Felasife;siz kitaplarda yazmayan bir sufizm veya tasavvuftan bahsediyorsunuz galiba..Ben yazılanları aktarıyorum..O yüzden ortak bir noktada buluşamayız..Zaten böyle bir derdimiz de yok..
|
Böyle bir derdimizin olmaması güzel elbet, sıkıntı yok o zaman.
Ayrı bir sufizm/tasavvuf derken, bir ayrılık yok bahsettiklerimde, yalnız sizin "yazılanları aktarmanız" meselesi yani kitaplarda ki tasavvuf meselesi, tasavvuf açısından eksik kalır her zaman.
Yazılanlar illaki tasavvuf açısından bir ön-fikir olabilir elbet ama illada budur demek hüküm vermek sıkıntılıdır.
Zira tasavvufta "
İlmi kâl" ile "
ilmi hal" denen bir ayrım vardır. İlmi kâlcilere göre, yazılanların çizilenlerin ötesi olmaz, bir insan eserinden, yazdıklarından anlaşılır. Akılcılık denen şeydir bu da yani.
Lakin bu mesele tasavvufta böyle değildir işte, "
ilmi hâl" denen şey devrededir. Aklın ötesi (
Keşfi akıl) dir.
Çokları tasavvuf bu yüzden, "
İlmi kâl değil ilmi haldir" demişlerdir. Şiirlerinde bunu işlemişlerdir.
Kâl ehlinin ahvâlini terk eyle Niyâzî,
Şimden gerû hâl ehlinin ahvâli göründü (Niyazi Mısrî)
Aşk imiş her ne var âlemde.
İlm bir kıyl ü kâl imiş ancak. (Fuzulî)
Her kimin kim hâli vardır kıyl ü kâli n'ider
Çün kanâat tadın aldı şekker ü bâli n'ider. (Kemâl-i Ümmî)
Kıylu kâl denen şeyde ilmi kâl ile aynıdır, aynı anlamdadır.
Bu yüzden Kâl dili, yani harf/yazı dili, "
hâl" i anlatmaya yetmez denir.
Sühreverdî, Seyyid Burhaneddin'nin huzuruna vardığında uzağa oturur. Aralarında tek kelime konuşma olmaz. "Birbirinizle konuşmamanızın hikmeti nedir?" diye sorulduğunda "Hâl ehli önünde hâl lisanı lâzımdır. Kâl lisanına ne hacet var?" der.
Özetle tasavvufun lisanı hâl lisanıyladır, yazılanlar, çizilenler kitaplar bu konuda delil bile olmazlar.
Zaten kitaplarda ki bilgiler (şiir harici)
ölü bilgilerdir, asırlar önce yazılmış şeylerin hükmünü hayat zaten siler/silmiştir. Bu acı bir gerçektir. Şiiri ayırmam da ki maksatta şiir gönüle hitaptır, muğlaktır, sevgi şefkat gibi duygular barındırlar, ölçü koymazlar, hüküm vermezler, net değillerdir. O yüzden şiirlerin beytlerin yeri ayrılır ama işin içine "
düz yazı" helede insanı ilgilendiren meseleler de şudur budur deniyorsa, ölçüler konuyorsa, hüküm veriliyorsa, bu o döneme aittir, geçmişte kalmıştır.
Zaman geçer çağlar değişir, ölçüler farklılaşır, hükümlerde doğal olarak değişir. Bu yüzden tasavvufta kitaplar delil değildir. Tasavvufu ölü bir şey sınırlandıramaz, çünkü tasavvufta yaşayan bir şeydir,
USTA/ÇIRAK meselesi de bunun içindir, o yaşayan olduğu içindir.
Bazılarında haller, keşfler çok olur, bazılarında az olur, bazılarında hiç olmaz bile.
Öteki türlü olsaydı kitaplarla bu iş pekala da kotarılabilirdi, lakin bu hiç böyle olmadı/olmaz.
Mesela tasavvufta "
Tecellide tekrar yoktur!" ölçüsü vardır. Birinin yaşadığı diğerine uymaz, herkes aynı yollardan geçmez, bu bile kitapların ölçü olamayacağı için böyledir.
Kitaplarda zaman donar ve hüküm donar.
Lakin gerçekte zaman hiç donmaz, hayat hiç durmaz, o yaşayan bir şeydir ve gelişir, büyür, sürekli hareket halindedir vs.
Sözün özü kitaplar ölüdür ve anca yâd edilebilirler, lakin onlara harfi harfine uymak yoktur, hatta Sufiler de canlı kitap tabiri bile vardır.
Başka öğretilerde görüyorum, kitapları baş tacı ediyorlar, herkes o kitabın istediği şekilde de hareket ediyorlar, tek tip olmak, ötesi yasak!
Benim bunu anlamam mümkün değil, zira Sufizm/tasavvuf denen şey böyle değildir çünkü.
Dünya size göre iyi demek ki..Yalnız bunu dediğiniz anda,otomatikman ben tasavvufa dair en ufak bir şey okumadım itirafını yapmış olursunuz..Gerçekten hiç okumadınız mı bu konuyu?
|
Okumam olur muyum, bilakis çok okuduğum için böyle diyorumya!
Onların dünyası insanlara toz pembe, farklı geliyor ve böyle bir dünya nasıl olabilir diye itirazda ediyorlar. Kabullenemiyorlar, oysa hayallerden sıyrılıp baksalar görecekler ama anlayışlarını terk etmek istemiyorlar, buna ne yapılabilir ki "
zorla güzellik olmaz" netekim.
Sufilik zaten Somon balıkların yaşamları gibi tersine bir yaşamdır, herkesin kötü gördüğü bir dünya, Sufi için güzeldir.
Bunuda sırf ters olmak için böylede yapmazlar elbet, öyledir çünkü, yolun sonunda bunu iyice anlarlar.
Arada ki haller, keşifler bile yolun sonuna gelince biter. Geriye sadece hayat kalır.
Her şeyin merkezinde olduğu bir dünyaya Sufi nasıl kötü diyebilir ki?
Doğduğumuz andan itibaren her şeyi de hazır, kim hangi yoldan gitmek istiyorsa o yollardan fazlasıyla da var, eksiği olmayan bir dünya!
Sufi bu dünyayı değiştirmeye kalkmaz!
Bırakın sufileri filan,Muhammed'in kendisi Dünya'yı bir gübre yığını olarak görür..!
|
Bu görenin sorunu.
Mesela Muhammedin ustası yok!
Vardı da ben mi göremedim, ustası olmadığı için Sufilik terbiyesinden geçmediğinden, Muhammed zaten kafadan Sufi de değildir, o peygamberdir, doğrusu budur.
Dikkat edin üstte hiç bir Sufi dünyayı değiştirmez dedim, oysa peygamberler de değiştirmek için gelirler. O yüzden peygamberler Sufileri bağlamaz.
Sufiler Allah'a HAKK derler.
|
Yo hakk illada Allah anlamında değildir, gerçek/hakikat anlamında da kullanılır.
Burada "Dipsiz karanlık"
S.23 başlığında geçer bu mesele. O kitap ayrıca meraklısı için çok güzeldir. İki kitaptır o
ikizide vardır.Felsefe-dışı terminoloji bakımından Mutlak ya da Gerçek, doğal olarak, Tanrı ya da Allah kelimeleriyle ifâde olunur. Fakat bn Arabî'nin kendine özgü tam anlamıyla teknik terminolojisinde Allah ile, mutlaklığı bakımından Mutlak olan değil de bunun özel bir vechesi murâd olunmaktadır. Gerçekten de mutlak olan Mutlak öyle bir şey'dir ki buna Allah dahî denemez. Bununla beraber, açık bir isim verilmeksizin herhangi bir şey Hakkında da konulamayacağından, İbn Arabî de Mutlak'ı kastederken Hakk kelimesini kullanmaktadır ve bu da Hakkîkat ya da Gerçek anlamındadır.
Hasılı Sufizmin kavramları da çoğunca yer değiştirebilirler, lakin bu bilinmeyince hep aynı şeyden bahsediliyormuş zannedilir.
Aslında şöyle demek lazım..Sufiler Dünya'nın bir uyku/rüya hali olduğunun bilinebileceğini söylerler..Matrix filmi gibi..Sufilere göre insanlar uyumaktadırlar ve uyanmalarının yolu da sufizmden geçer..
|
Sadece Sufizmden geçer diyemeyiz elbet, bildiğim Taoculukta bu konularda oldukça orijinallik içeriyor, zaten üste ki her iki kitaptada "
Rüya ve Gerçek" bölümleri var ve okuyanın kafasınıda hayli karıştıracak seviyede ileri bir konulardır.
Çünkü sufi de olsanız,Dünya'da nefsinize tam anlamıyla hakim olamazsınız..Bu yüzden ölüm,sufiler için önemli olmaktadır..
|
Zaten tam hakim olmak diye bir şey yok, ama nedir terbiye denen şey vardır. Terbiyede zaten sonsuza kadar değildir. Terbiye sürekli olsa üste Meryem, İdris/İlyas örneği vermiştim ki bu tamamen ruhanilik olur, insanî özellikler yok olur, Sufizmde ki amaç bu değildir tabi.
Ne diyor Rumi?
''Bedenle özdeşleşmekten kurtulursak hepimiz İsa oluruz''..!
|
Ben kendim olmadıktan sonra neyleyim İsayı, Musayı, Muhammed'i veya Mevlanayı, Arabiyi, hatta Tanrı bile varsa, o anca kendine var, benim için yok! O defter yıllar önce kapandı, bir şey olmak, bir şeye özenmek hiç bana göre değil.
Akıl ise bir tuzaktır, ona uymakta bir fazilette değildir, hâl/kâl örneğide bunun içindir, kâl de taklit olur, hâl de tahkik denen yaşam/yaşayış olur.
Aklı bugün robotlarda da gözlemleriz, bir iki program yükleriz ve onun dışına asla çıkmaz robotlar. Sonrada o robot ne kadar akıllı deriz. Akıl başka bir seçenek sunmamak gibi bir şeydir, kısıtlamaktır.
Ama insan öyle mi? İnsan kısıtlanamaz. Envai çeşit yol bulur, bulamasa bile icat eder, gene bildiğini okur.
Kısacası İnsan sadece aklı ile hareket etmez, sezgileri, duyguları hatta
delilikle bile hareket eder, yaptığı iş akla mantığı uymaz ama genede yapar.
O yüzden herkesin İsa olması akla hoş gelebilir, lakin benim gibilere gelmez. Sufilik zaten tamda böyledir tersine bir yaşamdır. Herkesin gittiği yol Sufinin yolu değildir.
Son olarak İbni Arabi'nin Kabe'de tavaf esnasında Sophia'yı gördüğünü,ayrıca Sophia ve Sufi kelimeleri arasındaki benzerliği de belirtmek isterim..
|
Kelime benzerliğine bir şey demem, ama kelime benziyor diye, içerikte benziyor anlamına gelmese gerektir. Logos, Sophia vb. bunlar Sufi termin de yok, var gibi aramakta ne kadar doğru olur, o da ayrıdır.
Özellikle bu Sophia kelimesini dünden beridir araştırıyorum,
burada geçen makaleye göre, Arabi kabe etrafında dönerken Nizam adlı bir genç kızla tanıştığını, onun Sophia (bilge/hikmet) olduğuna inandığını söyler diyor.
Altta kaynakçaları veriyor, lakin bende ki 3-4 tane Türkçe Fusus var onlarda Nizam/Sophia yok, tavaf esnasında tanıştığı bir genç kız yok, Fütühata gelince, ilk baskısı 70 lerde çıkmış S.Alpay 'ın var orada da yok bulamadım.
Ama S.Alpay Fütühatın hepsini almamış, bazı konular eksik, zira Fütühatın Arapçası zaten 2800 sayfa ciltler dolusu bir kitap. Aslında gereksiz bir sürüde bilgide var, bir mezhep imamı yazsa o da aynı şeyleri yazardı.
18 ciltlik Türkçe 2014 basımı dev bir arşivi indirdim, orada da bulamadım. 11. cilde geldim yok.
Arabi bunda çok şeylerden bahsediyor, Ademden önceki Ademlerden, Cebrailden, Hızırdan, 6 gün adamlarının biriyle konuştuğundan, Kabenin kendiyle konuştuğuna kadar bir sürü akla zarar şey anlatıyor ama bahsedilen Nizam/Sophia yok.
Aslında Nizam adlı bir genç kız var Tercümanü'l Eşvak (
Arzuların Tercümanı) adlı eserinde bahsediyormuş, yıllar önce okumuştum ama detaylarını unuttum tabi, onunda Fütühatla alakası yok o ayrı bir şiirsel eser ve bir hocasının kızı olan Nizam Ayn es-Şems'tir diyor.
Mesela burada Tercümânu'l-Eşvâk isimli âşıkhâne şiirleri ve gazelleri ihtiva eden eseri İbn Arabî'ye bu dilber ilham ediyor, İbn Arabi'nin bu eserdeki şiirlerinin konusu zahirde Nizâm, ama bâtında Allah'tır.
Diyor kısaca Daha sonradan, kendisine yöneltilen eleştirilerden dolayı bu şiirlerin dünyevî aşka değil, mânevî hakîkatlere dair olduğunu beyan eden uzun şerhler de yazmış.
Zaten Arabide kadın olayı çok farklı bir boyutta, kadın kötü filan olamaz, bunu diyen Arabiyi gerçekten tanımamıştır. Adamın Endülüste ki 3 şeyhi kadın zaten, kadın Kutup bile olur bilemeyiz der. Hele
şurada ki dediklerine bir bakın bunlarda
Fususun da geçer.
Erkek kadını sevdiği zaman onunla yatmak istemiştir. Yani sevginin sonunda meydana gelen şey. Nikah (kadın erkek münasebeti)nden daha büyük bir kavuşma yoktur. Onun için şehvet kişinin bütün vücudunu kaplar. Bu sebepten kişinin yıkanması emredilmiştir… Şüphesiz Allah, kulunun kendisinden başka bir şeyle lezzet bulduğuna inanmasını çok kıskanır. Onun için kendisinde fena bulduğu kadın suretine girerek tekrar kendisine dönmesi için yıkanma (gusul) ile onu temizlemiştir. Çünkü başka şekilde olmaz. Erkek, Allah'ı kadında müşahade ederse, buna münfailde müşahade denir… Allah'ı kadında müşahade etmesi tam ve en mükemmeldir. Çünkü Allah onlarda çok mükemmel müşahade edilmektedir. Zira Allah maddelerden soyut olarak hiç bir zaman müşahade edilmez. Allah'ın kadınlarda müşahade edilmesi en büyük ve en mükemmeldir. Kavuşmanın en büyüğü de nikah (münasebet)tir.
Ben zaten merak ettiğim için de ekstra aradım Nizam/Sophia olayını ama
Fütühatta yok, en son kaynakçada ki
Karen Armstrong, Tanrının Tarihi 'ni de indirip baktım, (bu kitapta fena değilmiş) orada tamam verdiği sayfada var ama o da kaynakçada başka bir İng.
Fütühat veriyor, Henry Corbin imzalı.
Hasılı sadece geriye Tercümanü'l Eşvak kalıyor o da bende yok. Orada da
Sophia deyip/demediğini de bilmiyorum. Bu büyük ihtimal dediğim gibi bu bir benzetme, sembolik bir çıkarıma benziyor.
Zaten dediğim gibi Arabide kadın olayı, çok çok farklıdır. Bunu fark edenler
şöyle makalelerde yazarlar zaten. 11.yy larda kadına bu bakış açısı, bugün insanını bile şaşırtır.
Dediğim gibi bu Sophia meselesini varsa bildiğiniz Arabi kaynağı bakmak isterim. Benimde ilgi allanıma giriyor mesele çünkü. Neticede bunu diyen bir adamı konuşuyoruz.
Biz dişiyiz oluşturduklarıyla
Şükür Allah"a ki kainatta hiç erkek yoktu
(İbni Arabi)