Sevgili Deep,
Deep´isimli üyeden Alıntı
Üç ibrahimi din de zinayı,içkiyi,kumarı,hırsızlığı,yalan söylemeyi yasaklarlar ve paylaşmaya önem verirler.
Üç ibrahimi dinin ortaya çıktığı dönemlere rağmen örneğin zina,kumar,içki neden yasaklanmıştır?Serbest bırakılabilirdi ve böylesi daha iyi olurdu.Peygamberlerin halk üzerinde bir otoritesi olduğu için halkı zevkleri için kullanabilirdi.Ama neden böyle olmadı?Neden içki içmek ya da halkı kullanarak içki depolamak yerine içkiyi yasakladılar?Zina serbest bırakılıp otorite kullanılarak her şey yapılabilirdi.Ama olmadı.
Hiçbiri olmadı.
Neden?
|
Dindarlar, ahlak-etik gibi (hukukun dışında kalan ve insanların kendiliğinden uyması beklenen) toplumsal kuralları dinlerin, haliyle dinin Tanrısının getirdiğini öne sürerler. Onlara göre insan bu kuralları akıl edemez ve ahlaksız olurdu, Tanrı ve gönderdiği dinler sayesinde ahlaksız olmadı.
Ahlak/hukuk/adalet/siyasi sistemler/doktrinler/ticaret/etik kavramları sosyal ilişkilerden doğmuştur.
İnsanın yaşamını borçlu olduğu anne-babaya saygı duymak için dinlerin tavsiyesine ihtiyaç yoktur.
Alkol insanın iradesini zayıflatır, ciddi meclislerde sarhoşun ağzından iradi kontrol dışı çıkan sözler rahatsızlık verir, çoğunlukla da kavgaya sebep olur. Sürekli fazla alkol alan, sarhoş olan biri; ne verimli çalışabilir, ne uzun süreli dostluklar kurabilir, zamanla toplumdan dışlanır, sefil olur, varsa ailesini de sefil duruma düşürür. Fazla alkol almanın zararlı olduğunu anlamak için ortalama bir zekayla gözlem yapmak yeterlidir, Tanrısal bir uyarıya ihtiyaç yoktur.
Durum yalan, hırsızlık, zina ve kumar konusu için de genişletilebilir.
--/--
İbrahimi dinlerden Tevrat'ı baştan sona okumanızı tavsiye ederim. Ahlak konusunda verilen öğütlerin çoğuna ve günümüzde hala bir din olarak görüldüğüne inanamayacaksınız. Uyarmadı demeyin.
--/--
Dinler neden insanları iyi olmaya zorlamış?
Dinlerin insanları iyi olmaya zorladığına -günümüz koşullarını göz önüne alarak- pek katılamıyorum.
Nasıl ki, sosyal ilişkiler ahlakı/hukuku/adaleti/siyasi sistemleri/doktrinleri/ticareti/etik kavramları oluşturuyor, dinler de, devrimler de, kahramanlıklar da sosyal ilişkilerdeki çıkmazlardan, tıkanmışlıklardan oluşuyor.
Bir kabile düşünün, güçlü bir ordusu olsun,
Tanrıya/Tanrılarına güçlü (erkek) veya güzel (kadın) insan kurban etmek gibi bir ritüelleri olsun. Bu güçlü ordunun fertleri "en güçlü düşman erkeğini veya en güzel düşman kadınını" tutsak etmenin, Tanrılarına, haliyle kabilesine yapacakları en büyük hizmet olacağı öğretilerek yetiştirilirler. Onlara göre kendi kabileleri ve Tanrıları özeldir, kendileri seçilmiştir, sadece kendi yolları doğrudur, diğer tüm yollar sapkındır ve yok edilmelidir, bu sebeple başka insanları yakalayıp tutsak etmeye, kurban etmeye doğuştan hakları vardır.
Elbette hepsi acıyı tatmıştır, elbette hepsi kendi kabilesi içindeki fertlere empati yaparlar, kendilerince mükemmel ahlaka, yasalara sahip olduklarını düşünürler. Ne var ki başka kabilelerin, insanların hakları zerre kadar umurlarında olmaz. Çünkü kurbancı, baskıcı, yağmacı, katliamcı, tecavüzcü bir kültürün ağır çekici ile yaşam boyu dövülerek bu şekli almışlardır.
Bir gün bu kabilede söylenmeyen sözleri söyleyen biri/birileri çıkar. Kim bilir, belki tutsak ettiği kadın kurbana aşık olmuştur, belki tutsağın üzüntüsü içine oturmuştur, belki tutsağın da bir insan olduğu, kendisi yüzünden öldürüleceği kafasına dank etmiştir. Der ki: "yeter artık!".
Bir gün diğer kabilede eşi/oğlu/kızı tutsak alınan kişi/kişiler der ki: "yeter artık!".
Tepkiye katılım miktarıyla orantılı olarak isyanlar çıkar ki, yeterli katılım sağlanmışsa devrim de olur, yeni bir çağ da açılır, koca bir din de çöpe atılır veya
dişleri tamamen sökülerek kalan hayatını sıvı gıdayla geçirmesi sağlanır.
Dinler böyle masum nedenlerden doğmazlar. Genelde, var olan dinin yozlaşmasını gören bağnazların "din elden gideyooo" diye isyan etmeleriyle ortaya çıkar. İsa'nın, işi tamamen ticarete dökmüş olan Yahudi fetvacılara isyanı ile Hristiyanlık, Muhammed'in, dinlerini uygulamayan Yahudilere önce yaranmaya çalışması, yaranamayınca da öfkesiyle Müslümanlık doğmuştur.
Dinler her nasıl doğmuş olurlarsa olsunlar, kendi zamanlarının, kendi kabile yaşamlarının ahlakından, hukukundan, doğrularından oluşurlar. Hiç bir evrensel yanı yoktur, olamaz. Çağ ilerledikçe ilkel/güdük kalan statik öğretileriyle Tanrısal bir kaynak olma ihtimalleri yoktur. Haliyle, evrensel oldukları iddiası akla ve sosyolojiye aykırıdır.
Örneğin İslam, Tanrılara insan kurban eden dinlerle (Aztek dini) karşılaştırılamaz gibi görünebilir. Aslında bu, olaya nasıl baktığınızla ilgilidir. Örneğin,
Benu Kureyza katliamında teslim olan 600-900 erkek, karılarının/çocuklarının önünde kafaları kesilerek katledilmiştir. Günümüzde Müslüman IŞİD katilleri de aynısını yapmaktadır.
Örneğin, Yahudilik kabile dinidir, Yahve de Yahudilerin Tanrısıdır, Yahudileri diğer milletlere üstün kılmıştır vesaire.
Örneğin, İslam Müslümanlar arasındaki hukuku düzenler. Müslümanların içinden Müslüman hür erkeğe ayrıcalıklı bir yer verir, Müslüman kölenin hakkı yoktur, Müslüman kadının hakkı erkeğe göre yarımdır. Diğer dinlere tabi kişilerin İslam hukukunda yeri yoktur. Hakim mezhebe göre, diğer mezheplerin bile yeri yoktur.
--/--
İnsanın sosyal yaşamı, yaşamda kullandığı aygıtlar geliştikçe, insan hakları da, hukuku da, ahlakı da, etiği de değişir/gelişir. Dünün ayıpları bugün normal görülür, dünün normalleri bugün suç olur. Dinler de insanın sosyal gelişim tarihinin parçası olduğu için, öğretilerinde ahlaki ögeler barındırması bizi şaşırtmamalıdır.
Sevgiler