Turan Dursun Sitesi Forumları
Geri git   Turan Dursun Sitesi Forumları > Felsefe > Etik, Estetik, Sanat, Politika, Bilim & Eğitim > Psikoloji

Cevapla
 
Başlık Düzenleme Araçları Stil
  #1  
Alt 26-12-2017, 16:36
"ictenlik" - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
"ictenlik" "ictenlik" isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
 
Üyelik tarihi: 22 Aug 2017
Mesajlar: 3.069
Standart Erich Fromm "Kendini Savunan İnsan" ve diğer Eserlerinden Alıntılamalar

Burada E.Fromm'un "Kendini Savunan İnsan" ı başta olmak üzere mümkünse diğer eserlerinden de, internette bulabildiğim ve tarayabildiğim ölçüde satırbaşları ve örneklemeler sunmak ve alıntılamalar yapmak istiyorum.

Fromm; çözümlemelerini okuduğumda benim sevdiğim, içtenlik bulduğum ve tamamlama/tamamlanma (ve açılımlanma ve) yönünde istek ve çekim duyduğum bir çözümlemeci ve içeriklendirmeci idi.
Sanırım psikoloji alanında kavramsal temasım birikimim ya da akademik deneyimim/temasım ve okumam vb olmadığı için ya da çok yetersiz kalacağı için bunu yapamam ancak yine de bireysel ölçütte eklemeler/katkılar sunabilirdim

(Aşağıdaki çeviride kullanılan ruhbilim kavramı yerine psikoloji (ya da insanın psikolojik -bütünsel- incelenmesi vb.) kavramı önerilebilecek olup okuyucuların bu kavramı esgeçmesini önereceğiz. Aslına bakarsak bu belki de daha geniş bir tartışmanın konusudur ancak bildiğimiz ve anladığımız kadarıyla (usbilim dışında kaba ve görece bir tanımda) bu kavram, insanın duygu düşünce bütünlüğü/etkenliği ve bunun sağlığı-çevresel uyumluluğu ve kişinin genel zihinsel mental tutumu ve bütünlüğüyle (ve sosyal yaşamla ilişkileri, etkileşimi ve iletişimleriyle) birlikte bunun dünyayla uyumuyla (ve bunun sağlıklılığıyla vb.) ilgilenmektedir. Bunun dışında bahsi geçen kavramdan kasıt, sonuçta her ne olursa olsun, insan sağlığı ve duygusal yaşamsal, ilişkisel düzenleme ve sağaltımdır.)

Kendini Savunan İnsan Önsözünden ...

Bu kitap, pek çok bakımlardan, içinde çağdaş insanın kendinden ve özgürlüğünden kaçışını çözümlemeye çalıştığım özgürlükten Kaçış (Escape from Freedom) adlı kitabımın bir devamıdır. Bu kitapta insanın kendini ve yeteneklerini gerçekleştirmesine yol açan ahlak felsefesi (etik) sorununu, kuralları ve değerleri ele alıyorum.

Okuyucuların çoğuna bir psikanalistin ahlak felsefesi (etik) sorunları ile uğraşması, özellikle ruhbilimin/psikolojinin yalnız yanlış ahlaksal yargıların putlarını kırmakla kalmayıp bundan da öte nesnel ve geçerli davranış kuralları için bir temel olması gerektiğini savunması şaşırtıcı gelebilir. Bu tutum günümüz çağdaş ruhbiliminde egemen olan ve etik görecilikten yana olup «iyilikten» çok «uyarlamayı» vurgulayan eğilimin tam karşıtıdır. Uygulamacı psikanalist olarak
geçirdiğim deneyler, ister kuramsal ister sağaltıma (tedaviye) ilişkin olsun, etiğin sorunlarının, kişiliğin incelenmesi savsaklanarak çözümlenemeyecekleri konusundaki görüşümü pekiştirdi.

Ruhbilimin/psikolojinin ahlak felsefesinden (etikten) ayrılması, görece yakın bir tarihte gerçekleşmiştir. Bu kitaptaki görüşleri yapıtlarına dayanarak temellendirdiğimiz geçmiş dönemlerin büyük insancı (hümanist) etikçileri, hem filozof hem de ruhbilimciydiler. Onlar insan doğasını anlamakla insan yaşamının kural ve değerlerini anlamanın birbirine bağlı olduğuna inanıyorlardı. Oysa Freud ve Okulu usdışı değer yargılarının putlarını kırmakla hernekadar etik düşüncenin gelişmesine değerli bir katkıda bulunmuşsa da değerlere karşı göreci bir tutum takınmakla, yalnız etik kuramın gelişmesinde değil, ruhbilimin kendi gelişmesinde de olumsuz bir etki yapmıştır.
Psikanaliz içinde bu eğilimi benimsemeyen önemli düşünürlerden biri C.G. Jung'tur. O, ruhbilim ve psikoterapinin (ruhsal sağaltım) insanın ahlaksal ve felsefi sorunlarıyla bağlantılı olduğunu kabul ediyordu.

"Tektanncı Batı dinlerinin olduğu kadar Hindistan ve Çin'deki büyük dinlerin de gücünü doğrulukla (hakikatle) ilgilenmeleri ve dizgelerinde dile getirdiklerinin doğru olduğunu öne sürmeleri oluşturuyordu. Bu kam çok kez başka dinlere karşı yobazca bir hoşgörüsüzlüğe neden olurken aynı zamanda o dinin hem yandaşlarına hem de karşıtlarına benzer bir doğruluk (hakikat) saygısı aşıladı. "

Ruhbilim/(insanın psikolojik incelenmesi) felsefeden ve etikten ayrılamayacağı gibi toplumbilim ve ekonomiden de ayrılamaz. Bu kitapta ruhbilimin felsefi sorunlarını vurgulamaya yönelmiş olmam sosyo-ekonomik etkenlerin daha az önemli olduklarına inandığım anlamına gelmiyor.

Burada küçük bir uyarıda bulunmam gerekiyor. Günümüzde insanların çoğu ruhbilime ilişkin kitapların kendilerine «mutluluğu» ya da «ruh huzurunu» nasıl elde edecekleri konusunda reçeteler vereceğini umuyorlar. Bu kitap bu türden öğütleri içermemektedir. Bu kitap ahlak felsefesi ve ruhbilim sorununu aydınlatmak için kuramsal bir girişimden ibaret olup amacı, okuyucuyu yatıştırıp dinginleştirmekten çok, kendi kendisini sorgulamaya yöneltmektir.
Aslında daha da aslına bakarsak (Fromm'u ve Fromm çözümlemeciliğini/yapıcılılığını ben yani ) Fromm bana kalırsa Marks ve (arkadaşlarının) diğerlerinin sosyal ve ekonomik yapı çözümlerinin yapısalcılığını ve yapısal dinamiklerini bu alanda (psikoloji ayağında) sürdürmek kurmak -genişletmek- ve tamamlamak (istemiş ve bu alanda çırpınmış ve tüm bunları tarihsel çabayla birlikte bütünlemek istemiş (tarihsel olarak henüz yeterince anlaşılamamış ve el atılmamış ve bu alanda tanıtlanmak istemiş) bir yapıcı/yapılandırmacı olarak görüyor ,tanıtlıyor ve algılıyorum.
Aslında Marksizm denilene (vb.lerine) eksik olduğunu düşündüğü bir ayak (ve düşünce halkası/düşünce girişimi) çakmaya/eklemlemeye girişmiş gibi.

ve yani bu halihazır da tarihsel kozmik bir şaka gibi gelebilir ancak Marksizm vb. denilenin de Fromm okunmadan ve Fromm'a el atılmadan boşluklu varolacağını ya da eksik çözünüp/çözümlenemeyeceğini ve ya da tanımlanma tamamlanma noktasında boşluklar ihtiva edeceğini yorumlayacağız.

Aslında benim gözlemimden bakarsak ve bakacak olursak, Fromm; ekolünü/çözümlemelerini Marksist uzantı kimliğiyle hatta daha açık ve geniş deyimle Das Kapital eki ve uzantısı görünümünde benzer ekolün okuyucularına (armağan etmiş ve hazırlamış ve) sunmuş (tarihsel bir boşluğu gidermiş ya da doldurmayı ummuş ya da Marksizm ekolünün boşluk, saldırı ve açık noktalarını kendince sıvamış/yamamış ve ek girdiler üretmiş gibi) gözüküyor.

bu yorumumu ve yorumlamlarımı ben, yazarın, okuyucu ve hedef kitle seçimi ve bizatihi yazma çabasını ve yazma güdüsünü yapılandırış ve sunuş biçiminden kişisel bir yorumlamayla (yapıyor ve) çıkarıyor olacağım.. Yazar kendi ölçütünde Marksistlere su taşıyor...bunu ben söyleyebilirdim...

İçtenlik yazıları ve yazarlığı açık/özgür kaynak kodlu yazılım mantığının ve duygusunun tam aynını paylaşarak, mülkiyetsiz, anonim, yazarca sahiplenilmeyen, isteyenin istediği gibi izinsiz alıp dağıtıp çoğaltabileceği ve isterse kendi geliştirebileceği, katabileceği imzasız yazımlar olma felsefesi taşır. Özel olarak kaynak kişi alıntı kaynağı belirti tutulmamışsa yayımsız basımsızdır. İnternette yazılmıştır. Dileyen kullanır.

Konu "ictenlik" tarafından (26-12-2017 Saat 17:24 ) değiştirilmiştir.
Alıntı ile Cevapla
  #2  
Alt 26-12-2017, 18:02
"ictenlik" - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
"ictenlik" "ictenlik" isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
 
Üyelik tarihi: 22 Aug 2017
Mesajlar: 3.069
Standart Bölüm I- SORUN

Son birkaç yüzyılda (insan olmaktan duyulan) bir onur/gurur ve iyimserlik ruhu, Batı kültürünün ayırıcı bir özelliği olmuştur. İnsanın doğayı anlama ve ona egemen olma aracı olan us'tan gurur duyulmuş; insanlığın en tatlı umutlarından biri olan «çok sayıda insan için en çok mutluluğu sağlama» işinin başarılacağı konusunda iyimserlik üretilmiştir. İnsanın gururu haklı çıkarılmıştır. O, usu aracılığıyla içindeki gerçeklikler düşlerdeki, masallardaki ve ütopyalardaki imgelerden daha üstün olan bir özdeksel/maddi dünya kurmuştur. Ayrıca insan ırkına onurlu ve üretken bir varoluş için gerekli olan özdeksel koşulları sağlayıp güvence altına alacak fiziksel güçleri işe koşmaktadır. İnsan, hernekadar henüz amaçlarının çoğuna erişemediyse de artık bu amaçlara yaklaşıldığı ve -geçmişin sorunu olan- üretim sorununun ilkece çözülmüş olduğu konusunda kuşkuya yer yoktur.

İnsan, tarih boyunca ilk kez şimdi, insan ırkının birliği ve doğanın insan uğruna fethedilmesi düşününü artık bir düş olarak değil de gerçekçi bir olanak olarak algılayabilmektedir. Acaba, o, gurur duymakta kendine ve insanlığın geleceğine güvenmekte haksız mıdır?

Buna karşın, çağdaş insan bir tedirginlik ve giderek artan bir aşkınlık duygusunu yaşamaktadır. Çalışmakta, çabalamakta ama belirsiz bir şekilde, etkinliklerinin yararsız olduğu duygusuna kapılmaktadır. Madde üstündeki gücü artarken kendi bireysel yaşamında ve toplumda kendini güçsüz hissetmektedir. İnsan doğaya egemen olmak için yeni ve daha iyi araçlar yaratırken bu araçların ağına düşmüş ve onlara anlam veren -asıl ereği- kendini yitirmiştir. Doğanın efendisi olma süreci içinde kendi ellerinin yapmış olduğu makinenin kölesi haline gelmişir. Özdeğe ilişkin tüm bilgisine karşın, insansal varoluşun en önemli ve temel sorunları konusunda bilgisizdir. Çünkü, insanın, ne olduğunu, nasıl yaşaması gerektiğini, içindeki sayısız güçlerin nasıl özgürleştirilebileceğini ve nasıl üretken bir şekilde kullanılabileceğini bilmemektedir.

Çağdaş insansal bunalım, siyasal ve ekonomik gelişmemizi başlatmış olan Aydınlanma düşün ve umutlarından vazgeçmemize yol açmıştır. Gerçek ilerleme düşünü artık çocukça bir yanılsama olarak adlandırılmakta onun yerine insana duyulan tam bir güvensizliği dile getiren yeni bir sözcük, «gerçekçilik» öğütlenmektedir. İnsana son bir kaç yüzyıldaki başarıları için kuvvet ve cesaret vermiş olan 'insan onuru' ve 'İnsanın gücü' düşününe insanın kesin güçsüzlüğü ve önemsizliği inancını yeniden benimsememiz gerektiği görüşü ile karşı çıkılmaktadır. Ama, bu görüş, kültürümüzün kendisinden kaynaklanmış olduğu asıl kökleri yoketme tehlikesini taşımaktadır.

Aydınlanma düşünleri insana, geçerli ahlaksal kurallar koyacak bir yol gösterici olarak kendi usuna güvenebileceğini; iyi'yi ve kötü'yü bilmek için kilisenin ne göksel esinlemelerine ne de yetkesine gereksinmesi olmadığını; bu konuda kendi kendisine dayanabileceğini öğretmişti.

Aydınlanma'nın «bilmeye cesaret et» deyip «bilgine güven» düşüncesini dile getiren savsözü, çağdaş insanın çeşitli çaba ve başarıları için bir uyarıcı olmuştu. İnsanın özerkliğine ve insan usuna ve göksel esinlenmenin yolgöstericiliğinden yoksun bırakılınca, ahlaksal bir kargaşa yaratmıştı. Bunun sonucu, değer yargılarının ve etik normların beğeni sorunları ya da keyfi seçimler olduklarını ve bu alanda nesnel geçerliği olan önermeler dile getirilemeyeceğini öne süren göreci tutumun binemsenmesi oldu. Ama insan, değerler ve normlar olmaksızın yaşamayacağına göre, bu göre-cilik onu kolayca usdışı değer dizgelerinin avı yapmaktadır. O, Grek Aydınlanmasının, Yeniden Doğuş'un (Rönesans) ve on sekizinci yüzyıl Aydınlanma'sının çoktan aşmış olduğu bir tutuma yeniden geri dönmektedir. Böylece, güçlü liderlerin büyülü nitelikleri, güçlü makineler ve özdeksel başarı için duyulan coşkunluk, insanın normlarının ve değer yargılarının kaynaklan olmuştur.

Bu işi böylece bırakacak mıyız? Din ve görecilik arasındaki seçeneğe razı olacak mıyız? Ahlak felsefesine (etik) ilişkin sorunlarda usun aradan çekilmesi görüşünü onaylayacak mıyız? Özgürlük ve kölelik, sevgi ve nefret, doğruluk ve yanlışlık, bütünsellik ve fırsatçılık, yaşam ve ölüm arasında yapacağımız seçimlerin yalnızca pek çok öznel tercihlerin sonuçları olduğuna inanacak mıyız?

Gerçekte bir başka seçeneğimiz daha var: Geçerli ahlaksal normlar yalnız ve yalnız insan usu tarafından oluşturulabilirler. İnsan, ustan türetilen tüm öteki yargılar kadar geçerli olan değer yargılan verme ve bu tür yargıları kavrayabilme yeteneğine sahiptir. İnsancı (hümanist) etik düşünce geleneği, insan özerkliği ve usuna dayanan değer dizgelerinin temellerini belirlemiştir. Bu dizgeler, 'insan için iyi ya da kötü'nün ne olduğu bilmek istiyorsak insan doğasını bilmek zorundayız' öncülü üstüne kurulmuşlardır. Onlar, bu nedenle, aynı zamanda ruhbilimsel araştırmalardır. Eğer insancı etik, insan doğası bilgisi üstünde temelleniyorsa, modern ruhbilim, özellikle de psikanaliz, insancı (hümanist) etiğin gelişmesi için en güçlü uyarıcıdır. Ama psikanaliz insana ilişkin bilgilerimizi büyük ölçüde arttırmış olduğu halde, insanın nasıl yaşaması ve ne yapması gerektiği konusundaki bilgilerimizi arttırmamış-tır.

Psikanalizin ana işlevi «putları kırmak», değer yargılarının ve etik normların usdışı -ve çok kez de bilinçdışı- istek ve korkuların ussallaştırılmış anlatımları olduklarını ve bu yüzden nesnel geçerlilik savında bulunamayacaklarını göstermek olmuştur. Bu putları kırma işlevi, kendi basma çok değerli bir işlev olduğu halde, salt eleştiri olmaktan öteye geçemediği zaman çok kısır kalmıştır. Ruhbilimi doğal bir bilim olarak kabul ettirme girişiminde bulunan psikanaliz, onu felsefe ve etiğin sorunlarından ayırmak gibi bir yanlışa düşmüştür. İnsana bütünlüğü içinde bakmadığımız takdirde insansal kişiliğin anlaşılmayacağı gerçeğini bilmezlikten gelmiştir. Söz konusu edilen insan bütünlüğü, onun varoluşunun anlamı sorusuna bir yanıt bulma ve kendilerine göre yaşamak zorunda olduğu normlar keşfetme gereksinmesini de içermektedir. Fre-ud'un «ruhbilimsel insanı» (homo psychologicus) en az klasik ekonominin «ekonomik insanı» (homo economicus) kadar gerçekçi-ol-mayan bir yapıdır. Değerin ve ahlaksal çatışmaların doğasını kavramadan, insanı ve onun duygusal ve düşünsel tedirginliklerini anlamak olanaksızdır. Ruhbilimin gelişmesi «doğal» olduğu öne sürülen bir alanı «tinsel»
olduğu öne sürülen bir alandan ayırmak ve dikkatleri ilkine toplamakla değil; insanı fiziksel-tinsel bütünlüğü içinde ele alan; insanın amacının 'kendi kendisi olmak' ve bu amaca erişmenin koşulunun 'insanın kendini savunması 'olduğuna inanan büyük insancı etik geleneğe geri dönmekle sağlanabilir.

Bu kitabı insancı etiğin geçerliliğini yeniden-evetlemek; insan doğasına ilişkin bilgimizin bizi etik göreciliğe götürmediğini; tersine, etik eylem normlarının kaynaklarının insan doğasında bulunabileceği inancına yol açtığını göstermek amacıyla yazdım. Ahlaksal normlar insanın doğuştan nitelikleri üstünde temellenirler. Bu normların çiğnenmesi düşünsel ve duygusal bölünmelerle sonuçlanır. Ben, olgun ve bütünleşmiş bir kişiliğin özyapısının, üretici özyapının «erdem»in temelini ve kaynağını oluşturduğunu; kötülüğün ise son çözümlemede, insanın kendi ben'ine kayıtsızlığı ve kendi-kendisini sakatlaması olduğunu göstermeye çalışacağım. İnsancı (hümanist) etiğin en yüksek değerleri, ne kendinden vazgeçme ne de bencillik değil; ama kendini-sevme; bireyin olumsuzlanması değil, ama gerçek insansal ben'inin onaylanmasıdır. Eğer insan, değerlere güvenecekse hem kendini hem de doğasının iyilik ve üreticilik konusundaki yeteneğini bilmek zorundadır.

İçtenlik yazıları ve yazarlığı açık/özgür kaynak kodlu yazılım mantığının ve duygusunun tam aynını paylaşarak, mülkiyetsiz, anonim, yazarca sahiplenilmeyen, isteyenin istediği gibi izinsiz alıp dağıtıp çoğaltabileceği ve isterse kendi geliştirebileceği, katabileceği imzasız yazımlar olma felsefesi taşır. Özel olarak kaynak kişi alıntı kaynağı belirti tutulmamışsa yayımsız basımsızdır. İnternette yazılmıştır. Dileyen kullanır.
Alıntı ile Cevapla
  #3  
Alt 26-12-2017, 18:27
"ictenlik" - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
"ictenlik" "ictenlik" isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
 
Üyelik tarihi: 22 Aug 2017
Mesajlar: 3.069
Standart BÖLÜM II İNSANCI AHLAK FELSEFESİ (HÜMANİST ETİK): YASAMA SANATININ UYGULAMALI BİL

I. Yetkeci Ahlak Felsefesine Karşı İnsancı Ahlak Felsefesi -

Eğer etik göreciliğin yaptığı gibi, nesnel geçerliliği olan davranış kuralları aramaktan vazgeçmezsek acaba bu türden normlar için ne gibi ölçütler bulabiliriz?

Bu ölçütlerin türü, normlarını incelediğimiz etik dizgenin tipine bağlıdır. Yetkeci (otoriter) etikteki ölçütler zorunlu olarak insancı (hümanist) etikteki ölçütlerden temelli bir şekilde farklıdır. Yetkeci etikte insan için neyin iyi olduğunu bir yetke (otorite) bildirir ve davranış kuralları ile yasalarını bu yetke koyar. İnsancı etikte ise insan kendisi, hem kural koyucu hem de bu kuralların öznesi olan kişidir. Bu yetkenin eleştirilmesi yalnızca istenmemekle kalmaz aynı zamanda yasaklanmıştır da. Ussal yetke, yalnız belli bir alandaki bilgi ve becerileri bakımından ayrılan yetke ile bu yetkeye boyun eğenin eşitliklerine dayanır. Usdışı yetke ise, kendi doğası gereği, eşitsizlik üstünde temellendiği gibi kendişi ile uyruğu (boyun eğeni) arasında değer bakımından bir ayrım olduğunu da dile getirir. «Yetkeci etik» teriminin kullanımında «yetkeci» sözcüğü güncel anlamında totaliter ve antidemokratik dizgelerin yetkeciliği ile anlamdaş olan bir yetkeyi gösterecek şekilde ele alınmaktadır. Okuyucu, bir süre sonra, İnsancı etiğin ussal yetke ile bir uyuşmazlığı olmadığını görecektir.

Biçimsel olarak, yetkeci etik insanın neyin iyi neyin kötü olduğunu bilme konusundaki yetisini yadsır. Norm koyucu, herzaman bireyi aşan, onun üstünde olan bir yetkedir. Böyle bir dizge, us ve bilgiye değil; yetke korkusuna, uyruğun zayıflık duygusu ile bağımlılığına dayanır. Karar verme işini yetkeye bırakma, yetkenin büyülü gücünün sonucudur. Onun kararları tartışma konusu yapılamaz ve yapılmamalıdır da. Maddi bakımdan ya da içeriğe göre, yetkeci etik neyin iyi ya da kötü olduğunu uyruğun değil, öncelikle yetkenin çıkarları aracılığıyla yanıtlar. Bu etik, uyruk ondan ruhsal ya da maddi bazı yararlar sağlasa bile, sömürücü bir etiktir. Yetkeci eğitin hem biçimsel hem de maddi yönleri çocukta etik yargının doğuşunda ve sıradan yetişkinin nahif değer yargılarında apaçık olarak görünür. İyi'yi kötü'den ayırdetme yetimizin temelleri, ilkin fizyolojik işlevlerle ilgi içinde, sonra daha karmaşık davranış sorunlarıyla ilgili olarak çocuklukta atılır. Çocuk, uslamlama yoluyla ayırdetmeyi öğrenmeden önce, iyiyi kötüden ayırdetme için bir duyu geliştirir. Değer yargıları, yaşamındaki önemli kişilerin gösterdikleri dostça ya da düşmanca tepkilerin sonucu şeklinde biçimlenir.

«İyi», kendisi için övüldüğümüz; «kötü» ise, yaptığımızda hoş görülmediğimiz ya da toplumsal yetkeler ve türdeşlerimizin çoğunluğunca cezalandırıldığımız şeydir. Beğenilmeme korkusuyla beğenilmek için duyulan gereksinmenin gerçekte etik yargının en güçlü ve hemen hemen herşeyi dışta bırakan güdümleyicisi olduğu görülüyor. Bu yeğin duygusal baskı, çocuğun sonra da yetişkinin bir etik yargıdaki «iyi»nin kendisi için mi yoksa yetke için mi «iyi» anlamına geldiğini eleştirel bir yaklaşımla sormasını engeller. Nesnellerle ilgili değer yargılarnı incelediğimizde bu yöndeki seçenekler daha açık seçik olarak görünürler. Bir arabanın ötekinden «daha iyi» olduğunu söylediğimde, burada «daha iyi» dediğim arabanın, bana ötekinden daha çok yararlı olduğu için, bu şekilde nitelendiği kendiliğinden apaçıktır. İyi ya da kötü, bir nesnenin benim için yararlı olup olmadığını gösterir. Eğer köpeği olan biri, köpeğinin «iyi» olduğunu düşünüyorsa o gerçekte köpeğindeki kendisi yönünden yararlı olan belli bazı nitelikleri gösteriyordur. Örneğin, onun bir bekçi köpeği, bir av köpeği, ya da bir süs köpeği olarak sahibinin duyduğu bir gereksinmeyi giderdiğini dile getiriyordur. Bir şey, eğer onu kullanan kimse için iyi ise, iyi diye adlandırılır. Aynı değer ölçütü, insan sözkonusu olduğunda da kullanılabilir. İşveren, işverdiği kişi kendisi için yararlı olduğunda onu iyi diye niteler. Öğretmen, öğrencisi uysal, sorun çıkarmayan ve kendisine saygınlık kazandıran biri olduğunda onu iyi diye adlandırır. Aynı şekilde bir çocuk da uslu ve itaatkâr olduğu zaman iyi diye nitelenir. Oysa, «iyi» çocuk, yalnızca ana-babasının istençlerine boyun eğerek onları hoşnut etmeye çalışan korkmuş ve güvensiz biri olabileceği gibi, «kötü» çocuk da anababasının hoşuna gitmese bile kendi istenci ve içten ilişkilerine göre eylemde bulunan biri olabilir. Açıkça görüldüğü gibi, yetkeci etiğin biçimsel ve özdeksel yönleri birbirinden ayrılamaz. Eğer yetke uyruğu sömürmeyi istemeseydi korkutarak ve duygusal yönden boyun eğdirterek yönetme gereksinmesini duymayacak; kendisinin yetersiz bulunması tehlikesini göze alarak ussal yargı ve eleştiriyi yüreklendirecekti. Ama kendi çıkarları tehlikeye girdiği için yetke, boyun eğmenin en büyük erdem, başkaldırının ise en büyük suç sayılmasını ister. Yetkeci etikte bağışlanamayan suç, başkaldırma ve yetkenin kural koyma hakkıyla koyduğu kuralların uyruklar için en yararlı kurallar olduklarına ilişkin görüşü sorgulamadır. Suç işleyen birinin cezalandırılmasını kabul etmesi ve suçluluk duygusu duyması, ona yeniden «iyilik» niteliğini kazandırabilir. Çünkü, o böylece yetkenin üstünlüğünü kabul etmiş olduğunu dile getirmektedir.

https://fatimekerimli.files.wordpres...n-insan-tr.pdf

İçtenlik yazıları ve yazarlığı açık/özgür kaynak kodlu yazılım mantığının ve duygusunun tam aynını paylaşarak, mülkiyetsiz, anonim, yazarca sahiplenilmeyen, isteyenin istediği gibi izinsiz alıp dağıtıp çoğaltabileceği ve isterse kendi geliştirebileceği, katabileceği imzasız yazımlar olma felsefesi taşır. Özel olarak kaynak kişi alıntı kaynağı belirti tutulmamışsa yayımsız basımsızdır. İnternette yazılmıştır. Dileyen kullanır.
Alıntı ile Cevapla
  #4  
Alt 26-12-2017, 18:52
"ictenlik" - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
"ictenlik" "ictenlik" isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
 
Üyelik tarihi: 22 Aug 2017
Mesajlar: 3.069
Standart Nesnelci Ahlak Felsefesine Karşı Öznelci Ahlak Felsefesi

Eğer insancı etik ilkeyi kabul edersek insanın nesnel geçerliliği olan normativ ilkelere ulaşma konusundaki yeteneğini yadsıyan düşünürleri nasıl yanıtlayabileceğiz?

Gerçekte, insancı etik akımlardan biri, bu karşı çıkışı haklı görmekte ve değer yargılarının hiçbir nesnel geçerlikleri olmadığını; ancak, bireylerin keyfi seçim ya da hoşnutsuzluklarını dile getirdiğini onaylamaktadır. Bu görüş açısına göre, örneğin «özgürlük, kölelikten daha iyi bir şeydir» önermesi hiçbir nesnel geçerlilik taşımayan, yalnızca bir beğeni ayrımını betimleyen bir önermedir. Bu anlamında «değer», «istenen her iyi şey» diye tanımlanmakta ve isteğin ölçüsü değer değil, değerin ölçüsü istek olmaktadır. Bu türden köktenci bir öznelcilik, kendi özü gereği, etik normların evrensel ve tüm insanlara uygulanabilir olmaları gerektiği düşüncesi ile uyuşamaz. Eğer, insancı etiğin biricik türü bu öznelcilik olsaydı, etik yetkecilikle genel geçer normlara ilişkin tüm savlardan vazgeçme arasında bir seçim yapma durumuyla karşı karşıya kalacaktık.

Etik hazcılık, nesnelik ilkesine tanınan ilk ayrıcalıktır. Bu görüş, hazzın insan için iyi, acının ise kötü olduğunu öne sürmekle istekleri kendisine göre değerlendirebileceği bir ilke sağlamaktadır. Bu ilke, 'ancak doyurulmaları hazza neden olan istekler değerlidir; ötekiler değildir' demektedir. Ama, Herbert Spencer'in hazzın dirimbilimsel (biyolojik) evrim süreci içinde nesnel bir işlevi bulunduğu savına karşın, haz bir değer ölçütü olamaz. Çünkü, öyle insanlar vardır ki özgürlükten değil, boyun eğmekten hoşlanırlar. Yine öyleleri vardır ki
sevgiden değil, nefretten; üretici emekten değil, sömürüden haz duyarlar. Bu nesnel bakımdan zararlı olandan haz duyma olayı, nevrotik özyapılara (karakterlere) özgü bir olay olup psikanaliz tarafından enine boyuna incelenmiştir. Bu soruna özyapıyı tartışırken ve mutluluk ile hazzı ele alan bölümde yeniden geri döneceğiz.

Epikuros tarafından ileri sürülmüş olan hazcı ilkenin değiştirilmesi, daha nesnel bir değer ölçütü bulma yönünde atılan önemli bir adımdı. Epikuros karşılaştığı güçlüğü hazzın «daha yüksek» ve «daha aşağı» düzeyleri arasında bir ayrım yaparak çözümlemeye çalışmıştı. Böylece, hazcılığın kendine özgü güçlükleri olduğu kabul edilmişti bir girişim olarak kalmıştı. Buna karşın, hazcılığın yine de büyük değer taşıyan bir yanı vardır; Bu görüş, insanın kendi haz ve mutluluk yaşantısını değerin tek ölçütü sayar. Böylece, insana kendisi için en iyi olduğu söylenen şey hakkında düşünme fırsatı vermeksizin «insan için en iyi olanın ne olduğunu» belirleyen bir yetkeye sahip olma girişimlerinin tümünü dıştalar. Hazcı etiğin, Grek dünyasında, Romada, Modern Avrupa ve Amerikan kültüründe insanın mutluluğuyla gerçekten ve tutkuyla ilgilenen ilerici düşünürlerce savunulmuş olması, bu yüzden pek şaşırtıcı değildir. Ama, değerli olan yanlarına karşın, hazcılık, nesnel geçerliliği olan etik yargıların temelini oluşturamazdı. Öyleyse, insancılığı seçtiğimizde acaba nesnelcilikten vazgeçmemiz mi gerekecektir? Ya da acaba insanın tüm insanlar için nesnel geçerliliği olan eylem kuralları koyup değer yargılan vermesi hem de bunu insanı aşan bir yetkenin değil de, insanın kendisinin yapması olanağı var mıdır? Ben bunun gerçekten olabileceğine inanmaktayım ve şimdi bu olanağı betimleme girişiminde bulunacağım.

İlkin şunu unutmayalım ki «nesnel bakımdan geçerli», «saltık»la özdeş değildir. Örneğin, bir olasılık, bir kestirim anlatımı ya da herhangi bir varsayım hem «geçerli» hem de «göreli» olabilir. Göreli olması, sınırlı kanıtlara dayandırılmış ve eğer olgular ya da yöntemler buna izin verirse gelecekteki düzeltimlerin konusu olması anlamındadır. Saltık'ın karşıtı olarak göreli kavramı, tanrıbilimsel düşünceden kaynaklanmaktadır. Tanrıbilimsel düşüncede göksel bir
alan olarak «saltık», insanın yetkinsiz alanından ayrılmıştır. Saltık kavramı, bu tanrıbilimsel bağlamı dışında anlamsızdır ve etikte de genel bilimsel düşüncede olduğu kadar az bir yeri vardır. Ama biz bu noktada anlaşsak bile, etikte nesnel geçerlilikte önermeler bulunmasının olanaksızlığını dile getiren ana karşı-çıkış hâlâ yanıtlanmayı beklemekte. Bu karşıçıkışa göre, «olguların» değerlerden» açık seçik bir şekilde ayırdedilmeleri gerekmektedir. Kant'tan beri, ancak olgulara ilişkin nesnel geçerliliği olan önermeler yapılabileceği; değerlere ilişkin önermelerin nesnel geçerliliği olamayacağı yaygın bir şekilde savunulmuş ve değer önermelerini dışta bırakmanın, bilimsellik ölçütlerinden biri olduğu öne sürülmüştür. Ama biz, sanatlarda nesnel geçerliliği olan kurallar koymaya alışkınız. Bu kurallar, olguların gözlemlenmesinden ya da çok sayıda matematiksel çıkarım aracılığıyla kurulmuş olan bilimsel ilkelerden sonuç olarak çıkarılırlar. Hernekadar fiziksel ve dirimbilimsel bilimlerde bile onların nesnelliklerini bozmayan kural koyucu bir öge işe karışıyorsa da salt ya da «kuramsal» bilimler, olguların ve ilkelerin bulgulanmasıyla ilgilenirler. Uygulamacı bilimler ise, öncelikle şeylerin kendilerine uygun olarak yapılması gerektiği eylemsel kurallarla ilgilenirler. Buradaki gereklilik, olguların ve ilkelerin bilimsel bilgisi aracılığıyla belirlenir. Sanatlar, özgül bilgi ve
beceriyi gerektiren etkinliklerdir. Bazıları yalnız herkesçe bilinen bilgileri gerektirirken, mühendislik ya da tıp sanatı gibi başka bazı sanatlar, büyük ölçüde kuramsal bilgi gerektirirler. Tüm sanatlarda kuramsal bilime dayanan eylem (uygulama) ' kuramını nesnel geçerliliği olan bir kurallar dizgesi oluşturur. Her sanatta yetkin sonuçlara ulaşmanın çeşitli yöntemleri olabilir ama kurallar, hiçbir zaman keyfi değildir.

Sanatlar yalnız tıb, mühendislik ve resimden ibaret değildir. Yaşamın kendisi de bir sanattır. Gerçekte, insanın uygulayacağı en önemli, aynı zamanda en güç ve karmaşık sanattır. Bu sanatın konusu, şu ya da bu uzmanlaşılmış uygulama olmayıp yaşama. Bununla birlikte, «sanat»ın bu kullanımı «yapmak» ve «eylemek» terimlerini birbirinden ayıran Aristoteles'in terimler dizgesine karşıttır. uygulaması; insanın yetenekli olduğu şeye doğru gelişmesi sürecidir. Yaşam sanatında insan, hem sanatçı hem de sanatının objesidir. Bu sanatda o, hem yontucu hem mermer; hem doktor hem de hastadır. «İyi»yi insan için iyi, «kötü»yü insan için kötü olanla anlamdaş kabul eden insancı ahlak felsefesi, insan için neyin iyi olduğunu bilmek istiyorsak, insan doğasını bilmemiz gerektiğini öne sürer. İnsancı etik, kuramsal «insan bilimi» üstünde temellenen «yaşamamsanatının» uygulamalı bilimidir. Başka sanatlarda olduğu gibi, burada da insanın yetkin başarıyamulaşması insanbilime ilişkin bilgilerine, becerisine ve uygulamalarına bağlıdır. Ama insan, kuramlardan ancak belli bir etkinliği seçmiş olması ve belli bir ereğe ulaşmayı istemesi öncülüne dayanarak kurallar çıkarabilir.

Dokumanın İkinci ve Başka Bir linki

İçtenlik yazıları ve yazarlığı açık/özgür kaynak kodlu yazılım mantığının ve duygusunun tam aynını paylaşarak, mülkiyetsiz, anonim, yazarca sahiplenilmeyen, isteyenin istediği gibi izinsiz alıp dağıtıp çoğaltabileceği ve isterse kendi geliştirebileceği, katabileceği imzasız yazımlar olma felsefesi taşır. Özel olarak kaynak kişi alıntı kaynağı belirti tutulmamışsa yayımsız basımsızdır. İnternette yazılmıştır. Dileyen kullanır.
Alıntı ile Cevapla
  #5  
Alt 26-12-2017, 19:32
"ictenlik" - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
"ictenlik" "ictenlik" isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
 
Üyelik tarihi: 22 Aug 2017
Mesajlar: 3.069
Standart İnsanın ölüm sorunsalı ortaya koymasının kritiği

-ekleyenin notu ve yorumu-
(Yukarıda bazı alıntıları alıntı baloncuğu içerisine almayı unuttuğum için ayrıca bu uyarıyı yapıyorum)

Sanırım bu eseri aşağıda sunacağım bir kaç alıntılama için getirdim ve paylaştım.
Burada insanın özerk/bağımsız ya da otonom ve doğaüstü varoluşunun ve bu varolma biçiminin (ya da kendini ve varlığını böyle konumlamasının ve tanımlamasının amansızlığı yani) ölümlülüğü (/sınırlılığı ve bitimliliği) ikileminin ve bunun farkında oluşun kendini gerçekleştirme denilen ile hep çatıştığı, çeliştiği benzeri bir yorumlama var.
ve en çok bunu tartışmak/paylaşmak ya da yoruma sunmak/getirmek istiyordum..
tartışmayı da bu yüzden başlattım. başlığı da bu yüzden açtım. aşağıda getireceğim alıntılamalar bütünü için..

Sanırım kabaca burada diyor ki ya da demek istiyor ki;
İnsan doğa karnından bölünmüş ve üstelmiş bir ayrık varlık olarak (ya da doğa ayrık varoluşsal kesim/kesit olarak, bağımsız bağım ve otonom, doğadışı ya da doğa üstü bir varlık ve varoluş biçimi olarak kendini görmekte ve doğadan/tüm diğer varolumdan kendini sıyırmakta/özerklemekte ve kendini bulunduğu doğanın dışı ve üstü bir varlık ve varoluş biçimi olarak tanımlamakra ve kendini üstel ileri bir varlık olarak addetmekte ve görmekte) ve kendini böyle tanımlamakta ve bilmektedir. Ve bu şey de ölümlüdür. İnsanda bunun, ölümlüğünün ve bu sınırlamanın da farkında ve bilişindedir.

ve bu durum (insan denenin) varoluşunu resmen bir cehenneme ve hapishaneye çevirir çünkü ölüm-ü vardır. ölümlülük vardır ve isnan bunun farkındadır ve bu bir bir ikilemdir/çatışmadır.
Kendini doğaya tanrısallayan bir ölümlüden sözediyoruz.

Yanlış yorumluyorsam düzeltelim.
Ve buradan yapılan yorumlama insanın temel sorunu temel varoluş sorununu ya da sorunlarında bir kaçını ortaya sermektedir.

Alıntıları ortaya koymadan önce şunu diyebilirim o halde

İnsanın ölüm sorunsalı ortaya koymasının kritiği
ya da insanın kendini ölümlü addetmesi ile birlikte doğa bağ ve tüm doğa içiçelik bağ vb. (aslıdan tüm diğer varlık/varlık ve varoluş bçimi) yadsınıyor mu? Yani bunda insanın kendini özerklemesinin ve yüksek addetmesinin payı ve ikilemi mi var?
İnsanın buna ve bunlara vermesi gereken cevap-lar ne-lerdir?

İnsanın ölüm sorunsalı ortaya koymasının ardında;
İnsan diğer varoluştan ve diğer varolandan (varlıktan/varıldan ayrıt bir biçimde) özerk ve hatta bağımsız, kısır ve kısıtlı bir ben/ben biliş ortaya koyması sorunsalı mı vardır? bu sorunsal mıdır? değil midir?

Özerklik/otonomluk ya da müstakillik denilenin doğaya göre doğaiçi konumlamasında mı ve bunun algısında (algı biliş yapılandırmasında) mı bir problem var? ölüm denende mi? ölüm denen olgu da mı?
Ölüm denen olgu doğaya göre bir problematik midir?

Gerçekte; gözlem bunu (ölüm olgusunu bir sorunsal olarak ortaya koymayı ve buna yönelik bilgi genişletmeyi ve üretmeyi) doğruluyor gibi oysa bu bir bilgi ve kanı yapılandırmasıdır ve gerçek ise görecedir değil mi?

Yani mesele insanın özerk olarak ben benim demesi midir?
Benim özerkim olan bu şimdiki ölümlü bedenim ve benim, benim tüm benimdir.
bu/bunlar bunu demek,
ben doğadan ayrıyım ve ben diğer doğadışıyım/doğaüstüyüm ya da ondan başkayım demesi ya da benzeri tanıtlaması değil midir?

ve ben bu dediğini sınırlaması ve doğaya bölmesi ya da onu doğadan bölmesi ve çıkarması mı dır? ya da bunu tüm diğer doğaya üstelemesi ve üstellemesi midir?

bu ben benimdir-benim benimdir- bu benim- bedeni içi nve bedensel varoluşu için

Tanrı ortaya koymasının da ardında aynı fikir mi vardır?
Ya da tanrı oratya koyması ve seçkincilin kendi m ibu tavrı aşılamakta ve dayatmaktadır

İçtenlik yazıları ve yazarlığı açık/özgür kaynak kodlu yazılım mantığının ve duygusunun tam aynını paylaşarak, mülkiyetsiz, anonim, yazarca sahiplenilmeyen, isteyenin istediği gibi izinsiz alıp dağıtıp çoğaltabileceği ve isterse kendi geliştirebileceği, katabileceği imzasız yazımlar olma felsefesi taşır. Özel olarak kaynak kişi alıntı kaynağı belirti tutulmamışsa yayımsız basımsızdır. İnternette yazılmıştır. Dileyen kullanır.
Alıntı ile Cevapla
  #6  
Alt 26-12-2017, 21:53
"ictenlik" - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
"ictenlik" "ictenlik" isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
 
Üyelik tarihi: 22 Aug 2017
Mesajlar: 3.069
Standart BÖLÜM II - İNSAN DOĞASI VE ÖZYAPİ (KARAKTER)

Ben bir insanım ve
budur paylaştığım öteki insanlarla.
Görmem, işitmem,
yemem ve içmem,
tüm hayvanların da aynı şekilde yaptıklarıdır.
Ama, 'Ben' olmam yalnız benimdir.
O, yalnız bana aittir,
başka kimseye değil;
Ne bir başka insana
ne bir meleğe, ne de Tanrı'ya ama,
Onunla en çok birleşebildiğim zamanların dışında

-Master Eckhart Fragmantlar


İnsansal Durum

Bir birey insan ırkını temsil eder, O, insan türünün özgül bir örneğidir. Hem «kendisi», hem de «herkestir.» Özellikleriyle bir birey ve bu anlamda eşsiz olan insan, aynı zamanda insan ırkının tüm özelliklerinin temsilcisidir de. Onun bireysel kişiliği, tüm insanlarda ortak olan insansal varoluş özellikleriyle belirlenmiştir. Bu yüzden, kişilik tartışmasından önce, insansal durum tartışmasının yapılması gerekir.

A. İNSANİN DİRİMBİLİMSEL (BİYOLOJİK) ZAYIFLIĞI

İnsansal varoluşu hayvansal olandan ayıran ilk öge, olumsuz bir öğedir. Bu olumsuz öge, dış dünyaya uyarlanma sürecinde içgüdüsel düzenlemenin insanda görece eksik oluşudur. Hayvanın dünyaya uyarlanma biçimi, baştan beri hep aynıdır. Eğer içgüdüsel donanımı artık değişen çevre koşullarına başarılı bir şekilde uyum göstermezse, o hayvan türü ortadan kalkar. Hayvan, değişen koşullara kendisini değiştirerek uyarlanabilir. O, çevresini değiştirerek uyarlama yapamaz. Bu şekilde uyumlu olarak yaşar. Ama bu uyum, bir savaşımın yokluğu anlamında bir uyum olmayıp hayvanın doğal donanımının, onu dünyasının belirli ve değişmez bir parçası kılması anlamındadır. Hayvan ya bu dünyaya uyar ya da yok olur. Hayvanların içgüdüsel donanımları ne denli eksik ve değişken olursa, beyinleri, bundan ötürü de öğrenme yetileri o ölçüde gelişir. İnsanın ortaya çıkışının, evrim süreci içinde içgüdüsel uyarlamanın minimum düzeye düştüğü noktaya rastladığı söylenebilir. Ama o, kendisini hayvanlardan ayıran yeni niteliklerle doğmuştur. Bu nitelikler, insanın ayrı bir varlık olarak kendisine ilişkin bilinçliliği; geçmişi anımsama, geleceği gözünün önüne getirme, nesne ve edimleri simgeler aracılığıyla gösterme yeteneği; dünyayı algılamak ve anlamak için bir usa sahip oluşu ve aracılığıyla duyular alanının çok ötesine erişebildiği düşgücüdür. İnsan tüm hayvanların en zayıfıdır ama, bu dirimbilimsel zayıflık, aslında onun gücünün temeli, kendi özgül insansal niteliklerinin ana gelişme nedeni olmaktadır.

İçtenlik yazıları ve yazarlığı açık/özgür kaynak kodlu yazılım mantığının ve duygusunun tam aynını paylaşarak, mülkiyetsiz, anonim, yazarca sahiplenilmeyen, isteyenin istediği gibi izinsiz alıp dağıtıp çoğaltabileceği ve isterse kendi geliştirebileceği, katabileceği imzasız yazımlar olma felsefesi taşır. Özel olarak kaynak kişi alıntı kaynağı belirti tutulmamışsa yayımsız basımsızdır. İnternette yazılmıştır. Dileyen kullanır.
Alıntı ile Cevapla
  #7  
Alt 26-12-2017, 23:09
"ictenlik" - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
"ictenlik" "ictenlik" isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
 
Üyelik tarihi: 22 Aug 2017
Mesajlar: 3.069
Standart B. İNSANDAKİ VAROLUŞSAL VE TARİHSEL İKİYE - BÖLÜNMÜŞLÜK

Sanırım Fromm'dan asıl iletmek/getirmek istediğim yargı ve çözümlemeler -ya da bildirimler- asıl bunlardı..
Kendisini savunan (ya da daha uygun bir deyimle savulan) insanın kutsal kitabı/ayetleri...*

Ve yine sanırım burada ikiye bölünmüşlük denilen kavram, (iki-yönlülük) zıtlıklar/karşıtlıklar ya da çatışkılar (ve dualite vb.) terminolojisini temsil ediyor.

Kendi bilincine-varma, us ve imgelem (düşgücü), hayvansal varoluşu karakterize eden «uyum»u bozmuşlardır. Bunların doğuşu, insanı ötekilerden ayrı bir varlık, evrenin doğal olmayan bir yaratığı haline getirmiştir. O, doğanın bir parçasıdır; doğa yasalarına boyun eğer, onları değiştirecek güçte değildir ama yine de doğadaki tüm öteki varlıkları aşan bir yana sahiptir. İnsan doğanın bir parçası olduğu halde, doğadan ayrılmıştır. Bir yuvası olmadığı halde, tüm öteki yaratıklarla paylaşmakta olduğu yuvaya zincirlenmiştir. Rastlantısal bir yer ve zamanda bu dünyaya fırlatılmış olan insan, yine rastlantısal bir şekilde oradan çıkmak için zorlanmaktadır. Kendi bilincine varmış olduğu için, güçsüzlüğünü ve varoluşunun sınırlamalarını algılamaktadır. Kendi sonunu yani, ölümü gözünün önüne getirmektedir. O, varoluşunun ikiye-bölünmüşlüğünden hiçbir zaman kurtulamaz; istese bile, kendisini ruhundan özgür kılamaz. Yaşadığı sürece bedeninden de kurtulamaz. Bedeni ise, onun yaşamayı istemesini sağlar.

İnsanın kutsanması olan us, aynı zamanda onun lanetidir de, Us, onu içinden çıkılmaz bir ikiye-bölünmüşlüğün içinden çıkma ödeviyle başa çıkmak üzere sürekli olarak zorlar. Bu yönüyle insansal varoluş, tüm öteki canlılardan farklıdır. İnsan, sürekli ve kaçını-lamaz bir
dengesizlik durumu içindedir. Onun yaşamı kendi türünün örneğini yineleyerek «yaşanılamaz».

İnsan, yaşamaya mecburdur. O, canı sıkılabilen, hoşnutsuzluk duyabilen, cennetten çıkarıldığını hissedebilen tek hayvandır. İnsan, varoluş sorununu kendi başına çözmek zorunda olan ve bu sorundan kaçamayan tek hayvandır da. O, insansal durum öncesinde yaşadığı, doğa ile uyum durumuna geri dönemez. Usunu doğanın ve kendi kendisinin efendisi oluncaya değin geliştirmeyi sürdürmesi gerekir. Usun doğuşu, insanın içinde bir bölünmeye neden olmuştur. Bu ikiye-bölünmüşlük onu sürekli olarak yeni çözümler bulmak üzere savaşmaya zorlar. İnsanın tarihinin canlılığı (dinamizmi), gelişmesinin nedeni olan ussal varoluşuna özgü bir canlılıktır. İnsan, bu ussal varoluş aracılığıyla, içinde kendisini ve türdeşlerini kendi yuvasında hissettiği, kendisinin olan bir dünya yaratır. Ulaştığı her basamak onu hoşnutsuzluk ve şaşkınlık içinde bırakır. Ama bu şaşkınlık, onu yeni çözümlere doğru devinecek şekilde zorlar.

İnsanda «ilerleme için» doğuştan getirdiği bir «itki» yoktur. Onu yola çıktığı noktadan ileriye doğru götüren şey, varoluşundaki çelişkidir. İnsan, cenneti, doğa ile olan birleşikliğini yitirmiş olduğu için ebedi gezginci (Odyseus, Oedipus, Abraham, Faust) haline gelmiştir. O, ileriye doğru gitmeye; ve sürekli bir çabayla bilinmeyeni, bilgisinin boş bıraktığı yerleri yanıtlarla doldurup bilinir kılmaya zorlanır. İnsan kendisine, kendisinin ve varoluşunun anlamının hesabını vermek zorundadır. O, içsel bölünmüşlüğünü, «saltıklık» için duyduğu yeğin isteğin acısın çekerek yenmeye itilir. «Saltıklık», onun doğadan, türdeşlerinden ve kendinden ayırılmasına neden olan laneti kaldırabilecek bir başka uyum türüdür.

İnsan'ın doğasındaki bu ayrılma, insan varoluşunun asıl özünden kaynaklandıkları için, benim varoluşsal diye adlandırdığım ikiye-bölünmelere yol açar. Bu ikiye-bölünmeler, insanın ortadan kaldıramayacağı, ama özyapı ve kültürüne göre, değişik biçimlerde tepki göstereceği çelişkilerdir.

En temel varoluşsal ikiye-bölünme, yaşam ile ölüm arasındakidir. Ölmek zorunda olduğumuz olgusu insanın değiştiremeyeceği bir olgudur. İnsan, bu olgunun bilincine varmıştır ve bu türden bir bilinçlilik onu derinden etkiler. Ama, ölüm yaşamın tam karşıtı. Bu terimi varoluşçuluğun terimler dizgesine gönderme yapmaksızın kullandım. O, yaşama deneyinin dışında ve onunla uzlaşmayan bir şeydir. Ölüme ilişkin tüm bilgiler onun yaşamın anlamlı bir parçası olmadığı ve bizim için ölüm olgusunu, bundan ötürü yaşamamız sözkonusu olduğu sürece, yenilgiyi kabullenmekten başka yapacak bir şey bulunmadığı gerçeğini değiştirmez. «İnsan, yaşamı uğruna sahip olduğu herşeyi verecektir» . İnsan, bu ikiye-bölünmüşlüğü ideolojiler aracılığıyla yadsımaya çalışmıştır. Örneğin, ruhun ölümsüz olduğunu öne süren Hıristiyanlığın ölümsüzlük anlayışı, insan yaşamının ölümle sona erdiğine ilişkin trajik olguyu yadsır.

İnsanın ölümlü olması, bir başka ikiye-bölünmüşlüğe neden olur. Her insan, tüm -insansal-? güçlerin taşıyıcısı olduğu halde, yaşamının kısa oluşu onun en uygun koşullarda bile, bu güçleri tam olarak gerçekleştirmesini engeller. Eğer bireyin yaşam süresi insanlığın yaşam süresiyle özdeş olsaydı, insan ancak o zaman tarihsel süreç içinde ortaya çıkan insansal gelişmeye katılabilirdi.

İnsan'ın ırkın evrimsel süreci içinde rastlantısal bir noktada başlayan ve biten yaşamı, bireyin tüm güçlerini gerçekleştirme savı ile trajik bir şekilde çelişir. Onun gerçekleştirebilecekleri ve gerçekleştirdikleri arasındaki bu çelişkiye ilişkin donuk da olsa bir algısı vardır. Burada da ideolojiler, çelişkiyi asıl yaşam doyumuna ölümden sonra ulaşılacağını ya da içinde yaşanılan tarihsel dönemin insanlığın son ve en yüksek başarılarını içerdiğini varsayarak uzlaştırma yahut yadsıma eğilimini gösterirler. Yine bir başka ideoloji ise, yaşamın anlamının onun kendisini tam olarak açmasında değil, toplumsal görev ve ödevlerde olduğunu öne sürer. Bu ideolojiye göre, bireyin gelişmesi,özgürlüğü ve mutluluğu, devletin, toplumun ya da bireyi aşan öncesiz-sonrasız gücü temsil eden her ne ise, onun mutluluğu karşısında ikinci derecede önem taşıyan, giderek yersiz bir olaydır.

İnsan, yalnızdır. Ama o, aynı zamanda bağlantıları olan bir varlıktır da. İnsan, başka hiçkimseyle özdeş olmadığı, eşsiz bir varlık olduğu ve ayrı bir varlık olarak kendi bilincine vardığı ölçüde yalnızdır. O, yargı vermek zorunda olduğunda ya da salt usunun gücü aracılığıyla kararlar vermesi gerektiğinde, yalnız olmalıdır. Ama insan, yalnız başına olmaya, türdeşleri olan insanlarla ilişki kurmamaya katlanamaz. Mutluluğu, türdeşleri ve geçmiş ve gelecek kuşaklarla kendisi arasında bulunduğunu duyumsadığı dayanışma duygusuna dayanır.


-devam edecek-
*(Bunu (savulma kavramının kullanılmasını) bir kinaye olarak ele alabiliriz (Kendine savulan insan- kendinden savulan insan gibi) ve ben postun tamamı alıntı olursa karakter yok diye uyarı verdiği için bu metni girivermiş bulundum..

savulma-k sözcüğü yöresel kulanımlarda baştan savulmadaki savulma (baştan atma) anlamına gelebileceği gibi savma/savılma/sağılma gibi bir işin bitirilmesi tamamına erdirilmesi ,imbikleme damıtma gibi vb. anlamlara da geliyor sanırım..
İnsanı tanrı ve hamisi baştan savamayacağına göre savıyorsa kendimi savıyordur?)

İçtenlik yazıları ve yazarlığı açık/özgür kaynak kodlu yazılım mantığının ve duygusunun tam aynını paylaşarak, mülkiyetsiz, anonim, yazarca sahiplenilmeyen, isteyenin istediği gibi izinsiz alıp dağıtıp çoğaltabileceği ve isterse kendi geliştirebileceği, katabileceği imzasız yazımlar olma felsefesi taşır. Özel olarak kaynak kişi alıntı kaynağı belirti tutulmamışsa yayımsız basımsızdır. İnternette yazılmıştır. Dileyen kullanır.
Alıntı ile Cevapla
  #8  
Alt 26-12-2017, 23:25
"ictenlik" - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
"ictenlik" "ictenlik" isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
 
Üyelik tarihi: 22 Aug 2017
Mesajlar: 3.069
Standart B. İNSANDAKİ VAROLUŞSAL VE TARİHSEL İKİYE - BÖLÜNMÜŞLÜK -2

(Kendini savunma-k;
Bu kavramın orjinal aslını ve bunu üzerinden alternatif farklı çevirilerini de merak ettiğimi de söylemeliyim.)

Bireysel ve toplumsal yaşamda varoluşsal ikiye-bölünmüşlük-lerden köktenci bir şekilde ayrı ve insansal varoluşun zorunlu parçaları olmayan pek çok tarihsel çelişki vardır. İnsanların yaratmış olduğu bu çelişkiler, ya ortaya çıktıklarında ya da insanlık tarihinin daha sonraki bir döneminde çözümlenebilirler. Çağımıza özgü bir çelişki olan özdeksel doyumu sağlayan teknik araçların bolluğu ile bunları özellikle barış ve insanların mutluluğu için kullanmak arasındaki çelişki, çözümlenebilir. Çünkü bu çelişki zorunlu olmayıp insandaki yiğitlik ve -bilgelik kurumunu görece çözümlenemez olan bir çelişkiye örnek olarak verebiliriz. Bu tür bir çelişkinin çözümü, ancak tarihin daha sonraki bir döneminde, insanların eşitliği için gerekli olan özdeksel temel sağladıktan sonra, başarılabilirdi.

Varoluşsal ve tarihsel ikiye-bölünmüşlükler arasındaki ayrımı vurgulamak önemlidir. Çünkü bu ikisinin birbirine karıştırılması büyük boyutlu sorunlara yol açar. Tarihsel çelişkileri onamakla ilgilenen düşünürler, onların varoluşsal ikiye-bölünmüşlükler olduklarını, bu nedenle de değiştirilemeyeceklerini kanıtlamaya istekliydiler. Onlar insanı «olmaması gereken şeyin olamayacağına» ve trajik yazgısını kabullenmekten başka bir şey yapamayacağına inandırmaya çalıştılar. Ama bu iki çelişki tipini birbirine karıştırma girişimi, insanı onlarıçözmeye çalışmaktan uzak tutmaya yetmedi. İnsan anlığının garip niteliklerinden biri de bir çelişkiyle karşılaştığında edilgin kalamamasıdır. Çelişkiyi çözme amacı, insanı harekete geçirir. Tüm insansal gelişme, bu olgunun sonucudur. Eğer, bu çelişkilerin bilincine vardığında, insanın eylem aracılığıyla onlara tepkide bulunması engellenecek olursa, çelişkilerin gerçekten varolduklarının da yadsınması gerekir. Çelişkileri uzlaştırmak ve böylece yadsımak, bireysel yaşamda ussallaştırmaların; toplumsal yaşamda ideolojilerinin (toplumsal ussallaştırma kalıplarının) işlevidir. Eğer insan anlığı yalnızca ussal yanıtlarla, doğrulukla doyurulabilseydi, bu ideolojiler etkisiz kalacaklardı. Ama insan anlığının bir başka garip özelliği de güçlü yetkelerin öne sürdüğü ya da kendi kültüründeki insanların çoğunun paylaştığı düşünceleri doğruluk (hakikat) olarak kabul etmesidir. Uzlaştırıcı ideolojiler, eğer kamu-oyu ya da yetke tarafından desteklenirlerse, insanın kendisi tümüyle rahat etmese de anlığı yatıştırılmış olur.

İnsan tarihsel çelişkilere eylemiyle onları ortadan kaldırarak tepkide bulunabilir. Ama varoluşsal ikiye-bölünmüşlükleri, onlara çeşitli biçimlerde tepki gösterebildiği halde, ortadan kaldıramaz. İnsan, dinlendirici ve uzlaştırıcı ideolojiler aracılığıyla kendi anlığını yatıştırabilir; içsel tedirginliğinden sürekli hazzı arayan etkinlikleri ya da işi aracılığıyla kaçmaya çalışabilir. Özgürlüğünü ortadan kaldırmayı ve kendisini kendi dışındaki güçlere teslim ederek bu güçlerin bir aracı durumuna dönüşmeyi deneyebilir. Ama, doyumsuzluğu, tedirginliği ve huzursuzluğu sürer. Bu sorunun bir tek çözüm yolu vardır: Gerçekle yüzyüze gelmek, yazgısına kayıtsız bir evrendeki temelli tek-başınalığını ve yalnızlığını kabul etmek; kendi sorunun kendisi için çözebilecek onu aşan hiçbir gücün bulunmadığım onaylamak. İnsan, kendini savunma sorumluluğunu ve ancak kendi öz güçlerini kabul etmek zorundadır. Ama anlam,kesinliği içine almaz. Gerçekte, kesinlik araştırması, anlam arayışını engeller. İnsanı, güçlerini dışlaştırmaya zorlayan asıl koşul, kesinsizliktir. O, eğer paniğe kapılmadan gerçekle yüzyüze gelirse, yaşamın, insanın güçlerini ortaya koyarak, üretici bir şekilde yaşayarak kendi yaşamına verdiği anlamın dışında bir anlamı bulunmadığını kabul edecektir. İnsan, kendisi için önem taşıyan tek ödevi, güçlerimizi varoluşumuzun yasaları aracılığıyla konmuş sınırlamalar içinde tam anlamında geliştirme ödevini, ancak sürekli uyanıklık, etkinlik ve çaba sonucunda başarısızlığa uğramadan yerine getirebilir. O, şaşırmaktan, merak etmekten ve yeni sorular ortaya atmaktan hiçbir zaman vazgeçmeyecektir. Ancak eğer insansal durumu; varoluşunda doğadan gelen ikiyebölünmüşlükleri ve güçlerini ortaya koyma konusundaki yeteneğini kabul ederse ödevini yerine getirmede başarılı olabilecektir. Bu ödev, onun kendi-kendisi olması, kendisini savunması ve özellikle kendinin olan us, sevgi ve üretici çalışma gibi yetileri tam anlamında gerçekleştirmesi aracılığıyla mutluluğa erişmesidir.

İnsanın varoluşunda doğadan gelen varoluşsal ikiye-bölünmüşlükleri böylece ele aldıktan sonra, bu bölümün başında dile getirmiş olduğumuz 'kişilik tartışmasından önce insansal durumun tartışması yapılmalıdır' tümcesine geri dönebiliriz. Bu tümcenin daha tam bir anlamı ruhbilimin, insanbilimsel ve felsefi bir insansal varoluş üstünde temellendirilmesi gerektiği dile getirilerek ortaya konabilir.

İnsansal davranışın en göze çarpan özelliği, insanda gördüğümüz tutku ve çabaların görkemli yeğinliğidir. Freud bu olguyu herkesten iyi kavramış ve kendi çağının mekanist-doğalcı düşünce anlayışı aracılığıyla açıklama girişiminde bulunmuştu. O, kendini koruma
içgüdüsünün ve cinsel içgüdünün (ya da daha sonra dile getirdiği şekilleriyle Eros'un ve ölüm içgüdüsünün) apaçık anlatımları olmayan tutkuların da aslında bu içgüdüsel-dirimbilimsel itkilerin biraz daha dolaylı ve karmaşık dışlaşmalan olduklarını varsayıyordu. Bu varsayımlar çok parlak varsayımlardı ama,'insanın tutkulu itkilerinin büyük bir bölümü, içgüdülerinin gücüyle açıklanamaz' olgusunu yadsıma konusundaki inandırıcılıkları yetersizdi. İnsanın açlığı, susuzluğu ve cinsel itkileri tümüyle doyurulduğu zaman bile «insan» doyuma ulaşmaz. Hayvandan farklı olmaz; tersine yalnızca başlamış olur. O, güç elde etmek için, sevgi için ya da yok etmek için çabalar; yaşamını dinsel, siyasal ya da insancı ülküler uğruna tehlikeye atar. Ama tüm bunlar zaten insansal yaşamın özelliğini oluşturup belirleyen şeylerdir. Gerçekten de «insan, yalnız karnını doyurarak yaşayamaz.» Freud'un mekanist-doğalcı açıklamasına karşıt olarak, bu önerme 'insanda doğal varoluşu tarfmdan açıklanamayan ama onu aşan ve doğa-üstü güçlerden çıkarılmış olan birşey aracılığıyla açıklanması gereken gerçek bir dinsel gereksinme vardır'anlamına gelecek şekilde yorumlanmıştır. Ancak bu olay, insansal durum tam olarak kavrandığında açıklanabilir hale geleceğine göre, bu sonraki varsayım, yararsızdır.

İnsan'ın varoluşunun uyumsuzluğu, onun hayvansal kökenini pek çok aşan gereksinmeler oluşturur. Bu gereksinmeler, insanın kendisiyle doğanın geri kalan bölümü arasındaki birlik ve dengeyi yeniden kurması için, buyruk özelliği taşıyan bir itkiyle sonuçlanır. İnsan, bu birlik ve dengeyi ilkin herşeyi içine alan ansal (mental) bir dünya tablosu oluşturarak düşüncede kurma girişiminde bulunur. Bu tablo ona, 'evrendeki yerinin neresi olduğu' ve 'nasıl eylemde bulunması gerektiği' sorularına bir yanıt alabileceği bir başvuru taslağı olarak hizmet eder. Ama, bu türden düşünce dizgeleri yeterli değildir. Eğer insan, yalnızca bedenden soyutlanmış bir anlıktan ibaret olsaydı, amacı kuşatıcı bir düşünce dizgesiyle gerçekleştirilebilirdi. Ama o, kendisine yalnız anlık değil bedende bağışlanmış bir varlık olduğundan, varoluşunun ikiyebölünmüşlüğüne
yalnız düşüncede değil, yaşama süreci içinde de, duygu ve eylemlerinde de tepki göstermek zorundadır. O, yeni bir denge bulmak için varlığının her alanında, bu doğa ile bir ve tek-olma yaşantısını elde edecek şekilde savaşmak zorundadır. Bu yüzden, her doyurucu yönlenme dizgesi, yalnız anlıksal öğeleri değil, ama tüm insansal çaba alanlarında, eylemde gerçekleştirilecek olan duygu ve duyu öğelerini de dile getirir. Kendini bir amaca, bir düşüne ya da Tanrı gibi insanı aşan bir güce adama, yaşama süreci içinde, bütünlemek için duyulan bu gereksinmenin bir dışlaşmasıdır.

-devam edecek-

İçtenlik yazıları ve yazarlığı açık/özgür kaynak kodlu yazılım mantığının ve duygusunun tam aynını paylaşarak, mülkiyetsiz, anonim, yazarca sahiplenilmeyen, isteyenin istediği gibi izinsiz alıp dağıtıp çoğaltabileceği ve isterse kendi geliştirebileceği, katabileceği imzasız yazımlar olma felsefesi taşır. Özel olarak kaynak kişi alıntı kaynağı belirti tutulmamışsa yayımsız basımsızdır. İnternette yazılmıştır. Dileyen kullanır.
Alıntı ile Cevapla
  #9  
Alt 26-12-2017, 23:57
"ictenlik" - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
"ictenlik" "ictenlik" isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
 
Üyelik tarihi: 22 Aug 2017
Mesajlar: 3.069
Standart B. İNSANDAKİ VAROLUŞSAL VE TARİHSEL İKİYE - BÖLÜNMÜŞLÜK -3

Fromm'un usundan indirdiği/yalıttığı ayetler ve -insana dair- çözümleyişlerle devam ediyoruz

İnsan'ın bu yönlenme ve kendini-adama gereksinmesine verilen yanıtlar hem içerik hem de biçim yönünden büyük ölçüde değişiklik gösterirler. Ruhçuluk (animism) ve Totemcilik gibi öyle ilkel dizgeler vardır ki, bunlarda insanın anlam arayışına verilecek yanıtları doğal objeler ya da atalar temsil eder. Öte yandan Buddhism gibi, Tanrıcı-olmayan öyle bazı dizgeler de vardır ki bu dizgelerin özgün biçiminde bir Tanrı kavramı bulunmadığı halde, genellikle dinsel dizgeler diye adlandırılırlar. Ayrıca Stoacılık gibi felsefe dizgeleri ve insan'ın anlam arayışına Tanrı kavramına başvurarak bir yanıt veren tektanrıcı dinsel dizgeler vardır. Bu çeşitli dizgeleri tartışma sırasında terminolojik bir güçlük tarafından engelleniriz.' Eğer tarihsel nedenler yüzünden, «dinsel» sözcüğü Tanrıcı, yani Tanrı çevresinde odaklanan bir dizgeyle özdeşleştirilmemiş olsaydı, yukarda-ki tüm dizgeleri, dinsel dizgeler diye adlandırabilirdik. Ne yazık ki, dilimizde Tanrıcı ve Tanrıcı-olmayan dizgelerde, yani insanın anlam arayışına ve kendi varoluşunu anlamlı kılma girişimine bir yanıt vermeye çalışan tüm düşünce dizgelerinde, ortak olan yanı gösterecek bir sözcüğümüz yok. Ben, bu tür dizgeleri, daha iyi bir sözcük bulamadığım için, «yönlenme ve kendini-adama yöntemleri» diye adlandırıyorum. Ama, dinsel ve felsefi dizgelerin doğmasına neden olan aynı gereksinmeden kaynaklandıkları halde, sanki laikmişler gibi ele alınan başka bir yığın itkinin de bulunduğu, vurgulamak istediğim bir nokta.

Önce, çağımızda gözlemlediğimiz durumu inceleyelim. Bizim kültürümüzde, milyonlarca insanın kendilerini başarı ve ün elde etmeye adamış olduklarını görüyoruz. Öteki kültürlerde başka ülkeleri ele geçirmek ve onlar üstünde baskı kurmak isteyen diktatörce dizgelerin yandaşlarının bu dizgelere kendilerini nasıl yobazca adadıklarını daha önce de görmüştük hâlâ da görüyoruz. Çok kez, kendini-koruma dürtüsünden bile daha güçlü olan bu tutkuların yeğinliği karşısında apışıp kalıyoruz. Bizler bu amaçların laik içeriklerince kolaylıkla aldatılıp onları cinsel ya da başka yarı-dirimbilimsel (biyolojik) itkilerin ürünleri olarak açıklıyoruz. Ama, bu laik amaçların dinde gördüğümüz yeğinlik ve tutuculukla izlendikleri ve tüm bu laik yönlenme ve kendini-adama'dizgelerinin içerikçe farklı, ama yanıtlar verme girişiminde bulundukları temel gereksinme yönünden özdeş oldukları o kadar apaçık değildir. Kültürümüzde ortaya çıkan tablo, özellikle aldatıcıdır. Çünkü, insanların çoğu, gerçekte kendilerini Hıristiyanlığın herhangibir biçiminden çok totemciliğe ve puta tapınmaya daha yakın olan dizgelere adadıkları halde, «Tek-tanrıcılığa» inanmaktadırlar. Ancak bizim bir adım daha ileriye gitmemiz gerekiyor. Şeklini kültürün biçimlendirdiği bu laik uğraşların «dinsel» doğasını anlamamız nevrozları ve usdışı uğraşları anlamamız için de bir anahtar görevi görecektir. Usdışı uğraşları, insanın yönlenme ve kendini-adama arayışının yanıtları -bireysel yanıtları- olarak ele almamız gerekiyor. Yaşantısı «ailesine olan tutkulu bağı ile» belirlenen biri, gerçekte ilkel bir atalar kültünün tapınıcısıdır. Onunla ataları olan milyonlarca kişi arasındaki ayrım, yalnızca dizgesinin kültürel bakımdan biçimlendirilmiş olmayıp özel bir dizge olmasıdır. Freud, din ve nevrozlar arasındaki bağlantıyı kabul etmiş ve dini bir nevroz biçimi olarak açıklamıştır. Oysa biz, nevrozun bireyselliği ve örneği olmayan özellikleriyle büyük ölçüde ayrımlaşmış özel bir din biçimi olarak açıklanması gerektiği sonucuna ulaşıyoruz. Genel insansal güdülenimle ilgi içerisinde varmış olduğumuz sonuç şu: Bir yönlenme ve kendini-adama dizgesi için duyulan gereksinme, tüm insanlarda ortak olduğu halde, bu gereksinmeyi gideren dizgelerin özel içerikleri birbirinden ayrıdır. Bu ayrımlar, değer ayırımlarıdır. Olgun, üretici ve usçu biri kendisinin olgun, üretici ve usçu olmasına izin veren bir dizge seçecektir. Gelişmesi engellenmiş olan biri ise, bağımlılığını ve usçu olmayışını sürdürüp arttıran, ilkel ve usdışı dizgelere geri dönmelidir. Böyle biri, insanlığın en iyi temsilcileriyle binlerce yıl önce aşmış olduğu düzeyde kalacaktır. Bir yönlenme ve kendini-adama dizgesine duyulan gereksinme, insansal varoluşun kişisel bir parçası olduğundan, bu gereksinmenin yeğinliğini anlayabiliriz. Gerçekte insanda bu gereksinmeden daha güçlü bir enerji kaynağı yoktur. İnsan, «ülkülere» sahip olmayı ya da olmamayı seçme konusunda özgür değildir. Onun değişik ülkü türleri, kuvvete ve yıkıma kendini adamış olma ile usa sevgiye kendini adamış olma arasında bir seçim yapma özgürlüğü vardır. Tüm insanlar «ülkücüdürler» ve fiziksel doyumla elde ettiklerinin ötesinde bir şey için uğraşmaktadırlar. İnsanlar, inandıkları ülkülerin türleri bakımından ayrım gösterirler. İnsan anlığının en üstün ama aynı zamanda en şeytanca dışlaştırmaları, bedeninin değil ruhunun bu «ülkücülüğünün» anlatımlarıdır. Bu nedenle, bir ülkü ya da dinsel duyguya sahip olmanın kendi başına değerli olduğuna göre süren göreci bir görüş, tehlikeli ve yanlıştır. Biz, laik ideolojilerde ortaya çıkanlar da dahil, tüm ülküleri aynı insansal gereksinmelerin anlatımları olarak kavramalıyız. Onları doğruluklarına yani, insanın güçlerini ortaya koymasına ne ölçüde yardım ettiklerine; Ve yaşadığı dünyada gereksinme duyduğu denge ve uyumun gerçek yanıtları olup olmadıklarına göre yargılamalıyız. Öyleyse, insansal güdülenimi anlayabilmek için, insansal durumu anlamamız gerektiğini bir kez daha yineliyoruz.

2. Kişilik
İnsanlar insansal durumu ve bu durumun doğasındaki varoluş-sal ikiye-bölünmüşlükleri paylaştıkları için özdeştirler. Onlar, kendi insansal sorunlarını çözümledikleri özgül biçim açısından eşsiz varlıklarıdır. Kişiliklerin sınırsız çeşitliliği, kendi başına, insansal varoluşa özgüdür.

Kişilik dediğimde, bir bireye özgü olan ve bireyi eşsiz kılan, doğuştan getirilmiş ve sonradan kazanılmış tinsel niteliklerin tümünü anlıyorum. Doğadan gelen ve sonradan kazanılmış nitelikler arasındaki ayrım, genelde, bir yana yaradılışı, becerileri ve tüm yapısal olarak verilmiş tinsel nitelikleri; öte yana ise özyapıyı (karakteri) koyduğumuzda, bu ikisi arasındaki ayrımla eşanlamlıdır. Yaradılış ayrımları ahlak felsefesi bakımından bir önem taşımadığı halde, öz-yapı ayrımları ahlak felsefesinin (etiğin) gerçek sorununu oluşturur. Onlar, bireyin yaşama sanatında ne ölçüde başarılı olduğunu dile getirirler. «Yaradılış» ve «özyapı» terimlerinin kullanımda pek yaygın olarak karıştırıldıkları bilinmektedir. Biz, bu karışıklıktan sakınmak için, işe yaradılış terimini kısaca incelemekle başlayacağız.


(Burada anlatılacak ve içerilecek yaratılış ifadesi,huy, fıtrat ,karakter ya da doğuştan gelen/getirilen ve taşınan değişemez karakterli olacağı varsayılan öz-biçim-sel kalıplar, kişilik kalıpları vb. gibi kavramlara yakınlaşabilir sanırım oysa emin değilim.)

İçtenlik yazıları ve yazarlığı açık/özgür kaynak kodlu yazılım mantığının ve duygusunun tam aynını paylaşarak, mülkiyetsiz, anonim, yazarca sahiplenilmeyen, isteyenin istediği gibi izinsiz alıp dağıtıp çoğaltabileceği ve isterse kendi geliştirebileceği, katabileceği imzasız yazımlar olma felsefesi taşır. Özel olarak kaynak kişi alıntı kaynağı belirti tutulmamışsa yayımsız basımsızdır. İnternette yazılmıştır. Dileyen kullanır.
Alıntı ile Cevapla
  #10  
Alt 27-12-2017, 01:38
"ictenlik" - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
"ictenlik" "ictenlik" isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
 
Üyelik tarihi: 22 Aug 2017
Mesajlar: 3.069
Standart

Evet bunlar benim kendi varoluşum ve felsefi problematiğim ve çözümü için kilit cümleler ve kurgular gibi
niye Fromm tüm vaktini bana yazarak geçirdi..bize yazarak ve bizim için üreterek
Öleceğini, ölümlülüğünü, sınırını ve tüm insanlık kadar (vakti ve kendi) olamayacağını biliyordu. ölümlülüğü/sınırlılığı görüyordu, öyle addediyordu .
niye benim için yazınarak emek harcadı..
bilge insan bunu yaparmış, öyle mi yaparmış/yapmalı?
ya da bu hapishaneden kaçmak, varoluştan kaçmak

Şimdi benim kişisel tarihim de Fromm ölü ve Fromm cümleleri/yapısalları önümde duruyor olacaklar.
Ve benim de sanırım tüm insanlık kadar (kendimi gerçekleştirecek) vaktim/tarihim yok
Ve bu adama eylemi gelecek için/kendi için, girişmemi sağladı oysa ben böyle bilgi/algı yapılandırmıyorum.
daha geniş bir gerçekçilik ve daha açık bir yapı/yapıt türetmenin derdindeyim/telaşındayım

Kendime ben demenin ve (ölümlü bir kişi-sel tarihi yaşamanın içinde) ölümü barışçı çözmenin yenmenin (ya da ben denileni t-aşmanın onu dışa atmanın/doğaya oluşa katmanın vb. (yeğin/kutsal) bir yolunu bulmalıyım aramalıyım ve bu bir kaçış olmamalı ya da kaçışsa kaçısın tam kendi olmalı
Bunun derdindey-d-im..

Kendimi barışçı yenmenin (öldürmenin ve öldürmemenin/ölümlü ama kalımlı tüm kalmanın/varetmenin) ve savmanın derdindey-d-im...

Buraya ne yazılacağını/asılacağını (asla bulamadım ve cümlelerim bana batar gibi oysa) hala arıyorum oysa cümle tomarları hiç bir işime yaramaz çöplük kalıntıları gibiler

En basiti akış kuramı gibi bir zamanda kişisel tarihin aşıldığı (çokluşuk olusal bir tarih/zaman) gibi bir kuram ya da Jung'un (ve Einstein'inde ) yakınlaşmaya çalıştığı eşzaman-eşben-eşyapı vb. kuramları gibi şeyler ,peşindeydim/izindeydim
kişisel tarihimde ve anlatılamaz izlerini de buldum gördüm sanısındaydım -kişisel tarihimde
bir kitap istençlemektense çürük bir duvara bunu yazabilmeli/asabilmeli-ydi-m sanısındaydım

Cümleleriniz ve anlatımlarınız bazı yerde berbat ve sınırlı
Aslında ilk bunu yazmamıştım/asmamıştım
o duruyor taslakta

Kişisel bir zaman ve kendi dışında bir kuram nasıl yapılanır/benimsenir?
Tamam ölüyorum farkındayım ve beni bir kişiyim. bunu yadsımıyorum
Ve ben olan karakterolojinin ölmemesi yaşaması uzaması da derdinde değilim ben bu anlamda yaşama/(kendimi yaşatma) bunu aşma ve bu anlamda bir ölüm yengisi de arıyor değilim .Gerçeğin uzantılarını/oluşunu/ceryanını ve devimini merak ediyorum.gerçek olanı.kişisel tarihin/objektin ötesinde olanı/olanları ve tüm-tümü-devimi merak ediyorum ve imgeme katıyoru-d-um..
daha büyük bir bütünlük/aidiyet gerçek parçası /uzamı kuramı arıyordum..

İnsan tarihi kadar/boyunda insan olsaydık neyi gerçekleştirirdik ve umarım gelecekler beni yadederler ve umarım yeni kuramlar bulunur. bunlar çürük

İçtenlik yazıları ve yazarlığı açık/özgür kaynak kodlu yazılım mantığının ve duygusunun tam aynını paylaşarak, mülkiyetsiz, anonim, yazarca sahiplenilmeyen, isteyenin istediği gibi izinsiz alıp dağıtıp çoğaltabileceği ve isterse kendi geliştirebileceği, katabileceği imzasız yazımlar olma felsefesi taşır. Özel olarak kaynak kişi alıntı kaynağı belirti tutulmamışsa yayımsız basımsızdır. İnternette yazılmıştır. Dileyen kullanır.
Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Önerilen Siteler


Yetkileriniz
Yeni Mesaj yazma yetkiniz Aktif değil dir.
Mesajlara cevap verme yetkiniz aktif değil dir.
Eklenti ekleme yetkiniz aktif değil dir.
Kendi Mesajınızı değiştirme yetkiniz Aktif değildir dir.

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-KodlarıKapalı

Gitmek istediğiniz forumu seçiniz


Bütün Zaman Ayarları WEZ +3 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 13:01 .