Turan Dursun Sitesi Forumları
Geri git   Turan Dursun Sitesi Forumları > Genel Forumlar > Politika > Tarih

Cevapla
 
Başlık Düzenleme Araçları Stil
  #1  
Alt 07-10-2011, 13:22
kilimanjaro kilimanjaro isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
 
Üyelik tarihi: 03 Oct 2011
Bulunduğu yer: Mersin
Mesajlar: 100
Standart Osmanli Üzerİne...

OSMANLI ÜZERİNE…
(1.bl.)


“Osmanlı tarihi baştan nihayetine kadar hakanların, padişahların, şahısların, en nihayet zümrelerin hâl ve hareketini kaydeden bir destandan başka bir şey değildir. Mazinin, asırların elimize tarih diye uzattığı kitabın mahiyeti bundan ibarettir.”



BAŞLARKEN…

Değerli okuyucu, kitabımızın bu bölümünde tarihi gerçekler ışığında ve alışılmışın dışında Osmanlı’ya farklı pencerelerden bakan “0smanlı üzerine” adlı sıra dışı yeni bir yazı ile karşınızdayım. Resmi ideoloji dışı bir incelemenin ürünü olarak her türlü önyargı ve subjektif değerlendirmelerden uzak, tümüyle yansız, objektif bir bakış açısı ile kaleme aldığım bu yazının her satırında, bugüne kadar belleklerinize altın harflerle kazınan “yüce Osmanlı” imajını oturup yeniden değerlendirmenizi istiyorum. Altı asrı aşkın bir süre bu milletin kaderine hükmeden, Türklüğünün yanı sıra İslamlığı da tartışmalı bir hanedanın, bir milleti hamaset edebiyatı ile uyutup nasıl köleleştirdiğini, Atatürk’ün deyimiyle bilimden, fenden ve her türlü seküler değerlerden mahrum bırakarak onu nura koşmaktan nasıl men ettiğini ve nihayetinde “hasta adam” durumuna düşürdüğünü gözlerinizle görmenizi istiyorum. Yine Atatürk’ün deyimiyle “elimize tarih diye uzattıkları bu kitabın mahiyeti” hakkında bir karar vermenizi bekliyorum.
Hem Atatürkçü, ayni zamanda Osmanlıcı olunamayacağı gerçeğini altını çizerek vurgulamaya mecburum. Türk ün, “damarlarında hangi kanı taşıdığı bile belli olmayan” bir hanedanın elinde yitip giden, milletimize acıdan, dertten, kederden, yoksulluk ve perişanlıktan başka bir şey vermeyen 600 yılının, sonunda elinde kırık bir kılıçtan başka bir şey bırakmayan acı öyküsünü bir ibret vesikası olarak takdirlerinize sunuyorum.
Okuyunuz ve öykünün son sayfasına geldiğinizde bana, tatlı hayalleri mi, yoksa acı gerçekleri mi tercih ettiğinizi lütfen söyleyiniz. Peşinen söylemeliyim ki; kendisini hamasetin büyülü cazibesinden kurtaramayıp Osmanlıyı hala baş tacı edenler ve tatlı hayalleri tercih edenler bilsinler ki sonsuza dek kaybettiler. Kararsızlar için ise hala bir umut ışığı var.
Biliyorum, birçok hayaller yıkılacaktır. Onların bu eksilmişlik duygusunu, bel bağladıkları, ama bir şekilde yıkılmak zorunda olan hayalleri üzerine gerçekleri inşa ederek telafi edeceğiz.
Saygılarımla.

("Tabuların Gölgesinde" adlı felsefe kitabımdan alınmıştır. Her hakkı saklıdır. Hiçbir yerde yayımlanamaz.)
Alıntı ile Cevapla
  #2  
Alt 07-10-2011, 22:18
ozgur_beyin - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
ozgur_beyin ozgur_beyin isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Kıdemli Üye
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
 
Üyelik tarihi: 07 Sep 2006
Mesajlar: 5.929
Standart

sevgili kilomanjaro, felsefeyle tarihi nasıl bir araya getirdin. sözünü ettiğin kitap felsefe kitabımı tarih kitabımı?

sorun cahil olman değil , kendini alim sanman
Alıntı ile Cevapla
  #3  
Alt 08-10-2011, 01:42
kharon - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
kharon kharon isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
 
Üyelik tarihi: 26 Jul 2010
Bulunduğu yer: localhost
Mesajlar: 336
Standart

sn.kilimanjaro,

Yazının ilk bölümünü koysaydınız keşke, osmanlıyı çok okuduk bide sizden okuyalım, nerden başlayıp nerde bitireceksiniz merak ettim.

Saygılar

Ne kadar az bilirseniz, onu o kadar şiddetle savunursunuz. B.Russell
Alıntı ile Cevapla
  #4  
Alt 08-10-2011, 11:52
kilimanjaro kilimanjaro isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
 
Üyelik tarihi: 03 Oct 2011
Bulunduğu yer: Mersin
Mesajlar: 100
Standart



OSMANLI ÜZERİNE...
(2.bl.)



OSMANLI’YA GENEL BİR BAKIŞ VE “OSMANLILIK” KAVRAMI;

Önceki bölümlerimizde insanlarla hayvanlar arasındaki farka işaret ederken hayvanların tümüyle iç dürtüleriyle, diğer bir deyişle sevki tabii ile hareket ettiklerine dikkat çekmiştik. İnsanların ise insanlık bilincinin öne çıkmasıyla aslında ayni kökten neşet eden hayvani duygularını, bir anlamda hayvani dürtülerini, uygarlık süreci ile birlikte akıl, mantık, daha da önemlisi başat insani duygularla bastırarak medenileştiğinden bahsetmiştik. Bu bağlamda günümüzde yeterince uygarlaşamamış, bir başka ifade ile evrimleşememiş kişi ve toplumlarda hayvani dürtülerin layığı ile bastırılamamasından kaynaklanan, özellikle şiddete dayalı eğilimlerin ağırlık kazandığını görmekteyiz. İlkel şiddet dürtüsü, hususiyle çağın uygarlık felsefesine ayak uyduramamış bazı toplumlarda o denli ağırlıklıdır ki, tüm insani değerlerin de üstüne çıkarak sosyal karakter yapılanmalarında baskın, belirleyici öğeler olarak öne çıkar.
Bütün bunlarla bağlantılı olarak denebilir ki, Osmanlı imajının şekillenmesinde hanedan ve yönetim kadroları başta olmak üzere, imparatorluğun sosyal karakterinin ve sosyo-kültürel yapısının önemi büyüktür. Osmanlı’nın hamaset duygularıyla özdeşleşen sosyal karakteri, değişim ve gelişim olgusuna geçit vermeyen sosyo-kültürel yapısı ile birleştiğinde 600 yıllık tarihi boyunca batı ile arasındaki gelişmişlik farkının giderek açılmasında en önemli faktör olarak gözükmektedir.
Tarihçilerin “kuruluş”, “yükselme”, “duraklama” ve “gerileme” devri olarak kabaca dört ayrı bölümde ele aldıkları Osmanlı İmparatorluğu, gerek idari ve sosyal yapılanması, gerek mali ve ekonomik dayanakları, gerekse bürokratik, askeri ve siyasal örgütlenmesi ile tümüyle kendine özgü karakteristik bir devlet yapılanmasını ortaya koyar. Sosyo-kültürel ve sosyo-ekonomik yapısı ile de çağdaşlarından oldukça farklı bir konumdadır. Bu bağlamda devletin siyasi otoritesinin idari, askeri ve diğer örgütsel planlamalarının dışında kalan sosyal manzarası hayli ilginçtir. Özellikle imparatorluğun yükselme süreci ile başlayan “çok ulusluluk”, kültürel farklılıkları, buna bağlı olarak da hemen her konuda farklı toplumsal eğilimleri birlikte getirir. Bu itibarla Osmanlı’yı ve Osmanlılığı bir bütün olarak homojen bir yapı içinde görmek ve değerlendirmek olanağı yoktur.
İmparatorluğun nüvesini teşkil eden ve asli unsurun menşei ve membaı durumundaki Anadolu Yarımadası dışında kalan ve genişleme sürecinde fetihlerle Osmanlı topraklarına katılan ülkelerin sosyolojik olgularını Osmanlı ve “Osmanlılık” kavramı dışında farklı kategorilerde değerlendirmek zorunluluğu vardır. Esasen “Osmanlı” tanımlamasının çok da somut olmayan hanedan, yönetim ve karar erkinde söz sahibi yönetici kadro ve daha alt sınıflardaki görece etkin, nüfuzlu bir kesim ile sınırlı kalması gerekirken, tümüyle pasifize olmuş edilgen bir sınıf olan “reaya” yı da ayni kimlik altında görmesi hatadır. Buna çoğu kez yine hatalı bir yaklaşımla, kılıç zoru ile fethedilen ülkelerin toplumlarının Müslümanlığı kabul edip “teba” statüsüne geçen bireyleri de dâhil edilir.
Dolayısıyla bir dönemin yargılanması gündeme geldiğinde, o döneme damgasını vuran, olumlu ya da olumsuz her şeyi kotaran, yönlendiren etkin güç ile, görece daha az etkili kesim ve tümüyle pasif bir konumda nötralize olmuş kesimlerin ayni suçlamanın ya da övgünün muhatabı olmak gibi adil olmayan, dengesiz ve isabetsiz bir bakış açısının ortaya çıktığını görmekteyiz. Oysa tarihi bir olgunun etken ve edilgen unsurlarının tarihsel olayların şekillenmesindeki payları dikkate alınmaksızın ayni kategoride değerlendirilmesi isabetli bir algılama biçimi olarak görülemez. Bu bağlamda hak ve sorumlulukların istimal olunan güç ile orantılı olarak dağıtılması esas alınmalıdır. Bu itibarla “Osmanlı” tanımı hanedan, yönetici kadro ve diğer etkin güçler kapsamında sınırlı bir tanımlama olarak ele alınmak ve telaffuz edilmek zorundadır. Esasen “Osmanlı” sözcüğü, adından da anlaşılacağı üzere bu devleti kuran ve “Devlet-î Aliyeî Osmanîye” adıyla 600 yıllık bir hükümranlık dönemine damgasını vuran bir hanedanın adıdır. Bunun, yani “Osmanlı” sözcüğünün, hanedanın yönetim, yaşam ve dünya görüşünü paylaşan etkin yönetim kadroları ile özdeşleştirilerek sosyal yaşam ve diğer tüm etkinlikleri düşünce ve eylem bazında yönlendiren totaliter bir güce dönüşmesi gerçek anlamından bir sapmaya neden olmaz.
Osmanlı’yı bu şekilde tanımladıktan sonra, üç kıtaya yayılan ve döneminin küresel anlamda süper gücü konumunda olan bu imparatorluğun askeri, siyasi, ekonomik ve sosyal gelişmişlik açısından farklı dönemlerde kimi zaman şahlanan, kimi zaman sahip olduğu bu muazzam potansiyel güçle orantısız bir gelişim çizgisi takip etmesi her yönüyle incelenmeye değer bir konudur. Bu itibarla, kuruluş yıllarına denk gelen 14.üncü yüzyılın başından başlayarak dört yüz çadırlık bir aşiretin Asya, Afrika ve Avrupa da pek çok ülkeyi hâkimiyeti altına alarak Viyana kapılarına kadar uzanan bu tarihi serüveninde bu gücü nereden aldıklarının yanı sıra, 17.inci yüzyılın sonlarından itibaren başlayan ve 20.nci yüzyılın ilk çeyreği ile noktalanan çöküş sürecini etkileyen olayları ve bu olayları tetikleyen temel faktörel olguları ortaya koymak gerekir.

("Tabuların Gölgesinde" adlı felsefe kitabımdan alınmıştır. Her hakkı saklıdır. Hiçbir yerde yayımlanamaz.)
Alıntı ile Cevapla
  #5  
Alt 10-10-2011, 12:11
kilimanjaro kilimanjaro isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
 
Üyelik tarihi: 03 Oct 2011
Bulunduğu yer: Mersin
Mesajlar: 100
Standart


OSMANLI ÜZERİNE...
(3.bl.)

HİLAFETİN GETİRDİKLERİ…

600 yıllık bir süreçte devletin kaderi üzerinde etkin rol oynayan iç ve dış faktörleri incelediğimizde, dış faktörlerden çok içeride zaman içinde sosyo kültürel yapının yozlaşmasına neden olan bazı ithal kültürel anlayışların egemen olduğunu görürüz. Bu yabancı kültürel anlayışlar yalnızca toplumsal yapının bozulması sonucunu doğurmaz, ayni zamanda devletin yönetim anlayışı ve uluslararası ilişkileri üzerindeki yönlendiren etkisiyle bir dizi olumsuzlukların ve sorunların kaynağını oluşturur.
1300 ila 1517 yılları arasında Osmanlı toplumu aşırılıklara kapalı, değişim ve gelişim yolunda her türlü yeniliklere açık, özgün kültürel yapısı ile rasyonal bir çizgide iken, 1517 yılında Yavuz Sultan Selim’in Memlûk devletini yıkarak hilafet makamını İstanbul’a taşıması ve kendisini Halife, ilan etmesi Osmanlı tarihinde yeni bir dönemin, daha açık bir ifade ile şerî idare sürecinin kapısını aralar. Bu itibarla, Osmanlı’nın 1299 yılında Osman Gazi ile başlayıp dördüncü Mehmet Vahidettin ile noktalanan 620 yıllık “Devlet-î Aliyeî Osmanîye” adıyla hüküm süren ve de tümüyle hamaset kokan dönemini kuruluş, yükselme ve gerileme devri olarak kategorize etmeden önce hilafet öncesi ve sonrası diye ayırmanın isabetli bir yaklaşım olduğunu düşünüyorum.
Bu olay, hilafetin yaklaşık 600 yıl aradan sonra ilk kez Arap kavmi dışında biri tarafından temsili olayıdır ki, bu yönüyle ilginç bir tartışmaya konu olabilir. Daha da önemlisi, son Abbasi halifesi Mustasım’dan sonra gücünü ve işlevini tümüyle yitiren, yalnızca sembolik bir değer olarak bir anlam ifade eden bu makamın Yavuz Sultan Selim ve hanedanın sonradan gelen üyelerince neden bu denli önemsendiği meselesidir. Yavuz Sultan Selim ola ki, hilafetin Osmanlı’nın devasa gücü ile birleştiğinde tüm İslam dünyası üzerinde birleştirici, bütünleştirici ve bağlayıcı otoriter bir güce kavuşacağına inanmış olabilir. Dolayısıyla, düşünü kurduğu “dünyada tek hâkim güç” olma ihtirasını gerçekleştirme yolunda bir büyük gücü arkasına almış olduğunu vehmetmiş olabilir. Ancak ne kendi döneminde, ne de sonrasında Osmanlı toprakları dışındaki İslam ülkelerinde böyle bir otoritenin hissedildiğini tarih kaydetmiyor. Osmanlı ile İran arasında uzun savaşlara neden olan hasmane ilişkiler buna güzel bir örnek teşkil eder. Yavuz’un böyle bir gücü arkasına almak adına İslam dünyasında birleştirici, bütünleştirici bir anlayışla hareket etmesi beklenirken, “şia” mezhebini İslam dışı gören yaklaşımı, tasavvurları açısından önemli bir handikap ve kayda değer bir paradoks oluşturur. İkincil olarak, Yavuz ile Osmanlı’nın doğuya dönen yüzünün, Kanuni Sultan Süleyman ve sonrasında yeniden batıya yönelerek Asya steplerinde hatırı sayılır bir coğrafi bölgeyi içine alan bugünkü Türkî cumhuriyetlerin müslüman topluluklarıyla Pakistan ve Afganistan gibi ülkelerin ihmal edilmesi de oldukça düşündürücüdür. Kanaatimiz odur ki, Yavuz’un İslam imparatorluğu, ya da İslam toplumlarının potansiyel gücüne dayalı tek süper güç olma hayali ve çelişkili de olsa uyguladığı uluslar arası politika kendinden sonra gelenlerce önemsenmeyerek terk edilmiştir.
Kutsal emanetlerin İstanbul’a getirilişi ile başlayan süreçte bir yandan toplumsal yaşamın, diğer yandan yönetim esaslarının ve dış ilişkilerin İslami kural ve kaidelere bağlanarak şerî idarenin temel altyapısının hazırlandığını görmekteyiz. Osmanlı halkı, esasen Müslüman bir halk olarak kökü yüzyıllar öncesine dayanan İslami kimliğiyle İslam kültürüne, bu kültürün gelenek, örf ve adetlerine yabancı bir toplum da değildir. Ancak uzun yıllar bu dinsel bağlılığını katı kurallarla çevrelemeksizin etnik karakteri ve binlerce yıllık özgün kültür anlayışları ile uyum içinde sürdürebilmiştir.
Bu kez İslami anlayışların baskın değerler olarak öne çıkmasıyla herhangi bir adaptasyon sorunu ile karşılaşmaksızın bu yeni durumu kolaylıkla benimsemeleri mümkün olmuştur. Dinsel esaslara dayalı bu yeni düzen, sosyal yaşam biçiminde ve yönetim birimlerinin dayandığı esaslar üzerinde radikal değişimlere de neden olmaktadır. Bunun en somut örneğini “şeyh-ül İslamlık” makamının, - padişah buyrukları da dâhil olmak üzere - tüm yönetim kararlarını onaylama ya da reddetme yetkisiyle donatılarak çok daha geniş hak ve yetkilere kavuşturulmasında görmekteyiz. Devlet işlerinin şerî hükümlere, yani Kuran’la bildirilen ilahi buyruklara uygunluğunu denetleyen bu makam – sık rastlanır bir olay olmamakla beraber - gerektiğinde padişahların emirlerine dahi karşı çıkabilmekte, padişahların cülusunda ya da azlinde önemli rol oynayabilmektedir. Şeyhülislamlar, adından da anlaşılacağı üzere “İslamların şeyhi” sıfatı ile, yönetimle ilgili tüm kararlarda olduğu gibi savaş, barış gibi önemli kararlarda da söz sahibidir. Yine doğaldır ki, Şeyhülislamlık makamı sosyal yaşamın şerî hükümlere uygun bir biçimde sürdürülmesinde de en üst düzeyde denetim ve karar mercii olarak önemli bir yere sahiptir.
Şunu da belirtmek gerekir ki şeyhülislamlık, kutsal emanetlerin İstanbul’a getirilişi ile hayat bulan dinsel esaslara dayalı devlet olgusunun altyapısını oluşturmak adına 16.ncı yüzyılın ilk çeyreğinde kurulmuş bir makam değildir. Bu makam esasen din işlerinin yürütülmesi adına, Osmanlı’nın kuruluşundan itibaren “müftilik” adıyla fetva veren bir makam olarak hep vardı. Fatih Sultan Mehmet’in kanunnamesinde ulemanın reisi olduğu bildirilen şeyhülislamın uzunca bir süre dinsel meseleleri çözümlemekle görevli “müftü” yani “fetva verici” olarak adlandırıldığı bilinmektedir.
Ancak başlarda dini konularda akıl danışılan, etkisi ve yetkisi oldukça sınırlı sıradan bir makam iken, Yavuz Sultan Selim döneminde giderek artan popülaritesiyle devlet yapılanmasının önemli bir unsuru haline gelmiştir. Yine de Şeyhülislamlığın dini konularda fetva veren sıradan bir kurum olmanın da ötesinde tüm ilmiye sınıfının başı olarak sistemli bir yapıya kavuşması için 1574 yılına kadar beklemek gerekecektir. Bu tarihten itibaren mevcut eğitim ve adalet mekanizmalarının gücünü de arkasına alan şeyhülislamları cülus törenlerinden azil kararlarına, savaş ve barış kararlarından önemli memuriyetlerdeki tayin ve terfilere varıncaya kadar hep etkin konumda göreceğiz.
16. yüzyıla kadar az bir maaşla hizmet gören, divan heyetine dahil olmayan, ancak gerekli görüldüğünde divana davet edilerek dini meseleler hakkında görüşü alınan şeyhülislamların din işlerinin başı olarak medrese işlerinde ve müderrisler ile yüksek dereceli kadıların tayinlerinde yetkili olmaları ve kazaskerin üstünde sadrazamdan sonra en yüksek mevkie getirilmeleri şerî düzene geçiş çerçevesinde 16. yüzyılın sonlarına rastlar. Giderek gelişen ve zaman içinde yenileriyle desteklenen bu yetkiler 17.yüzyıla gelindiğinde şeyhülislamı hanedan içi çekişmelerin ve siyasi entrikaların içine çeken üstün yetkilerle donanmış ayrıcalıklı bir konuma getirecektir. Şeyhülislamlığın giderek artan bu itibarı doğal olarak bu makama talebi de arttırdığından, şeyhülislamlar kişisel hırs ve menfaatten kaynaklanan kin ve düşmanlıkların da hedefi haline gelecek, birkaç istisna dışında kimsenin bu makamda uzun süreli kalamadığı da görülecektir.

("Tabuların Gölgesinde" adlı felsefe kitabımdan alınmıştır. Her hakkı saklıdır. Hiçbir yerde yayımlanamaz.)
Alıntı ile Cevapla
  #6  
Alt 23-10-2011, 01:24
kharon - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
kharon kharon isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
 
Üyelik tarihi: 26 Jul 2010
Bulunduğu yer: localhost
Mesajlar: 336
Standart

kilimanjaro´isimli üyeden Alıntı Mesajı göster
Bu itibarla, Osmanlı’nın 1299 yılında Osman Gazi ile başlayıp dördüncü Mehmet Vahidettin ile noktalanan...
sn.kilimanjaro,

Vahidettin 6.Mehmet'tir, 4.Mehmet (Avcı Mehmet) 1693'e kadar tahtta kamıştır, Osmanlı'nın ömrünü kısaltmışsınız

17.inci yüzyılın sonlarından itibaren başlayan ve 20.nci yüzyılın ilk çeyreği ile noktalanan çöküş sürecini etkileyen olayları ve bu olayları tetikleyen temel faktörel olguları ortaya koymak gerekir.
Bence bunun için Osmanlı'nın millet sistemini ve Osmanlıcılık akımının ne olduğunu tanımlamak gerekir, ilk fırsatta bu millet kavramını yazarım, önemli bir konu bence.

Saygılar

Ne kadar az bilirseniz, onu o kadar şiddetle savunursunuz. B.Russell

Konu kharon tarafından (23-10-2011 Saat 01:36 ) değiştirilmiştir.
Alıntı ile Cevapla
  #7  
Alt 24-10-2011, 19:32
kilimanjaro kilimanjaro isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
 
Üyelik tarihi: 03 Oct 2011
Bulunduğu yer: Mersin
Mesajlar: 100
Standart

Sn. kharon;
Öncelikle "6.ncı Mehmet Vahidettin..." uyarısı için size teşekkür borçluyum.
Ne kadar dikkat ederseniz edin, beşyüz küsur sayfalık bir kitapta bu tür yanlışlıklar her zaman olabilmektedir.
Basılı kitaplarım için bu yanlışlığı düzeltme şansım yok. Ancak, genişleterek kaleme aldığım "Tabuların Gölgesinde" nin ikinci baskısı için gereken düzeltmeleri yapacağım.
Sevgili kharon, siz de bilirsiniz ki, Osmanlı etnisiteye değil, ümmetçiliğe dayalı bir devlet idi. Bu itibarla teb'a, ırk farklılıkları dikkate alınmaksızın sadece müslüm - gayrimüslüm olmak üzere iki ayrı kimlik altında toplanmakta idi. Dolayısıyla, Osmanlı'da "millet" kavramı diye bir kavramdan söz edemeyiz.
Sözünü ettiğiniz "Osmanlıcılık" akımı, imparatorluğun çöküş döneminde Tanzimat Fermanının ardından başlatıldı. Avrupanın yükselen değeri "milliyetçilik" akımlarına karşı imparatorlukta birlik bütünlüğü sağlamak amacıyla başlatılan, bilahare meşrutiyetin ilanı ve meclis-i mebusanın açılmasıyla siyasi ve hukuki altyapısının da hazırlandığı bir harekettir ki, 1877 Osmanlı-Rus savaşı ile büyük darbe yedi. 1908 Balkan savaşı ile de "Osmanlıcılık" tümüyle ortadan kalktı.
"Osmanlı Üzerine", "Tabuların Gölgesinde" adlı kitabımın 30 ana başlık altında topladığım bölümlerden sadece biridir. Osmanlı'nın 6 asırlık geçmişinde yer alan tarihi olayları kronolojik bir sıralama ile ortaya koyan "tarih" hükmünde bir yapıt değildir. Daha çok geçmişin muhasebesini nedenleri ve sonuçları itibariyle ele alan felsefi bir dille kaleme aldığım mütevazi bir eserdir.
Saygılarımla...
Alıntı ile Cevapla
  #8  
Alt 24-10-2011, 20:20
ozgur_beyin - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
ozgur_beyin ozgur_beyin isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Kıdemli Üye
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
 
Üyelik tarihi: 07 Sep 2006
Mesajlar: 5.929
Standart

sevgili klimanjaro eğer yanlış anlamıyorsam eleştirilere kapalı birisin .
uğraşın için tebrik ederim. osmanlı üzerine 500 sayfa yazabilmek büyük iştir.
benim merak ettiğim tarihle ilgili bir akademisyen kimliğin varmı? yoksa ne gibi tarihi eğitimin var.
biliyorsun türkiyede osmanlı tarihi denince,akla ilk gelen HALİL İNALCIK hocadır.
son kitabı devleti aliyyede osmanlının kuruluşunu . 1302 olarak tarihlemiştir.
sen ise osmanlının kuruluşunu klasik tarih olan1299 olarak almışsın.
demekki osmanlıyı yazarken hep klasik anlatımlaı sende kabullenmişsin
sevgili arkadaşım. osmanlının ilk 200 yılı bilinmez etrafındaki devletlerin tarihçilerinin sayesinde biliriz.
bu kitabının en önemli yanı osmanlıdaki tabuları açıklamakmı ? yoksa osmanlıyı anlatmakmı
açıklarsan sevinirim. eğer tarihe meraklıysanki öyle görünüyor.
çağdaşı ve avusturya macaristan imparatorluğunu araştırman gerekir.
osmanlı bir dsin devleti değildi . devlete kafa tutmayan hiç bir dini(islami) akımı tepelememiştir

sorun cahil olman değil , kendini alim sanman
Alıntı ile Cevapla
  #9  
Alt 24-10-2011, 21:31
kharon - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
kharon kharon isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
 
Üyelik tarihi: 26 Jul 2010
Bulunduğu yer: localhost
Mesajlar: 336
Standart

sn.kilimanjaro,

Osmanlı'da millet kavramı vardı ama bugün kullanıldığı gibi değildi, sizin de söylediğiniz gibi milletler din ve mezheplere göre ayrılıyordu,ör:1828 Ermeni tehciriyle taşraya sürgün edilen Katolik Ermeniler, 1829 Rus harbi sonrası savaştaki başarıları sebebiyle ayrı bir millet olarak tanınmıştır.

Osmanlıcılık devlet politikası olarak uygulanmış, gayrimüslümlerin bu politikaları samimiyetsiz bulmuş, (Mustafa Reşit Paşa devletin asli özelliklerinden taviz verilmemesi gerektiğini söylemiştir) devlet eski gücüne kavuştuğunda verdiği hakları geri alacağını düşündükleri için yapılan düzenlemeleri ciddiye almamışlar, Balkan Savaşı sonrası Osmanlıcılığa gerek kalmamış ve yerini İttihat ve Terakki nin milliyetçilik politikası almıştır.

Osmanlı devleti bu süreci çağdaşlarına göre daha hoşgörülü ve ikna yoluyla aşmayı denemişse de başarılı olamamış.



sn.kilimanjaro,
Kitabınızın tarih hükmünde bir yapıt olmadığını yazmışsınız, felsefi dille kaleme aldım demişsiniz, sn.özgür_beyin ilk iletisinde tarih ve felsefeyi nasıl bir araya getirdiğinizi sormuş, bende aynı soruyu tekrar etmek istiyorum,felsefesiz tarih olmaz diyenlerdenmisiniz ?

500 sayfa yazabilmek ciddi emek ister, bunun için ayrıca tebrik ederim.

Saygılar

Ne kadar az bilirseniz, onu o kadar şiddetle savunursunuz. B.Russell
Alıntı ile Cevapla
  #10  
Alt 25-10-2011, 23:29
kilimanjaro kilimanjaro isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
 
Üyelik tarihi: 03 Oct 2011
Bulunduğu yer: Mersin
Mesajlar: 100
Standart

Sevgili özgür beyin,
Sevgili
Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Önerilen Siteler


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
..:: OSMANLI iMPARATORLUGU ::.. ReS Tarih 40 17-10-2011 16:32
EVREN-TANRI ÜZERİNE... Niye var? berguzar Felsefi Tartışmalar 5 15-03-2011 19:09
Bir Osmanli Tokati -InVi- Konu-dışı 9 04-09-2008 01:00
ATEİZM VE ÇIKMAZLARI ÜZERİNE tewderi İslam 1 29-01-2007 12:10
TOPİC KİRLİLİĞİ/KALABALIKLIĞI ÜZERİNE Mutezile Servis Şartları & Site Duyuruları 6 27-08-2006 03:38

Yetkileriniz
Yeni Mesaj yazma yetkiniz Aktif değil dir.
Mesajlara cevap verme yetkiniz aktif değil dir.
Eklenti ekleme yetkiniz aktif değil dir.
Kendi Mesajınızı değiştirme yetkiniz Aktif değildir dir.

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-KodlarıKapalı

Gitmek istediğiniz forumu seçiniz


Bütün Zaman Ayarları WEZ +3 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 00:31 .