Bugün "Batı Medeniyeti" dediğimiz kavram iki ayak üzerinde durur. Bir tanesi, düzgün, düzenli, alabildiğine kurallı, planlanmış ve plana sadık kalmak dışında bir yönelimi olmayan yaşamdır. Bunların yanında sonuçlarının biriktirilmiş olması nedeniyle dünya literatüründe "Culture" olarak adlandırılır, batının profesyonel hayatına karşılık gelir ve Apollon tarafından temsil edilir.

Hatırlarsanız daha önce, yüce Zeus'un Olympos'ta egemenliği ele geçirip iktidar olmasını, öncekilerin yaptığı hatayı tekrarlamayıp, eş, dost ve akrabalarına yönetimde görevler dağıtıp, iktidarını nasıl da sağlama aldığını uzun uzun anlatmıştım. Ah benim canım okuyucum, bu işler böyle olmaz, o zaman da olmamıştı, şimdi de olmaz.

Sen oturur yazarsın görevleri sevdiklerine, fakat dünyanın dengesi senin seçtiklerinle değil, kendi seçtikleri ile sağlanır. Bir bakarsın dünyan alt üst olmuş hemen dengeyi yerine oturtacak birilerini ararsın. Zeus'ta da böyle olmuştu. Etrafında yaşamı düzenleyecek kimseyi bulamayınca Hermes'i menajerlere yollamıştı, bana bonservisi elinde, Şampiyonlar Ligi tecrübesi olan iki tanrı bulsunlar diye.

Bir zaman sonra Hermes, yanında, parıl parıl parlayıp etrafa ışık saçan, yakışıklı mı yakışıklı, genç ve atletik bir tanrı ile çıkageldi. Yürüyüşü, duruşu keskin; sanki bir tornadan çıkmışçasına düzgün bir tanrı. Tanıştırayım dedi, Apollon olur kendileri. Bonservisi elinde, masrafsız anlayacağın. Ancak dul bir annesi ve bir de ikiz kız kardeşi var, onları da alırsanız gelirim dedi. Ben de, herkese senin uzak diyarlardaki diğer eşin ve ondan olan çocukların deriz, Hera biraz hırgür çıkartır ama zamanla hepsi inanır diye düşündüm.

Zeus sevindi bu işe, çapkınlığı meşhur nasılsa, herkese ayrı ayrı yalan söylemektense… Annesi, kardeşi derken Olympos biraz kalabalıklaştı ama güzel hikâye oldu bu güzel, diye ellerini ovuşturdu. Hem oğlanı da gözüm tuttu, işini düzgün yapacak birisine benziyor.

Anlat bakalım diye buyurdu, tanıt kendini. Kimsin? Nesin? Nereden gelirsin? Seni aramıza alacağız almasına ama sen bize neler verebilirsin? Ee sevgili okuyucu, görüyorsunuz ya iş görüşmeleri hep aynı.

Biz bu soruları, Apollon'un adına, kendimiz yanıtlayalım olmaz mı?

Yabancı değil canım bu Apollon, Hititlerde Lukka denilen, Yunanın Lykia, bizim Teke Yarımadası diye ünlediğimiz yerin tanrısı. Özbeöz Anadolu çocuğu anlayacağınız. Zeus bir fikir bile değilken henüz insanların zihninde, Apollon nicedir ışık saçıyordu Teke Yarımadası ahalisine. Annesi Leto ki, eski eser ve metinlerde Lada yahut Lat ismiyle bildiğimiz bir Ana Tanrıça. İkizi de bizim meşhur Artemis; öyle kısa etekli, ormanda boş boş gezen versiyonu değil, iki Anadolu Parsını iki eliyle boynundan yakalamış, "Potnia Theron" yani hayvanların efendisi Artemis. Her bir bitkiyi üzerine giyinmiş, gövdesi "Polymastos" çok memeli, bereketli Artemis. Çoğu okuyucu iyi bilir, doğru zamanda doğru yere yapılan transferin faydalarını. E bir de bonservis bedeli ödenmemişse, tadından yenmez. Soralım bakalım Nietzsche'ye ve Azra Erhat hocamıza; ne katmış Apollon bu dünyanın düzenine?

"İlkçağın ‘Yunan Yaratıcılığı' denilince, birbirinden farklı iki öğeyi ayırmak gerekir. Bu yaratıcılık iki tanrının simgelediği, iki karşıt varlığın birleşmesinden doğmuştur. Bunlardan ilki olan Apollon; aydın, durgun, ölçülü gücü simgeler. Işıktır, doğayı görme, varlığı akılla algılama ve akıl yetisine dayanan yöntemlerle biçimlendirme gücü ve yeteneğidir. Apollon plastik sanattır, ama aynı zamanda öngörmedir, anlama ve kavramadır, ışığın doğayı bir projektör gibi aydınlatıp karanlıkta kalan sırlarını çözümlemesidir. Ama bu güç, insanı bir seyirci ve bir taklitçi olmaktan da ileri götüremez. Yaratıcılık insanın doğaya bir başka türlü coşkuyla karışmasını şart koşar ve bu yaratıcılığı Apollon'dan başka bir tanrı simgeler."

Bugün "Batı Medeniyeti" dediğimiz kavram iki ayak üzerinde durur. Bir tanesi, düzgün, düzenli, alabildiğine kurallı, planlanmış ve plana sadık kalmak dışında bir yönelimi olmayan yaşamdır. Bunların yanında sonuçlarının biriktirilmiş olması nedeniyle dünya literatüründe "Culture" olarak adlandırılır, batının profesyonel hayatına karşılık gelir ve Apollon tarafından temsil edilir.

Tam bir diğer ayağı, "Nature" kavramını anlatacaktım ki Zeus birden gürleyiverdi; Hermes! Ben sana iki tanrı dedim sen bir tane getirmişsin, bir işi de tam yapın yahu. Nerede diğer transferimiz?

Yüce Zeus dedi Hermes, diğeri bunun gibi oturaklı, saygılı değil. Etrafı da hep bir curcuna bir cümbüş. Bir kenara çekip konuştum, teklifimizi kabul etti, prensipte anlaştık anlayacağınız. Ama öyle bir çağırmanızla şak diye gelmem, hele senin gözetiminde bir yerden bir yere asla gitmem dedi. Madem beni istiyorsunuz, tamam kabul. Ama siz şimdi gidin, ben kendi bildiğim şekilde, taraftarlarımla birlikte, en coşkulu halimle geleceğim dedi. E ne zaman gelirsin, karşılayalım falan deyince, merak etme, benim gelişimi çok uzaklardan fark edersiniz diye ekledi. Zeus'un öfkesi artıyor, şimşekleri gökyüzünde kol geziyordu. Hermes görmezden gelip devam etti. E ben buna olmaz öyle yürü hemen geliyorsun deyip kolundan tutunca yumuşadı hemen. Tamam canım kızma gideriz ama dur önce şu bardaktakini bitireyim, istersen siz de için biraz, susamışsınızdır diye elimize kırmızı bir sıvı tutuşturuverdi. Sonrası yok bende, uyandığımızda sabah olmuştu, etrafta bir kişi bile yoktu. Ben de geç kalmamak için Apollon'la hemen buraya geldim. Ama merak etmeyin efendim, söz verdi gelir mutlaka.

Tam Zeus yıldırımı yolluyordu ki Hermes'in üzerine, uzaklardan davul ve def seslerine karışmış çeşitli insan ve vahşi hayvanların sesleri, çığlıkları duyuldu. Kalabalık yaklaştıkça bir ses diğerlerinden daha belirgin hale geliyor, netleşiyordu. Ahooooy! Kim acaba bu gelen? E cevabı sonraki yazımızda verelim ki söylencemiz sürsün.
Viya Böyle!
Selim Martin - Akademisyen - BirGün

Devamı yazılar, çıktıkça buradan takip edilebilir, çıktıkça da eklenirse iyi olur.

Derinde ittifaklar var, yüzeye çıktıkça ayrılıklar.
Zıtlar temelde aynıdır, gayrı hikayedir ayrılıklar.
Artık yersen bu ayrılıktır, yemezsen de aynılıktır.
Aynılaşanlar ayrı olamaz, kandırmacadır ayrılıklar.
Alıntı ile Cevapla
  #19  
Alt 03-01-2019, 01:43
Felâsife - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Felâsife Felâsife isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
 
Üyelik tarihi: 19 Jan 2014
Bulunduğu yer: Hayret!
Mesajlar: 4.039
Standart

Bonservisi elinde olan tanrılar (II)
Uzaklardan gelen sesler gittikçe yakınlaşıyordu. Davullar, defler gümbürdüyor, ziller şakırdıyordu. Diaulos kâh ince kâh kalın ötüyor, düzenli melodi ve şarkılara vahşi hayvanların ve vahşi mi değil mi belli olmayan kadın ve erkeklerin çığlıkları karışıyordu. Kalabalık gittikçe artıyordu; düzensizlik içinde bir düzen, onun içinde bir başka karmaşa, görseniz nasıl da bir cümbüş.

Bu kadar değişik ses ve gürültünün olduğu yere diğer tanrı ve tanrıçalar merak içinde geliverdi hemen. Zeus ve Hermes sıkıntı içinde birbirine baktı, eğer bu bekledikleri yeni tanrı ise, herkesin gözünün önünde bir karşılaşma hiç de iyi olmayacaktı. Foyaları meydana mı çıkacaktı ne?

Tanrılar; vahşi hayvan postlarına bürünmüş, raks ettikçe vücudu ortaya çıkan, arzulu bakan, kendinden geçmiş, esrimiş kadınlardan alamadı gözlerini. Tanrıçalar ise biraz merak ve biraz arzu ile bakıyorlardı çıplak vücutlu, ereksiyon halinde dans edip, ellerinde hayvan tulumları ve boyalı kaplar taşıyan, tepeden tırnağa vahşi gözüken erkeklere. Kimdi bu insanlar?

Bu cümbüşe sadece Olymposlular koşup gelmediler tabi, etraftaki şehir ve kasabalardan akın akın insanlar geliyor, herkes kendi şaşkınlığını yeni gelene katlayarak aktarıyordu. Tam kaos zirveye çıkmıştı ki, gürültü birden kesiliverdi. Alay iki yana açılarak ortalarında bir boşluk yarattılar önce. Sonra tok bir "Bendir" sesi, bilindik, sade bir ritim vurmaya başladı ve arkasından üç tane "Sistrum" çınlamaları ile eşlik etti bu ritme. Kalabalığın arasından ortaya gelen hayvanları fark edince tüm izleyiciler istemsiz birer çığlık atıp hemen yutkundular. Bir "Asya Kaplanı", bir "Afrika Aslanı", bir "Çita" ile bir "Anadolu Parsı" dört taraftan sessizce giriverdiler ortadaki boşluğa. Sonra başında asma yapraklarından bir tacı ve elinde ucunda çam kozalağı takılı bir asası olan, saçları kokulu, perçemleri sarı, yanakları mor mor, panter postuna sarılmış bir erkek çıktı meydana. Ve konuşmasına başlamadan evvel, çok uzaklardan bile duyulan o haykırışı ünleyiverdi; Ahooooy!

"İşte ben Zeus'un oğlu Dionysos, Kadmos'un kızı Semele'nin yıldırım dolu şimşekler içinde doğurduğu tanrı, Thebai toprağına ayak basıyorum. Tanrılığımdan soyunup insan suretine girdim… Ben Lidya'nın altın ovalarından geliyorum, İran'ın güneşten kavrulan kırlarını, Baktiria'nın uzun surlarını, Media'nın buzlarla örtülü topraklarını, saadet diyarı Arabistan'ı, tuzlu denizin kıyılarına uzanan bütün Asia ülkesini, Barbarlar ile Helenlerin karışık yaşadığı, güzel hisarlarla süslü şehirleri dolaştım. Oralarda korolarımı topladım; dinimi, ayinlerimi öğrettim, şimdi kendimi Helenlere tanıtmak istiyorum. Helen toprağında Bakkhaların keskin çığlıkları ile çınlattığım, kadınlarının çıplak vücutlarını ceylan postlarıyla sarıp ellerine Thrysos'u, sarmaşıklı asayı verdiğim ilk şehir burası oldu…"

Hera bu gelenin de Zeus'un çocuğu olduğunu duyunca öfkeyle baktı kocasının yüzüne. Hermes ile Zeus ise birbirlerine kaş göz yapıp gülüyorlardı. Yaman çıktı bu oğlan da diye düşündü Zeus, nasıl da kendi uyduruvermiş hikâyesini. İyi oldu herkese benim çocuğum olduğunu söylemesi, Hera köpürecek bu duruma belli ama ben bulurum onu sakinleştirmenin yolunu. Dionysos etrafındaki insan ve hayvanlar ile biraz ürkütücü ama bak nasıl da çekti hepimizin ilgisini. Döndü ve kalabalığa seslendi, haydi herkes hoş geldin desin oğluma sonra da baş başa bırakın bizi. Uzun yoldan geldi, çokça da haber getirdi, konuşacaklarımız var.

Meraklı kalabalık dağıldıktan sonra başladı gerçek tanışma faslı. Zeus girdi önce söze, hoş geldin garip yabancı dedi, ne de ilginç arkadaşların var. Yalnız hakkını baştan vereyim, hem etkili bir giriş yaptın hem de aramıza katılman ile ilgili uydurduğun hikâyene bayıldım. Anlat bakalım şimdi, gerçekte kimsin, necisin?

Adım çoktur benim; Dionysos derler en çok, sonra da Bakkhos, kimi İobakkhos olarak seslenir kimi Bromios, kimi çığlık atar gibi ünler adımı Ehuios veya İakkhos der, seç sende istediğin birini, dilediğince seslen bana. Asia topraklarından geliyorum dedim ya öz vatanım Lidya'dır. Ancak bütün Asia'da severler beni. Asma kütüğü, şarap ve alayımla gezerim. Alayım ile az önce tanıştınız, şarabı da şu sağ yanındaki bana iş teklif ederken tatmıştı, beğenmiştir umarım. Ulu analarımız Rhea veya Kybele gibi doğa ile varım ben, bende yansır doğa dediğin, ormanlarda, kırlarda yabani hayvan ve yaratıklarla bir arada yaşar, onlarla birlikte coşarım. Mevsimlerin değişimi bende simgelenir ama benim asıl kuvvetim insanla doğa arasında kurduğum ilişki, insanı doğanın sırlarına erdiren büyülü gücümdür. Deminki uydurma hikâyeye gelince; işte o da başka bir alametifarikam, "gibi yapmak" derler adına, oyunculuk yani. Senin oğlunmuş gibi yaptım, ne de güzel oldu değil mi? Şu şarap yaptırıyor bana ve etrafımdakilere bunları, dur hele burada koromu ve alayımı toplayayım bir, bak her şey nasıl da çok daha güzel olacak.

Zeus ve Hermes hem ürkmüş hem de şaşkın şaşkın dinlerken berikini, yanlarına biraz önce katılan Apollon kalkıp sarıldı Dionysos'a, hoş geldin kardeşim dedi, burada da bulduk birbirimizi. Artık tamamlayacağız burada var olan eksiklerin her birisini. Bizimle şekillenecek yaşam dediğimiz o tarifsiz dünya.

Huu sevgili okuyucu, dalıp gittin geçmişin yeşil ve büyülü topraklarına. Topla bakalım kendini, geri dön içinde bulunduğumuz dünyaya. Bak göreceksin bu ikisi geçmişten gelip nasıl da değiştirecek bu günümüzü? Hikâyemizin devamı elbette haftaya ki çığlığımız susmasın.
Viya Böyle!
Selim Martin - Akademisyen - BirGün

Derinde ittifaklar var, yüzeye çıktıkça ayrılıklar.
Zıtlar temelde aynıdır, gayrı hikayedir ayrılıklar.
Artık yersen bu ayrılıktır, yemezsen de aynılıktır.
Aynılaşanlar ayrı olamaz, kandırmacadır ayrılıklar.
Alıntı ile Cevapla
  #20  
Alt 16-01-2019, 20:43
Felâsife - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Felâsife Felâsife isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
 
Üyelik tarihi: 19 Jan 2014
Bulunduğu yer: Hayret!
Mesajlar: 4.039
Standart

Bonservisi elinde olan tanrılar (III)

Anthesteria Bayramı Mart başında üç gün boyunca kutlanırdı. Bayram ilk olarak ölmüş Dionysos'un ve diğer ruhların yeryüzüne geri çağrılması ile başlar ardından taze şarapların ilk açılışı yapılır ve Dionysos dünyada kalsın ama diğer ruhlar yeraltına geri dönsün diye, yalnızca ölülerin beğenebileceği çirkinlikte lapalar yapılarak Hermes'e sunulurdu

Geçtiğimiz iki yazıda, kökleri Anadolu'da olan, Pantheon'a sonradan katılan iki tanrı ile tanıştırmıştım sizi. Bir inanç sisteminin diğer inançlardaki karakterleri kendi bünyesine alması hemen her dönemde görülür ve görülmeye devam edecektir. Ama hem yaşadığımız coğrafyayı hem de batı medeniyeti adını verdiğimiz kültürel dünyayı bu kadar etkileyen çok az transfer bulunmaktadır. Örneklemek gerekirse; Apollon ve Dionysos'un Yunan Mitolojisine katılması ve Ana Tanrıça-Artemis-Meryem Ana dönüşümü bugünün kültürel yaşamının ve inançların şekillenmesinin belki de en önemli geçişleri olabilir. Meryem Anamızı şimdilik daha sonraki bir yazıya bırakalım ve Zeus'un huzurunda bizi bekleyen iki hemşerimize tekrardan bir dönüş yapalım. Sevgili okuyucular kusura bakmazsa bu yazımızda söylencemize az biraz ara verelim ve bu keyifli öykülerin değiştirdiği yaşamı resmi bir dile dökelim.

Bugün batı medeniyeti iki ayak üzerinde yükselir ve bu ayaklar önceki yazılarımızdan anlayacağınız üzere Apollon ve Dionysos tarafından temsil edilir.

Apollon, önceden belirttiğim gibi, aydın, durgun, ölçülü gücü simgeler. Işıktır, doğayı görme, varlığı akılla algılama ve biçimlendirme gücü ve yeteneğidir. Apollon plastik sanattır, ama aynı zamanda öngörmedir, anlama ve kavramadır, ışığın doğayı aydınlatıp karanlıkta kalan sırlarını çözümlemesidir. Düzgün, alabildiğine kurallı, planlanmış yaşamı anlatır. Üst üste birikmiş, yanlışlarının büyük kısmını zaman içinde törpülemiş, doğrularını vazgeçilmez hale getirmiş, toplum yasası da diyebileceğimiz, batının profesyonel hayatına karşılık gelir ve dünya literatüründe "Culture" olarak adlandırılır.

Ortalama bir batılı, ortak yaşamı oluşturan kurallara kendiliğinden uyar; trafikte dikkatlidir, işin gerektirdiği kıyafetleri giyer, olması gereken takvime ve saate uyar, görevlerini eksiksiz yapar, bunları ve benzerlerini esnetmeyi düşünmez, kendine kolaylık sağlamak adına kurallardan ödün vermez, toplum düzenini zorunlu olmadıkça bozmaz. Bu zorlama ile değil yüzyıllar içinde yavaş yavaş oluşmuş, artık doğal hale gelmiş bir yaşam biçimidir.

Aynı kişi, iş özel hayatına gelince bambaşka bir şekle bürünür. Alabildiğine özgür, etrafındakilerle ne tür bir bağı olursa olsun önce kendisi için yaşayan, kendisini düşünen, alabildiğine bencil ancak bir o kadar yaratıcı yönünü ortaya çıkarmış, sanki vahşi doğasının farkında, hayattan zevk almayı bilen ve bunlar sayesinde doğayı ve yaşamı taklit etmekten öteye rahatlıkla geçmiş, doğayla bütün olmuş, onunla birlikte yaratabilen bir forma bürünmüştür.

İşte size Dionysos. Özgür, başına buyruk, yaratıcı, buyurgan, hem aklının hem bedenin arzularına cevap vermekten kaçınmayan, vahşi, bilinçaltına da hizmet eden bir yaşam. İşte bu yaşam, insanın ilkel benliğine bir gönderme yaparak dünya literatüründe "Nature" yani insan doğası olarak adlandırılır.

Huu sevgili okuyucu, şimdi şu resmiyeti bir an önce üzerimizden atalım. İki zıt ama bir o kadar da uyumlu tanrılarımızın günümüzü nasıl etkilediğini görmek için Dionysos ile birlikte antik çağda bir bayrama katılalım ha ne dersiniz?

Anthesteria Bayramı Mart başında üç gün boyunca kutlanırdı. Bayram ilk olarak ölmüş Dionysos'un ve diğer ruhların yeryüzüne geri çağrılması ile başlar ardından taze şarapların ilk açılışı yapılır ve Dionysos dünyada kalsın ama diğer ruhlar yeraltına geri dönsün diye, yalnızca ölülerin beğenebileceği çirkinlikte lapalar yapılarak Hermes'e sunulurdu. Hermes de bu lapaları ölülere göstererek onları nihayetinde yeraltına çekip götürürdü. Bu döngüde tekrarlanan bu bayrama, zaman içerisinde, Attika bölgesinde kutlanan ve Aiora adı verilen diğer bir bayram eklenerek yeni bir gelenek oluşturulmuştur.

Söylenceye göre; Dionysos Yunanistan'a geldiğinde, Atinalı İkarios'un evinde kalır ve bu esnada kızı Erigone ile birlikte olur. Konuksever ev sahibine asma kütüğü ve şarabı hediye eden tanrımız bunu diğer insanlara da tattırmasını istemiştir kendisinden. İkram edilen şarabı içen komşular, daha önce bilmedikleri bu sarhoşluk halini kötüye yormuşlar, İkarios'un onları zehirlediğini düşünüp, sarhoşluğun da verdiği bilinçsizlik ve öfke ile İkarios'u öldürmüşler. Erigone eve geldiğinde babasının ölüsünü görünce, bembeyaz elbiseleri ile o da kendisini bir ağaca asarak intihar etmiştir. Dionysos hem ev sahibinin hem de sevgilisinin cansız bedenlerini görünce, öfkeden kudurur ve cezalandırmak amacıyla tüm Atinalıların delirmesini sağlar. Atina çıldırmış insanlarıyla hızla bir kaosa sürüklenir. Erkekler birbirlerini öldürür ama özellikle genç kızlar delilik nöbetleri geçirip kendini asarlar. Aklı başında her nasılsa kalmış birkaç insan, Delphoi'deki Apollon bilicilik merkezine başvurup bu beladan kurtulmak için çare ararlar. Kahin; İkarios ve Erigone'nin ölümlerinden dolayı cezalandırıldıklarını ve bundan kurtulmak için onların onuruna bir anma, bir bayram düzenlemeleri gerektiğini söyler. Aiora ismi ile başlatılan, mistik içerikli bu bayramda genç kızlar beyaz elbiseler giyip salıncaklarda sallanarak hem Erigone'nin intiharını vurgular hem bir tür yas tutmuş olurlar. Roma kültürüne Lemuria adıyla geçen bu bayram, Amerika kıtasının keşfi sonrası, Amerikan yerlilerinin "Muerta" ölüler günü kutlamaları ile kaynaşarak günümüzde Halloween [Cadılar Bayramı] adıyla hala birçok ülkede kutlanmaya devam etmektedir.

Dionysos demişken bir daha ki yazıda size mevsimlerin oluşmasını anlatayım ki söylencemiz küresel ısınmaya rağmen sürsün.
Viya Böyle!
Selim Martin - Akademisyen - BirGün

Derinde ittifaklar var, yüzeye çıktıkça ayrılıklar.
Zıtlar temelde aynıdır, gayrı hikayedir ayrılıklar.
Artık yersen bu ayrılıktır, yemezsen de aynılıktır.
Aynılaşanlar ayrı olamaz, kandırmacadır ayrılıklar.
Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Önerilen Siteler


Yetkileriniz
Yeni Mesaj yazma yetkiniz Aktif değil dir.
Mesajlara cevap verme yetkiniz aktif değil dir.
Eklenti ekleme yetkiniz aktif değil dir.
Kendi Mesajınızı değiştirme yetkiniz Aktif değildir dir.

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-KodlarıKapalı

Gitmek istediğiniz forumu seçiniz


Bütün Zaman Ayarları WEZ +3 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 07:59 .