Evrim Kuramı - Yaratılış Doğması

Bilimi, olgusal dünyadaki (evren, doğa, toplum, birey) değişimi ve dönüşümü açıklama ve anlama etkinliği olarak tarif edebiliriz. Bu açıklama ve anlama işlemi bilimsel teoriler (kuramlar) aracılığıyla gerçekleşir. Gözlem ve deney yoluyla betimlenen olguların neden öyle olduklarını açıklamak ve genellemelere gitmek çabası, kuram oluşturma çabasıdır. Kuram kimi yasa, ilke veya açıklayıcı genellemeler içeren karmaşık bir sistemdir; açıkladığı olgu alanı geniş ve çeşitlidir. Açıklama, kuramın ilk önemli işlevidir. İkinci önemli işlevi, henüz gözlenmemiş olguları öngörmek, olgu alanını genişletmektir. Kısacası, iyi bir kuram açıklama ve öngörü gücü yüksek, eleştiriye açık, kendi içinde ve bilimin doğrulanmış diğer ilkeleriyle tutarlı kavramsal bir sistemdir.


Bilim sürekli, daha doyurucu, daha fazla olguyu açıklayabilen, daha kapsamlı kuramlar arayışı içindedir. Bilimde mutlak diye bir şey yoktur; çünkü hareket, değişim ve dönüşüm sonsuzdur. Örneğin, bir dönem tüm cisimlerin hareketini açıkladığı düşünülen Newton’un klasik mekaniğinin, 20. yüzyıla doğru, gerek evren çapında gerekse atom-altı düzeyde yeni olgularla karşılaşıldığında, bunları açıklayamadığı görülmüş ve Einstein’ın Görelilik kuramları ve kuantum mekaniği geliştirilmiştir. Görelilik ve kuantum, Newton mekaniğini reddetmez, onu aşar. Bu ikisi, Newton döneminde fark edilemeyen yeni bazı olguları da açıklayan daha geniş kapsamlı kuramlardır. Bilim böyle gelişir.

Evrim Kuramı, dünya üzerindeki canlılığın gelişimi, değişimi ve dönüşümünü son derece başarılı biçimde açıklayan bir bilimsel kuramdır. Son on yıllarda biyoloji alanındaki devrimsel gelişmeler ve ortaya çıkarılan yeni olgular, bu kuramı doğrulamış ve doğrulamaktadır. Şu anda canlılığın gelişimi alanında Darwin’in Evrim Kuramına alternatif bir kuram gözükmüyor. Fakat bu hiç olmayacak anlamına gelmez. Nasıl Newton’un klasik mekaniği aşılmışsa, belki de gelecekte yepyeni olgular ortaya çıkacak ve bu yeni olguları da açıklayabilecek daha kapsamlı bir canlılık bilimi kuramı ihtiyacı doğacaktır. Fakat tabii ki, bu da bilimsel bir kuram olacaktır.

Yaratılış “Teorisi” ise (ben “dogması” demeyi daha uygun buluyorum), bilimsel bir teori değildir. Birincisi, dayanağı olgular dünyası değildir, gözlem ve deneylere dayanmıyor. Dayanağı kutsal kitaplar ve dinsel dogmalardır. Yaratılışçılar, “teori”lerini destekleyecek herhangi bir deney ve gözlem yapamıyorlar. Böyle bir çabaları da yok. Dolayısıyla “fikir”leri, daha doğrusu inançları, bilim etkinliği çerçevesinde değerlendirilemez.

Yaratılışçılar, “bütün canlı türleri birdenbire ve aynı anda, bugün bulundukları biçimde yaratılmıştır” düşüncesini bilim dünyasına sunmak istiyorlarsa ve bilimsel bir düşünce olarak eğitim müfredatına girmesini arzu ediyorlarsa, bu düşüncelerini kanıtlamaya, bu düşünceyi destekleyen olguları bulmaya çalışmalıdırlar. Düşüncelerini destekleyecek gözlemler ve deneyler gerçekleştirmelidirler. Örneğin farklı canlı türlerine ait en eski fosillerin yaşının gidip gidip aynı dönemi gösterdiği belirlenebilirse, bu savundukları tez için ciddi bir kanıt teşkil edebilir. Ama böyle bir durum söz konusu değilse (ki değildir), tezleri baştan güme gitti demektir.

Öte yandan, diyelim ki, 3,5 milyar yıllık insan, at, kedi, köpek, dinozor, bakteri vs fosilleri bulundu! Hepsi 3,5 milyar yıl önceyi işaret ediyor. Bu, 3,5 milyar yıl önce bir şeyler olduğunu gösterir ama yine yaratılışı kanıtlamaz. Bir başka biri de (örneğin Daniken!) çıkar der ki, uzaylılar geldi, bütün bu canlıları bıraktı gitti! Ne diyeceğiz? Ayrıca yaratılış kanıtlanmak isteniyorsa deneyler de yetmez; bu yaratanın (tasarımcının) nasıl bir şey olduğu, bu yaratma enerjisini nasıl edindiği, yaratma eylemini hangi yöntemler gerçekleştirdiği vb. de açıklanmaya muhtaçtır.
Kısacası yaratılışçılara önerimiz, bilim alanına hiç girmemeleri, inanç dünyasında kalmalarıdır.

NOT: Bu konuda daha geniş bilgi için: 1) C. Yıldırım, Bilimin Öncüleri, “Bilimsel Kuram: Yapı ve İşlevi” bölümü, Bilim ve Gelecek Kitaplığı, s.45-49. 2) E. Helvacıoğlu, “Dinde son nokta, bilimde nokta bile değil!”, Bilim ve Gelecek dergisi, Sayı: 38, Nisan 2007.