Turan Dursun Sitesi Forumları
Geri git   Turan Dursun Sitesi Forumları > Dünya Dinleri, Mitoloji & Antik Uygarlıklar > Mitoloji & Esoterisizm

Cevapla
 
Başlık Düzenleme Araçları Stil
  #1  
Alt 11-11-2014, 20:13
Felâsife - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Felâsife Felâsife isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
 
Üyelik tarihi: 19 Jan 2014
Bulunduğu yer: Hayret!
Mesajlar: 4.039
Standart BÜYÜK UNUTUŞ - Bir Ruhsal Kurgu Pratiği

Ruhsal kurgu neden olmasın diye kaleme alınmış bir yazıdır.
Ruh zaten kurgudur denirse de, cevap açıktır, bu "Kurguların Kurgusudur"
Anlatılan olayların gerçekle uzaktan yakından alakası sınırlı olup, isim benzerlikleriyse tamamiyle tesadüftür.
İsimse Daniel Quinn'in B'nin Öyküsü kitabının, Büyük Unutuş kısmından esinlenmiştir.
*------------ o ------------*
Bu aslında bir yazılar dizisidir, yazının tamamı bitmiştir, toplamda 8-9 bölümdür.
Bölüm bölüm buradan bir kaç haftada bir yayınlamayı düşünüyorum.
Yayınlama tamamen bittiğindeyse .pdf olarakta sunarım.

Keyifli okumalar.
*------------ o ------------*


DÜŞÜNCE İMPARATORLUĞU - SONSUZ SESSİZLİK

Evrenin bilinmeyen bir yerinde, görünmez varlıklar yaşarmış, bunlar görülmediği gibi, duyulmaz, hissedilmez, madde denilen şeyden tamamiyle azade varlıklarmış.
Herhangi bir bedenleri olmadığı için, herhangi bir yurtları da yokmuş, bir birleriyle anca telepati ve hayal denilen, düşüncenin kurguladığı sanal bir gerçeklikte, ortak hayalde iletişim kurabilirlermiş.

Bunlar en basit deyimle birer "düşünce formlarıymış", doğum yok, ölüm yok, temas yok, açlık tokluk hiç yok, vs. vs. tamamen nötr varlıklarmış.

Her şeyi düşünebiliyorlar, lakin bu düşüncelerini vücuda getiremiyorlarmış, buna anca hayalde imkan bulabiliyorlarmış.
Diğer yandan çeşit çeşit, farklı farklılarmış, yani hepside aynı değilmiş, lakin bu farklarda bir çatışma ortamı oluşturmazmış hiç bir zaman.

Bunların görünmezlik olayı hem en büyük özellikleri hemde en büyük sıkıntılarıymış, zira madde bazında hiç bir şeye sahip olamazlar ve her şeyin içinden geçip gittikleri için, hayallerinden, düşüncelerinden, birde kimliklerinden başka hiç bir şeyleri yokmuş.
Hasılı bunların yaşamları statik bir yaşammış, isteseler de dinamik olamıyorlarmış.

Eylemsizlik veya durağanlık denilen bu statik durumla da sonuçta baş edebiliyorlarmış, neticede zaman, doğum, ölüm gibi şeylerin baskısını yaşamadıkları için, statik durum bir problem değilmiş.
Saf düşünce oldukları ve beden gibi baskıları da bulunmadıkları için, istedikleri hayali kurup, o hayalin içinde istedikleri gibi de davranıp, her türlü deneyimi de yaşayabiliyorlarmış.

Teknik olarak bir birlerini de göremiyorlarmış, kendilerini de göremiyorlarmış, gördükleri bir birlerine görünmesini istedikleri hayali suret neyse oymuş, erkek ve dişi potansiyeline de sahiplermiş, yani hem erkek hemde dişi olabiliyorlarmış.
Ben kimim sorusunun cevabı onlar içinde muğlak bir cevapmış, bunun tam bir cevabı yokmuş.

Diğer yandan hayal dünyasının gerçeklik algısı ve yaşanılan gerçeklik hissi de hayallerle kısıtlıymış ve hayalde de zaman kavramı olmayınca çekilen acıda, sevinçte, hazlarda statikmiş.

En son yaşanılan his neyse hep o kalıcı oluyormuş, dolayısıyla bir önceki hisler ne yaşanırsa yaşansın, hiç yaşanmamış gibi oluyormuş.

Acı varsa hep acı, sevinç varsa hep sevinç, sonu olmayan bir sonsuzluk gibiymiş duygular.

Hafızanın yazılacağı fiziksel bir ortam olmayınca da, hafıza da kayda geçemiyormuş, geçmişin yaşanılmışı da bugünden bilinemiyormuş, düşünce ise her daim o ana odaklı olduğu için, ve anlarda her daim bir biri üstüne bindiği içinde, bir öncekine ulaşmak imkansız gibiymiş, düşünce otomatik işler ne yapacağını da bilirmiş.
"Hafıza olayına ortak bilinç alanları yaratarak çözümde bulmuşlar sonradan, lakin her zaman en az birinin bu alanı aktif tutması gerekiyormuş, yoksa kimse olmazsa o alanda ki bilgi anında siliniyormuş, nöbetleşe bunun üstesinden gelmişler, önemli gördükleri şeyleri bu alanlara aktarabilmişler."
Gerçi hafızasızlığın bir iyiliği de varmış, her zaman yaşanılan his, ilk his gibi olunca, etkili de oluyormuş bir yandan, 100 kere sevinç yaşasada bunun yansıması her daim sevinç 'miş, önce olmayınca sonrada olmuyormuş, çok kavramı ve sayılar zamandan soyutlanmış bu statik ortamda, zaten anlamsız, kimsenin işine yaramayan kavramlarmış.
Hareket ettikleri zaman, düşünce hızında hareket ediyorlarmış ki düşünmeleri yetiyormuş zaten.
Böyle garip bir yaşam;
Ne doğum var içinde, ölümden azade.
Ne ölüm var içinde, doğumdan azade.
Derken bu alem bir gün şu sözlerle çalkalanmış,
"Bedenlenmenin bir yolu bulundu !!"


*------------ o ------------*
Devam edecek...
Gelecek bölüm: ÇATIRDAYAN EYLEMSİZLİK - YAŞAMA İLK TECAVÜZ

Derinde ittifaklar var, yüzeye çıktıkça ayrılıklar.
Zıtlar temelde aynıdır, gayrı hikayedir ayrılıklar.
Artık yersen bu ayrılıktır, yemezsen de aynılıktır.
Aynılaşanlar ayrı olamaz, kandırmacadır ayrılıklar.
Alıntı ile Cevapla
  #2  
Alt 18-11-2014, 22:59
Felâsife - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Felâsife Felâsife isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
 
Üyelik tarihi: 19 Jan 2014
Bulunduğu yer: Hayret!
Mesajlar: 4.039
Standart

ÇATIRDAYAN EYLEMSİZLİK - YAŞAMA İLK TECAVÜZ

Herkes büyük bir heyecana, devamında da korkuya kapılmışlar, zira söylentiler öyle çoğalmış ki herkes bir şeyler söyler olmuş.
İlk defa eylemsizlik kendi ile çelişir duruma gelmiş, herkes hareket edince o da çatırdamaya başlamış adeta.

Akabinde büyük bir konferans düzenlenmiş, zira işin içinde yok olmak gibi, bir bedenin içine sıkışıp kalmak söylentileri de yayılmış.
Lakin bir süre sonra bunun korktukları gibi olmadığını anlamışlar, zira madde denilen şeyin bir ömrü varmış, sonsuz değilmiş, sürekli aynı yapıda kalamıyormuş.
Canlılarda olay dahada kısaymış.

Kısaca bulunan yol şuymuş, canlı bir organizmaya en küçük boyuta kadar küçülüp, sıfır düşünceye gelip, kendini resetleyerek, ona hücresel bazda tutunup entegre olmakmış, yol buymuş.
Zaten saf düşüncenin bunu yapabilmesinde bir sorun yokmuş, isterse kendi yokluğunu bile gerçekleştirebilirmiş ki hiçlik noktasına kadar küçülmek sorun değilmiş.

Ruhlar bu entegrasyon olayına "aynalama" demişler, en küçük boyuttan itibaren o yaşamı taklit etmek, onun gibi olmak, ona tutunup, onun yaptığını yapmakmış mesele.

ve tabi bir aynanın karşısına geçip, derin derin kendilerini incelemek gibi, garip özlemleri de olunca, "aynalama" herkesçe kabul görmüş.
Ruhlar hiç bir şartta zeminde kendilerini göremiyorlarmış zaten!

Hiç yapılmamışlığın verdiği büyük heyecanın adıymış aynalar!...

Araştırmalar sonunda dünya denilen gezegende böyle bir canlı bir ortam keşfedilmiş zaten, gerçi oradaki yaşam mini düzeyde bir yaşammış, yosundan, çimenden, mikro organizmadan ötesi yokmuş, zaten yeterli oksijeni de yokmuş.

İşte ruhlarında tam aradığı buymuş, doğup, büyüyüp, gelişen ve akabinde de yok olan bir düzenmiş aradıkları.
Gerçi o dönemde yok olma, yani ölüm uzun bir süreçmiş, bu yaşam çeşitinin yüzlerce, binlerce yıl yaşayanları da varmış, çok gelişmedikleri için hep aynı şekilde de kalıyorlarmış, yani o yaşamda bir nevi statikmiş.

Statik bir yaşamı başka bir statik yaşamla değiştirmek önceleri pek cazip gelmemiş.
Lakin bu statik ortamı hızlandırıp dinamik bir yapıya sokmak, fırsatı geçmiş ellerine, devamında onun ölümü de öne alan bir durummuş bu, yani

"ne kadar çabuk gelişme o kadarda çabuk tükeniş."

İşte bu noktada bazı ruhlar bu olaya ta baştan, ilke olarak karşı çıkmışlar, zira onlara göre bu başka bir yaşama tecavüzden başka bir şey değilmiş!

Bir özgürlük nasıl olurda bir başka özgürlüğü, hemde onun rızası olmadan işgal edebilirdi ki?

Özgürlük bunun neresinde, söyleyin bize?

*------------ o ------------*

Devam edecek...
Gelecek bölüm: LANETLENMİŞ BEDENLER - RUHLARIN LANETİ

Derinde ittifaklar var, yüzeye çıktıkça ayrılıklar.
Zıtlar temelde aynıdır, gayrı hikayedir ayrılıklar.
Artık yersen bu ayrılıktır, yemezsen de aynılıktır.
Aynılaşanlar ayrı olamaz, kandırmacadır ayrılıklar.
Alıntı ile Cevapla
  #3  
Alt 27-11-2014, 13:23
Felâsife - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Felâsife Felâsife isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
 
Üyelik tarihi: 19 Jan 2014
Bulunduğu yer: Hayret!
Mesajlar: 4.039
Standart

LANETLENMİŞ BEDENLER - RUHLARIN LANETİ

Bizler evrenin uyumuyuz, başka bir şey bilmeyiz, eğer başkalarına müdahale edersek, bu evrenin kadim düzenini alışıla-gelmişliğini bozar, kendi heves ve heyecanlarımız için, başka bir yaşamı amacından çıkartmak, onu geliştirmek, devleştirmek, onu başkalaştırmak ne kadar doğrudur?
Biz bu istilaya ortak olamayız, karşıyız!... demişler.

Dedikleriniz doğru, ama diğer yandan da önümüzde hiç bir zaman yaşayamayacağımız, bilemeyeceğimiz fırsatlarda bize göz kırpıyor, buna engel olamıyoruz demiş maceracı ruhlar.

Karşı gelenler, eğer evrenin yasaları bir kez delinirse ve bunun önü kesilmezse peşinden neler geleceğini hiç birimiz öngöremeyiz, bu bizi de yok edebilir.

Yok etmese bile ilkesi olmayanın, var olmasının ne anlamı var?
Adalet sade bize değil, herkese ve her şeyedir...

Ama madem bu duygu baskın geliyor, buna engel olmayacaksınız, lakin buraya geri gelirken de bunlardan tamamen temizlenmeden de sizi tekrar aramıza almayacağız, yani şartlarımız var derler.
1- Dünyaya 2. bir kez asla giriş yapmayacaksınız!...
2- Ben'lik olduğu sürece buraya da giremeyeceksiniz!...
3- Ağlayarak doğacak, doğumla çoğalacak, yemekle beslenecek, beslenmezseniz öleceksiniz.
4- Bencillik yapıp, başkalarına zulüm etmeyeceksiniz, bunun kurallarını VİCDANLARINIZA biz yazacağız, oradan okursunuz.
"DOĞRU" yu aramak için yaşayacak, onu bulduğunuzdaysa Yalnızlık, Acı ve Sarhoşlukla karşılaşacaksınız, "YALAN" da ise Huzur ve Tatlılık bulacaksınız.

İnsan başkasına yalan söylese de VİCDANINDA bunun YALAN olduğunu illaki bilecek, dolayısıyla kimse kendini kandıramayacak, herkes kendini BİLECEK, bu BİLİŞİ unutanda bundan sorumlu olacak, unutmayıp egosuna uyanda zaten sorumlu olacaktır.

İnsan olmayı kabullendiğiniz için bu sorumluluğu da baştan kabullenmiş oluyorsunuz.

Kim ki bu kurallara karşı gelirse, onu kendi vicdanına ayna yapıp, onu o anılarla ve o acılarla baş başa bırakacağız ki ta ki kendi vicdanı ve diğer vicdanlar onu affedene kadar sürecek bu.

Değilmi ki dünyaya gelirken dünya yaşamına müdahale ediyorsunuz, ona tecavüz ediyorsunuz, bir başkasının özgür ortamını kısıtlıyorsunuz.
Olmayacak bir işe girişiyorsunuz.

Sizinde özgürlüğünüz kısıtlanacak!...

İsteseniz de düşünce esaretinden bile kurtulamayacaksınız.
İstediğiniz bedeni,
İstediğiniz cinsiyeti,
İstediğiniz aileyi,
İstediğiniz toplumu,
İstediğiniz dili,
ve
İstediğimiz şartları doğumdan itibaren, biz seçeceğiz ki her şeye sıfırdan başlayacaksınız.
"Özgürlüğe öyle hasret kalacaksınız ki her zaman başkalarını özgürlüğünüze tehdit olarak göreceksiniz"

"Ne dünyaya geldiğinizi, ne orada yaşadığınızı, nede oradan gittiğinizi bileceksiniz"

"Ne ilk aldığınız nefesi hatırlayacak, nede ilk gördüğünüz görüntüyü bir daha görebileceksiniz"

"Ne tam rüyalar görecek, ne gözünüz doyacak, nede hayallerinize tam ulaşacaksınız"
Bundan sonrası asla bundan önceki gibi olmayacak!...

demiş karşı çıkanlar.
*------------ o ------------*


HAKKI ARAMAK - KÖTÜLÜKLE YÜZLEŞME

Hakkı aramayacaksınız!...
Hak talebinde bulunmayacaksınız!...
Haksızlığa uğrasanız bile buna razı olacaksınız!...

Diğer türlü Hakkı gasp etmenizde zaten yasak, bundan daha çok mes'ul olacaksınız.
Hakkı arasanız da suçlu, hakkı gasp etseniz de suçlu olacaksınız.

Hakka dair ne varsa, size yasak olacak!...

Hakka ellemeyecek, Hakkı tesis etmeye çalışmayacaksınız!...

Sadece razı olacaksınız, başka seçeneğiniz olmayacak!...

Çünkü hayatı biz sizin için dizayn edeceğiz, onu DEĞİŞTİRMEYE ÇALIŞMAYACAKSINIZ.

Çerçevesini biz çizeceğiz, kaderinizi biz belirleyeceğiz ama kaderin içide boş olacak, bunu siz dolduracaksınız.

Kötülük işlemeye ruhsatınız yok, o yasak;
Lakin iyilik istemeye de hakkınızda olmayacak, o da yasak.
Her halükârda suçlu olacaksınız, masum olmayacaksınız.

"Ben kimim?" sorusunun cevabı, sizin için "Ben suçluyum!" dur, başka değil.
Değil mi ki ilk suçu, ilk günahı siz işlediniz, yaşama müdahale ettiniz, bunu anlayana kadar sürecek bu.

Ne zaman ki bir haksızlığa uğradığında başkalarını suçlamak yerine, kendinizi suçlarsınız.
Kendi içinizdeki esas kötülüğünüzle yüzleşirsiniz, bunu tam itiraf ettiğinizde, işte o gün bizde çok sevineceğiz.

Bunu o kişi görmese duymasa bile, çok iyi hissedecek, o da sevinecek, sevindiğimizi bilecektir.

Kim ki hak aramayıp, başkalarını suçlu görmediğinde, kendi suçunun bilincine erdiğinde,
Bu LANETİ en özel şarkılarımızı söyleyerek o ruhun üzerinden kaldıracağız.
Kaldırmazsak o lanet bize de olsun.

Aksi taktirde bu laneti hiç bir şekilde bozmayacağımıza söz veriyoruz.
LANET Adaleti bozanların, İlk suçu işleyenlerin üzerinden, gerçeklerini görmedikçe kalkmasın demiş, ilkelerin de ısrarcı ruhlar.
"Sonsuzluk o güne değin böyle bir lanet görmemişti,
lakin sonsuzluk o güne değin böyle bir ihtirasta görmemişti."

Karşılıklı sözler verilmiş, vicdanlara gereken bilgiler işlenmiş, adeta vicdanlar yeniden programlanmışlar.

Akabinde tüm ruhlar büyük bir törenle bunu kutlamaya başlamışlar.
Sonsuz mutluluğu terk etmek, acaba bir delilik mi olacaktı?
Yoksa bir anlık gerçek, sonsuzluğu gölgede mi bırakacaktı?
Yaşanmadan bilinmezdi? neticede yaşamak gerekiyordu.

Delice bir kumar olsa da bu yaşananlar, aslında kaybedilse de, kazanılsa da

her ikisi de ilk deneyimleri olacaktı.

Hiç bir sanallığın veremeyeceği ilk deneyimlermiş bunlar.
İlk kumar
İlk günah
İlk ceza
İlk risk
İlk bedenlenme
İlk ayrılık
İlk istilâ
vs.
...
Bu kadar ilk'in verdiği hazza karşı durabilmek zormuş, çılgınca kutlamışlar bunu.

Sonuçta istilada olsa yeni bir şeyin keyfiymiş yaşananlar, kutlanması ve kutsanması da gerekiyormuş, onlarda öyle yapmışlar.

Lanetler ve kutsamalar gölgesinde, büyük istila böylelikle başlamış, dünya hayatını dahada canlandırmak için, bulutlara benzer gemileriyle gelmişler.

Düşüncenin efendileri, ihtirasların kölesi olarak, uğruna lanetlendikleri, ilk'leri ilk kez yaşayacakları yer yüzüne, büyük bir tutkuyla yağmur gibi yağmışlar.

*------------ o ------------*


Devam edecek...
Gelecek bölüm: EN BÜYÜK İSTİLÂ - LABORATUVAR OLAN DÜNYA

Derinde ittifaklar var, yüzeye çıktıkça ayrılıklar.
Zıtlar temelde aynıdır, gayrı hikayedir ayrılıklar.
Artık yersen bu ayrılıktır, yemezsen de aynılıktır.
Aynılaşanlar ayrı olamaz, kandırmacadır ayrılıklar.
Alıntı ile Cevapla
  #4  
Alt 04-12-2014, 01:21
Felâsife - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Felâsife Felâsife isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
 
Üyelik tarihi: 19 Jan 2014
Bulunduğu yer: Hayret!
Mesajlar: 4.039
Standart

EN BÜYÜK İSTİLÂ - LABORATUVAR OLAN DÜNYA

Evrenin o güne kadar görmediği, o günden sonrada göremeyeceği en büyük İstilâ sonrası hayat bir süre sonra suların deli gibi çağıldadığı, kuşların öttüğü, ormanların çoğaldığı, rüzgarın şarkılar söylediği, böceklerin hayvanların cirit attığı bir yer olmuş çıkmış.

Güneş bile başka parlıyormuş sanki.

Ruhlardaki yaşam enerjisi çılgıncaymış, her ne kadar güçsüz olsalarda, düşünce boyutunda kendilerini sıfırlasalarda, yeni bir şeyin verdiği heyecanı çok baskılayamamışlar, dolayısıyla herşey azman boyutlarda kontrolsüz bir büyüme göstermiş.

Düşler yurdunun gerçekliği akıllarını başlarından almış, hoyratça davranmışlar.

Koyun kadar böcekler, devasa yaratıklar, anormal bitkiler derken dinamik yaşam olayı çığırından çıkmış gitmiş.
Hasılı bu dinamik yaşam ruhları bozmuş yada ruhlar yaşamı bozmuş, bu pek bilinmez ama bilinen kontrol iyice kaybolmuş.

Yeniden toplanmışlar, demişler bu böyle olmayacak, yaşamı yeniden dizayn edelim, daha kontrollü davranalım, vs. ler diyerek kararlar almışlar, programlar programlamışlar.
Konseyin gücüyle tüm ruhları geri çağrılınca dünyada ki o devasa yaşam bir gecede bitmiş, yaşam gene en basit statik şekline dönüvermiş.

Aradan zaman geçmiş, zemin geçmiş bu sefer ruhlar daha kontrollü gelmişler, fakat çok geçmeden gene karman çorman devasa bir yaşam oluşmuş, sonra gene karar almışlar, gene geri çağrılmışlar.

Bu olay bir kaç kere böyle devam etmiş.

Dünya onların laboratuvarı olmuş.

Aslında bunun böyle olacağını da önceden tahmin de edebilmişler, karşı gelen ruhlar bunu da bahane etmişler çünkü, başka yaşamlar sizin oyuncağınız değil demişler.
Bu yüzden olayı bir ar-ge gibi de ele almışlar, notlar tutmuşlar, hatalarını kusurlarını görmüşler ve en sonunda esas işe koyulmuşlar.

Ve "İnsan" dedikleri, hayallerinde büründükleri o şeklin, gerçeğini gerçekleştirmeye sonunda koyulmuşlar.

Lakin bu kolay bir iş değilmiş, birden bire insan yapmaya teknik olarak güçleri yetmiyormuş, ayrıca yemek, içmek, hastalıklar, üreme vs.ler nasıl olur, ne yapılır, ne edilir bunu da bilmiyorlarmış, böyle bir deneyimi daha önceden teori haricinde, pratikte hiç denemedikleri için, İnsan konusunun bir hayli zorlanmışlar işin aslı.
Karar almışlar, her şeyi çok küçük küçük ayarlar yaparak, yaşamı yok etmeden, deneye yanıla yapmaya karar vermişler.

Zaman sıkıntıları da olmadıkları için, binlerce, milyonlarca yıl bu işe adamışlar kendilerini, diğer yandan da oldukça dikkatli davranmışlar, sonuçta ellerinde ki tek fırsatta buymuş, bu yaşamı kaybetmek riskini gözede almamaya çalışmışlar.

Otlar, meyveler, bitkiler derken ette yemişler ve binlerce yıl bunları gözlemlemişler, bakmışlar ki et yedikçe beyinleri dahada büyümeye başlamış, doğa kitabını okumaları, tuzaklar kurmaları, göçler yapmaları vs.ler daha kolaylaşmış, et ağırlıklı bir yaşam, küçük köy kabile şeklinde yaşamaları, üremeleri, beslenmeleri ve sağlıkları açısından çok daha iyiymiş, böylelikle buzul çağlarını bile atlatmışlar.

*------------ o ------------*

Devam edecek...
Gelecek bölüm: ŞAMANLARIN BÜYÜSÜ – ÖZ DÜŞÜNME

Derinde ittifaklar var, yüzeye çıktıkça ayrılıklar.
Zıtlar temelde aynıdır, gayrı hikayedir ayrılıklar.
Artık yersen bu ayrılıktır, yemezsen de aynılıktır.
Aynılaşanlar ayrı olamaz, kandırmacadır ayrılıklar.
Alıntı ile Cevapla
  #5  
Alt 06-12-2014, 03:48
Felâsife - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Felâsife Felâsife isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
 
Üyelik tarihi: 19 Jan 2014
Bulunduğu yer: Hayret!
Mesajlar: 4.039
Standart

Buraya kadar okuyan oldu mu bilmem ama araya şöyle bir girmek isterim.

Aborjinlerle ilgili okuduğum bir yazının arasında;
Avustralya | Aborjinler
Aborjinlerin dini inanışlarına göre Hayal Zaman denilen bir dönemde ruhlar toprağın üzerinde dolaşıp tüm hareketli hareketsiz varlıkları, ağaçları, taşları, nehirleri ve insanları yaratmışlardır. Bazı yorumlamalara göre toprak ve barındırdığı her varlık bütünüyle kutsaldır. Çitleri, demiryolları ve hayvanlarıyla beraber gelen beyaz adam da bu kozmosun bir parçası olduğundan yerlilerin ona karşı bir müdahale hakları olamaz. (Bruce Chatwin'in "Songlines" adlı eseri Aborjin dini inanışları ve açılımları ile ilgili derinlemesine ve tarafsız bir okuma için önemli bir kitaptır.)
Bir nevi benim yazımda bu boldladığım kısımla paralel gidiyor, hoşuma gitti.
Bruce Chatwin'in kitabını da okumak isterdim ama ing. olmayınca okumak imkansız.
Gerçi bu yerlilerin koca kıtayı "şarkı yolları" diye adeta haritalandıklarında izlemiştim.

Bir yere giderlerken kara abimiz şarkılar söyleyerek gidiyordu, spiker sormuştu, ya bu şarkıları yanlış okursan ne olur? diye.
Yo yanlış okumam, eğer okursamda bu ruhlara çok kayıp olur filan demişti.

Gittikleri her yolun, her patikanın ayrı bir şarkısı varmış ve bunları zaten kuşaktan kuşağa da ezberliyorlarmış.
Bizdeki deyimle yola, Türkü çığıra çığıra gidiyorlar.
..'Balanda' yani beyaz adam bu topraklara ilk ayak bastığında, ilk gözüne çarpan, o garip hayvan oldu.
Ormanların, nehirlerin, çöllerin sahibi Aborijin'e sordu: "Adı ne?".
Aborijin cevap verdi "kanguru",
yani "seni anlamıyorum".
Bu da burada ki Umut'un ağıdı adlı bir Aborjinin yazdığı hikayeden.
Günümüzden sadece 214 yıl önce, buraların gerçek sahibi Aborijin yerli, kıyıya çıkan İngiliz gemisinin kaptanına "Warra warra!" yani "geri gidin" demişti.

Çok geçmeden İngilizler bu verimsiz ve belalı topraklara mahkûmlarını gönderdiler. Hayalperestlerse, yeryüzünün en ücra köşesindeki bu zindan adada umut aradılar. Vahşi doğa ve sert toprak ehlileştirildi, kıta göçmenlere kucak açtı, özgür ve mutlu bir hayat vaat etti. Avustralyalılar her yıl, bir gün boyunca, kurmuş oldukları bu yeni hayatı kutlamalarla anarlar.
Aynı gün, bu toprakların ilk sahipleri Aborijinler, protest şarkılarla ve tek bir sözcükle, o tarihte olup bitenleri yinelerler: "İstilâ"
İstilâ bu dünyanın bir kaderi gibi, lakin hiçte haketmediği bir kaderi ama yapacakta bir şey yok.
İnsan olarak İSTİLÂYI iyi biliyoruz demek ki.

Neyse efendim istilâ, pardon hayat, aman neyse dilim sürçtü yazı devam ediyor, haftaya Şamanlarlayız.
Daha sonra ki haftada Tanrılarlayız, yani "Tanrılar çağı" gelecek.

Derinde ittifaklar var, yüzeye çıktıkça ayrılıklar.
Zıtlar temelde aynıdır, gayrı hikayedir ayrılıklar.
Artık yersen bu ayrılıktır, yemezsen de aynılıktır.
Aynılaşanlar ayrı olamaz, kandırmacadır ayrılıklar.
Alıntı ile Cevapla
  #6  
Alt 06-12-2014, 17:16
RainFall RainFall isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Yasaklandı
 
Üyelik tarihi: 10 Dec 2013
Mesajlar: 840
Standart

Vay be sende ne tur bilgiler varmis seni fazla kucumsemisim mukemmel devam et.
Alıntı ile Cevapla
  #7  
Alt 06-12-2014, 18:08
Felâsife - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Felâsife Felâsife isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
 
Üyelik tarihi: 19 Jan 2014
Bulunduğu yer: Hayret!
Mesajlar: 4.039
Standart

Ehehe, eyvallah sağ olasın.

Derinde ittifaklar var, yüzeye çıktıkça ayrılıklar.
Zıtlar temelde aynıdır, gayrı hikayedir ayrılıklar.
Artık yersen bu ayrılıktır, yemezsen de aynılıktır.
Aynılaşanlar ayrı olamaz, kandırmacadır ayrılıklar.
Alıntı ile Cevapla
  #8  
Alt 11-12-2014, 17:17
patasana patasana isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
 
Üyelik tarihi: 06 Nov 2014
Mesajlar: 208
Standart

Sayın Felasife yazınızı okudum güzel gidiyorsunuz, siz yazın elbet okuyan biri bulunur.
Alıntı ile Cevapla
  #9  
Alt 11-12-2014, 19:19
Felâsife - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Felâsife Felâsife isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
 
Üyelik tarihi: 19 Jan 2014
Bulunduğu yer: Hayret!
Mesajlar: 4.039
Standart

haliluo´isimli üyeden Alıntı Mesajı göster
Sayın Felasife yazınızı okudum güzel gidiyorsunuz, siz yazın elbet okuyan biri bulunur.
Teşekkürler, devam etsin öyleyse.

Derinde ittifaklar var, yüzeye çıktıkça ayrılıklar.
Zıtlar temelde aynıdır, gayrı hikayedir ayrılıklar.
Artık yersen bu ayrılıktır, yemezsen de aynılıktır.
Aynılaşanlar ayrı olamaz, kandırmacadır ayrılıklar.
Alıntı ile Cevapla
  #10  
Alt 11-12-2014, 19:25
Felâsife - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Felâsife Felâsife isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
 
Üyelik tarihi: 19 Jan 2014
Bulunduğu yer: Hayret!
Mesajlar: 4.039
Standart

ŞAMANLARIN BÜYÜSÜ – ÖZ DÜŞÜNME

Denemeler başarılı olmuş ve buzul çağını iki tür atlatmış, ikisi de kaya gibi sağlamlarmış, beyin olarak yeterli seviyeye de gelmişler, artık sıra gelmiş soyut kavram olayına, yani 2. aşamaya gelmiş...

Böylelikle ruhların o laneti de devreye girmiş, zira insanlar artık çevre olgusuna, aile, düşünebilme, iyiyi kötüyü ayırt etme seviyesine azda olsa gelmişler.

İlk insanlar oldukça tehlikeli bir çevrede yaşıyormuş, en ufak bir hastalıkta hemen ölüyor, kendini çok tedavi edemiyormuş, ayrıca ümitsizlik, ışıksızlık gibi bazı içsel sıkıntılarda baş göstermiş, onlara bir ümit, ışık olması açısından rehberler önderler lazım demişler.

Zira önderleri olmayınca, ne yapacaklarına çok kararda veremiyormuş insanlar, rüyalar ile kontak kurulsa da, rüyada statik bir ortam olduğu için, soyut kavram bilgileri de zaten az olduğundan, pek bir işe yaramıyormuş.
Ruhlar konseyi bu duruma direk müdahale için, bazı ruhları özel olarak seçip, bu seçilmişleri yeryüzüne göndermeye karar vermişler.

Burada ki olay bunların resetlenme/aynalama hadisesinin %0 olarak değilde, %1 olarak yapılmasıymış, o %1 'lik fark ilede bunlarla kontak kurabilmeyi umut etmişler.

Evet dedikleri gibi de olmuş, lakin bu kişiler çocukluklarında ve gençliklerinde öyle bir hastalanmışlar ki kendileri ormanlara, sulara atmışlar, adeta delirmişler, günlerce bağırmışlar çağırmışlar, insanlarda şaşırmışlar bu duruma, n'oldu bunlara böyle diye, fakat o ateşli durum geçtikten sonra, durgun sular gibi durulup;

Köylerine mağrur krallar gibi geri gelmişler.

Halklarda onlarda ki bu değişimi fark etmiş, onlara saygıda kusur etmemiş, önderleri bilmişler, dediklerinden çıkmamışlar.

Onlarda onlara kamp ateşi başlarında, davullar çalmış, şarkılar söylemiş, şiirler okumuş, esrarengiz hikayeler anlatmış, unutulmuş efsanelerden bahsetmiş, hastalıklarını tedavi etmiş, yol yordam göstermiş, doğaya saygıdan sevgiden bahsetmiş, anlatmışta anlatmışlar.

ve Şamanlar da tarih sahnesine, dikey bir giriş yaparak, büyük istilanın kötü izlerini silmek için, büyülü tılsımlar gibi mistik damgalarını tarihe sessizce vurmuşlar.

Yarı çıplak, yüzleri boyalı, bu adamlar “az düşünüyor” olabilirlerdi ama bu az düşünme beraberinde onlara “öz düşünmeyi” de getiriyordu.

Onlardan sonraki medeniyet insanlarıda bu "özü düşünme" yetisini asla sahip olamayacaklardı, zira onlar için ne kadar çok düşünce, bir o kadar da kaos demek olacaktı ve onlar bunu da asla bilemeyeceklerdi.

Çünkü kaderi yazanlar onlar için bunu uygun görmüşlerdi, onlarda kendileri için uygun görüleni ister istemez candan uygulayacaktılar.
Kaderi uygulamanın yolu onun bilincinde olmamaktır ki işte o bilinçsizlik atmosfere iyice yerleşecekti.

Cehalet en büyük korku, korkuda en acımasız yönetici olacaktı insanlar için.

Özetle çok düşüncenin olduğu yerde "öz" düşünceden eser bulunmayacaktı, öz, azın arkasına gizlenecekti.

Aynı bunun gibi gerçeklerde, cehaletlerin arkasına gizlenecekti.

Bu kaderi yazanların bir oyunuydu, insanlarda bu oyunu bilmeden layıkıyla oynayacaklardı.

Dolayısıyla insanlar cehaletten, vahşi bir hayvandan kaçar gibi kaçacaklardı.
İnsanlar korku odaklıydılar, ve işin aslı insanlar BİLGİ den çok önceleri kaçmışlardı.

BİLGİ zaten onların evvelde bildiği bir şeydi, amaçları tekrar bilgiye ulaşmak değildi ki?
Zaten öyle olsa ruhlar alemini de terk etmezler, lanetlenmeyi de bile bile göze almazlardı.

İnsanlar aslında CEHALETİ bile bile seçmişlerdi, onların aradığı ulaşmak istediği cehaletti, deneyimdi.

O yüzden ÖZ den kaçmaları, onu cehaletle örtmeleri, bile bile ladesten ötesi değildi...
Fakat cehalet öyle bir şeydi ki bunu bile sonradan kabul etmeyecekti.
Genede alan memnun, satan memnundu.

Her şey büyük bir planın gerekliliği içerisinde oluyor, insanlar cehalete adete ateşe uçan pervaneler gibi delicesine de uçuyorlardı.
Bu onların başka bir kaderiydi, cehaleti iliklerine kadar yaşayacak ama onuda en doğru belleyeceklerdi.

DOĞRU kavramının bir büyüsü vardı, o insanı büyülerdi.
Lakin YANLIŞ kavramının bir büyüsü yoktu, o yüzden senaryoyu yazanlar, çoğu yanlışları doğrular ile yer değiştirip, herkesi büyülediler.
Herkeste bunu istemişti zaten, istenilen buydu.

*------------ o ------------*

Devam edecek...
Gelecek bölüm: TANRILAR ÇAĞI – TIRMANAN KAOS

Derinde ittifaklar var, yüzeye çıktıkça ayrılıklar.
Zıtlar temelde aynıdır, gayrı hikayedir ayrılıklar.
Artık yersen bu ayrılıktır, yemezsen de aynılıktır.
Aynılaşanlar ayrı olamaz, kandırmacadır ayrılıklar.
Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Önerilen Siteler

Başlık Düzenleme Araçları
Stil

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
Büyük hac (9:3) Hasan Akçay İslam 3 10-09-2016 02:02
Büyük ara tür atlası-1 Kurmay Evrim 7 08-12-2014 03:51
Büyük ara tür atlası-2 Kurmay Evrim 8 08-12-2014 03:41
Büyük Grev AhbAp Edebiyat 2 20-10-2011 22:43
Dünyanın en büyük ırkı,insanlık...En büyük dini,hümanizma... emperrordiablo Etik, Estetik, Sanat, Politika, Bilim & Eğitim 3 04-10-2010 02:48

Yetkileriniz
Yeni Mesaj yazma yetkiniz Aktif değil dir.
Mesajlara cevap verme yetkiniz aktif değil dir.
Eklenti ekleme yetkiniz aktif değil dir.
Kendi Mesajınızı değiştirme yetkiniz Aktif değildir dir.

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-KodlarıKapalı

Gitmek istediğiniz forumu seçiniz


Bütün Zaman Ayarları WEZ +3 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 08:36 .