Kuran'daki Akıl ve Bilim Dışılıklar 1+2 : Ölülerin Diriltilmesi

Kuran’da “akıl” geçmiyorsa da “A-K-L” kökünden türevleri vardır. “Düşünme” ama “iman için düşünme ”, “imana bağlı düşünme”, yani “din”in istediği doğrultuda “düşünme”… Anlamı bu. Bu düşünmenin temel hedefi “Tanrı”ya, “melek”lerine, “bir takım kitapların gökten indirildiğine”, Tanrının insanlara mesajlarını iletmek için kimi insanları aracı yapıp PEYGAMBER olarak gönderdiğine, “öldükten sonra dirilme olacağına”, “bu dirilmede insanların hesap vereceklerine”, kimi insanların CENNET’e kimilerinin CEHENNEM’e gideceklerine ve ayrıca her şeyin TANRININ TAKDİRİYLE olacağına, yani KADERE “inanmaktır”. Dünya’ya, göklere ve her türlü varlığa bu amaç için “bakılması ve düşünülmesi” istenir. Yalnızca bu hedef için.

Düşünme demek olan “fikr” kökünden türeme sözcükler de yer alır. Ama aynı doğrultuda. “Lübb” ve kimi yerde “hicr” de “akıl” demekse de yine aynı doğrultuda kullanılıyor Kuran’da. Yani bunların, bilinen “insan aklı” ile bir ilişkisi yok. Kuran’da bu yönde bir akıldan bahsedilmesi, İslam propagandasını yapanlar için özellikle kullanışlıdır. Çünkü bizim bildiğimiz anlamı ile “insan aklı” kullanılarak irdelenen olaylar sonucunda kişinin İslam’a yönelmesinin ihtimali bulunmamaktadır.

İslam propagandacıları hep yaparlar: Bir ayeti, bir hadisi ya da bunlardan bir parçayı ele alırlar. Bir bilimsel durumla, bilimsel buluşla karşılaştırırlar. Akla gelmedik zorlamalarla yoruma girişirler. Ve ardından şöyle derler:

“Bugün İLİM daha yeni bulduğu halde, bundan 1400 yıl önce böyle bir İLMİ HAKİKATE İŞARET edilmiş olması, bir MUCİZE’dir.”

Gerçekte, üzerinde durulan o ayetin, hadisin ya da parçasının sözü edilen o “ilmi hakikat” ile en ufak bir ilgisi yoktur. Ama var gösterilir. Özellikle bilimin sesini duyurduğu, etkinliğini gösterdiği çağlarda başvurulur olmuştur bu yönteme.

İnsanlara yönelik propaganda da belki de en sık kullanılanı ve İslam dinini de temelinde olanı (Kıyamet ve ölülerin diriltilmesini hatırlayın) ise ölmüş bir kişinin/canlının diriltilmesi mucizesidir. Bunun muhtemel nedeni, diğer pek çok olay bir şekilde açıklanabilir olmasına rağmen (doğa olayları, illüzyon vb.) ölmüş ve bir süre de ölü kalmış bir canlının tekrar diriltilmesidir. Aşağıda örnekleri sunulacak olan benzer olaylar ilk bakışta yüksek derecede inanma eğilimine neden olacak türden olsa da meydana geldikleri anda hiçbir şahidin (olayı aktaran hariç) bulunmaması şüpheli bir durumdur.

Adam, “Eşeğiyle Birlikte 100 Yıl Ölü Kalmış, sonra Dirilmiş”

Bakara suresinin 259. ayetinin, Diyanetin resmi çevirisindeki anlamı:

“Yahut atın üstünde gelmiş bir kasabaya uğrayan kimse gibisini görmedin mi? ‘Allah bunu ölümünden sonra nasıl diriltecek’ dedi. Bunun üzerine Allah onu YÜZ YIL ÖLÜ BIRAKTI, SONRA DİRİLTTİ. (Allah) ‘Ne kadar kaldın’ dedi. (Dirilen Adam) ‘Bir gün veya bir günden az kaldım’ dedi. (Allah) ‘Hayır! Yüz yıl kaldın. Yiyeceğine, içeceğine bak; bozulmamış. Eşeğine bak. Ve hem seni insanlara bir ibret kılacağız. Kemiklere bak! Onları birleştirip sonra onlara (nasıl) et giydiriyoruz!’ dedi. Bu ona (dirilen adama) apaçık belli olunca: ‘Artık Allah’ın her şeye kadir olduğuna inanmış bulunuyorum.’ dedi.”

Kuran yorumlarında açıklandığına göre: Bu ayette sözü edilen “kasaba” Kudüs. Eşeği ile birlikte “Yüz yıl ölü kaldıktan sonra dirildiği” anlatılan adam ise “Peygamber Üzeyir”. Ayette anlatılan şu:

Bir adam (Üzeyir) var. Karşısında altı üstüne gelmiş bir kasaba (Kudüs). Adam düşünüyor, “Tanrı bu ölmüş kasabayı nasıl diriltir?” diyor kendi kendine. Kasaba artık eski haline gelmez anlamında. İşte o sırada Tanrı, “Nelere kadir olduğunu” kanıtlama gereği duyuyor adama. Ve adamı öldürüyor. Eşeğini de… Adamın ve eşeğinin ölüsü YÜZ YIL orada, öylece kalıyor. (Nasıl da kimse görmüyor?!) Bozulabilecek türden “yiyecek ve içecekler” de var. Bunlar da orada aynı süre içinde kalıyor. Hem de hiç mi hiç bozulmadan! Yüz yıl! (Niye bu kadar yıl da daha aşağı ya da daha yukarı değil?) Sonra adamı diriltiyor “Tanrı”. Ve kendisiyle konuşuyor:

“Orada ne kadar zamandır bulunuyorsun, biliyor musun?”

“Bir gün ya da biraz daha az.”

“Ne diyorsun sen? Tam YÜZ YIL kaldın ÖLÜ olarak.”

“Tanrı” adamın yiyecek ve giyeceklerinin bozulmamışlığına ve eşeğinin biraz sonra nasıl dirileceğine bakıp düşünmesini, düşünüp “ibret” almasını söylüyor.

Adamın gözleri önünde “eşeğinin dirilişi”. Önce “kemiklerin bir araya gelişi”, sonra “bu kemiklerin et ile kaplanması”… (Her şey “ol” deyince oluyorsa, bunlara neden gerek görülüyor?) Ayette belirtildiğine göre bütün bunlar “insanlara İBRET(mucize) olsun diye” yapılmış. (Bu çağlarda neden bu tür mucizelere gerek görülmüyor? Peygamber yok da ondan denecekse inandırıcı olmaz. İlle de gerekliyse gönderilir bir “peygamber”. “Tanrı” için zor bir şey mi?)

“Kesilip Her Bir Parçası Bir Dağa Konmuş Olan Kuşlar, Çağrılınca Dirilip Gelmişler”

Konu hakkında verilebilecek bir diğer örnek ise Bakara Suresinin 260. ayetidir. Bu ayetin (yine Diyanet çevirisinden yararlanarak) anlamına bakarsak:

“İbrahim: ‘Rabbim ölüleri nasıl dirilttiğini bana göster’ dediğinde;”

“(Tanrı) ‘İnanmıyor musun’ deyince; (İbrahim) ‘Hayır öyle değil; fakat kalbim iyice kansın’ demişti. (Tanrı) ‘Öyleyse dört çeşit kuş al; onları kendine alıştır. Sonra onlardan her bir dağın üzerine bir parça koy. Sonra onları çağır; koşarak sana gelirler. O halde, Allah’ın güçlü ve Hakim olduğunu bil !’ demişti.”

Demek ki, İbrahim’in kafası öldükten sonra dirilmeye pek yatmamış. “Efendi Tanrı”sından (Rabbinden) bunu, somut biçimde kanıtlamasını istemiş. O da kabul edip kanıtlamış: “Dört kuş al. Kesip parçala, parçalardan götürüp dağlara koy. Ve sonra kendine çağır. Kuşlar dirilecek; koşup (uçup) gelecekler sana!” Böyle demiş ve gerçekleştirmiş. Bir “mucize” olarak. Bu da başka bir öykü. Kuran yorumlarında “kuşların tüylerine” kadar ayrıntılar da var. Aktarmaya gerek yok.

Bunlar “birer mucize” olarak anlatıldıkları için “akıl ve mantığa uygun” bir tevil’i yani “yorumu” olamaz. Kısacası; bunlar, maddi, somut biçimde yaşanmış şeyler, olaylar diye anlatılıp sunuluyor.

Turan Dursun, Din Bu 1