Eleştiri Mektupları

Burada üç eleştiri ve karşılıklarını (cevap) bulacaksınız. Eleştirilerden biri sövgü olduğu halde hoş görülmüş, eleştiri sayılmıştır.

1- İSMAİL NACAR'ın mektubu

20 Ağustos 1989 tarihli sayınızda, Turan Dursun imzasıyla yayımlanan "Kur'an'ın Tanrı’sı nerede?" başlıklı yazı, akıl ve bilime ters düşüyor. Örneğin, Mülk Suresi 'nin 16. ve 17. âyetlerine getirdiği yorum, Ortaçağ'ın sıradan insanlarının bile çok gerisindedir. Âyetlerde "Gökte olan" tabiriyle kastedilen Allah -ki pekçok müfessir: Beyzavi, Celaleyn, H. Basri Çantay vs. melek şeklinde aktarıyorlar- sanıldığı gibi belli bir mekânda, yani yukarıda değildir.

T. Dursun - Mülk suresinin 16. ve 17. ayetlerindeki "GÖKTE OLAN (Men fi's-Semâ)" için H. Basri Çantay'ın "melek" dediği doğru. Bu yorumu yapanlar, Kur'an yorumcuları arasında azınlıkta. Bu yorum, Kur'an'ın kendi "Tanrı"sı için yakıştırdığı konumu, akla, mantığa ters bulup durumu yorumla kurtarma çabasına dayanır. Celaleyn'de -ileri sürüldüğü gibi- "GÖKTE OLAN" için "melek" denmez. Bir başka yorumla kurtarma amacı güdülerek "O'NUN (TANRININ) SALTANATI, KUDRETİ" denir. (Bkz. Celaleyn, 2/229.) Kâdî Beyzavî'deyse "melekler", ya da “Tanrı'nın buyruğu” yargısı, ya da “Arap inanışına göre Tanrı'nın kendisi...” diye açıklanır. (Bkz. Kâdî Beyzâvî, 2/535.)

İ. Nacar — Dünyamız küre şeklinde olduğuna göre, "Sema"nın bunun üzerinde olduğunu iddia edebilir miyiz?

T. Dursun - Elbette ki "iddia" edemeyiz. Bunu " iddia etmek "BİLİM" e ters olur. Ama Kur'an'ın anlattığı öyle. "Bilim"e ters olan; Kur'an'ın anlattığı "SEMA (yedi kat gök)". Onun anlattığını "bilim"e uydurma çabasıysa boşuna. Kur'an'ın "SEMA"sı "eskilerin" yani gelişmelerin ilkellik aşamasında olduğu dönemlerin göğüdür. Kur'an'ınki de, "kutsal" bilinen öteki "kitap"larınki de böyledir. Kur'an'da "semavat ve'lart" geçer birçok yerde. “Gökler ve yer” anlamında. "Yer"le amaçlanan "dünya"dır. Yani bir yanda "dünya", öbür yanda evrenin öteki kesimini oluşturan "gökler". Bunun böyle denmesi ilkeller düzeyindeki anlayışa uygun bir anlatım biçimi. Çünkü milyarlarca güneşi, gezegeni olan evrenin içinde "dünya"mız nedir ki? Gelin görün ki "eskilerin göğü" söz konusu olunca bilimsellik aranmaz. Voltaire, ünlü Felsefe Sözlüğü'nde "Eskilerin Göğü" maddesinde bunu çok güzel dile getirir. (Bkz. Lütfi Ay'ın çevirisi, İnkılap ve Aka Yay. 1/288 ve öt.) "Kutsal kitaplar"ın anlattığı "gök" veya “gökler”le mitolojilerdeki "gökler" aynıdır. Mitolojilerde de "gökler", inanılan "TANRI"nın, "TANRILAR"ın oturdukları "apartman katları" gibidir. Murat Uraz, kitabındaki bir bölümünün başında şöyle der: “Tanrısal ikametgâhlar, katlara ayrılmış göklerdedir. Başka bir deyimle gökler büyük tanrılarla iyi ruhların, perilerin ve meleklerin kâinat çapında bir apartmanı halindedir...” ( M.Uraz, Türk Mitolojisi, İstanbul, 1967, s. 66.) Araştırmalar ortaya koymuştur ki "kutsal kitaplar"ın kaynağı, "mitolojiler"dir. Bu durumda "bilimsellik" aranır mı?

İ. Nacar - Kuzey yarı küresinde üzerimizde diye isimlendirdiğimiz, güney yarı küresinde altımızdadır.

T.Dursun - Bu, neyi anlatır ki? Bunun, Kur'an anlatımlarında bir yeri ve değeri yoktur. “Men Fi's-Sema"dan bu anlamın çıkmayacağı açık. Tanrı'nın "her yerde hâzır ve nazır olduğu" genel bir inanışsa da Kur'an'ın bu anlatımına uymaz.

İ. Nacar - "Men fi's-Sema" tabiriyle insanın idrakine sunulan Allah, bütün mesafelerin, noktaların, aşağı ve yukarıların, uzaklık ve yakınlıkların tamamında hazır ve nazırdır. Nitekim şu ayetler, bu konuyu yeterince açıklamışlardır: "Andolsun ki insanı biz yarattık; nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz. Biz ona şah damarından daha yakınız." (K., 50:16),"... Nerede olursanız olsun, O, sizinle beraberdir..." (K., 57/4),"... Hükümranlığı, gökleri ve yeri kaplamıştır"... (K., 2/255).

T. Dursun - Tanrı'nın "kullarına yakınlığı", Kur'an'ın gösterdiği konumuna, "tahtında, sarayında (göklerde)" oluşuna ters düşmez. Bir "kral", "tahtında, sarayında" bulunur da, öyleyken herkese "ben size çok yakınım" diyebilir. "Sizinle birlikteyim." de diyebilir. "Hükümranlığım her yanı kuşatmıştır" demesi de doğal.

İ. Nacar - Bugünkü modern bilimin ışığında konunun anlaşılması bu denli açık iken, Bay Turan Dursun'un kafası, çağlar gerisinde yaşamış bazı akl-ı evvellere veya cahiliye dönemi Araplarına takılmış.

T. Dursun - Cahiliyet çağı Araplarına takılı olan benim kafam değil; o çağın, hatta kökeni nedeniyle çok daha önceki çağların bir ürünü olan Kur'an'dır. Ve de bağımlıları. Ben, yalnızca Kur'an'ın anlattıklarını sergiliyorum, İslam dünyasında sağlam kabul edilen "hadis"lerle birlikte, ilgili kaynaklar (muteber sayılan kitaplar) da göstererek.

İ. Nacar - Kendisine destek getirdiği müfessirleri; örneğin, Elmalı Hamdi Yazır'ı da, hiç mi hiç anlamamış. Yazar, buradaki "Gökte olan" tabirini, mutlak yükseklik ve üstünlüğün sembolü olarak anlıyor ve Allah'ın, bütün mahlukatın, mekan ve zamanın fevkinde olduğu şeklinde yorumluyor.

T. Dursun - Hamdi Yazır'ı kendime "destek" olarak göstermiş değilim. Yer verdiği soruları aktarıp kitabını gösterdim. Biliyorum ki Yazır da Kur'an'daki anlatımların yol açtığı durumu kurtarma çabasında olanlardan. Kimleri niçin kaynak gösterdiğim açık. Ben "yorum" yapmıyorum, yalnızca sergiliyorum. Karanlığa aydınlık getirmek için.

İ. Nacar - Aktardığı değişik görüş sahiplerinden hiç kimse de, Sayın Dursun'un, Diyanet'in mealinden anladığı gibi, "Kur'an'ın Tanrısı gökte asılıdır" demiyor.

T. Dursun - "Kur'an'ın Tanrısı gökte asılıdır." diyen yok. Ama Kur'an'ın kendisi, "Tanrı"sının "gökte" olduğunu söylüyor. "Menfi's-Sema", yani "GÖKTE OLAN" diyerek ve başka anlatımlarla... Kur'an'ın anlattıklarına ve Muhammed'in açıklamalarına dayanarak Tanrı'nın "yerinin göklerde, arşta olduğunu" söyleyenler de olmuştur İslam dünyasında. Yani bu ilkel inanca, Kur'an'ın ve hadislerin anlattıkları yüzünden saplanmışlardır. Bir "Kerramiyye" bunlardandır. Tanrı'yı "cisim" gören bir "mücessime", "insana benzeten" bir "Müsebbibe" topluluğu olmuştur İslam'da. Bunlar ayete, hadise de uygun.

İ. Nacar - ... Eğer, "Bizim mücadelemiz İslam ile değil, salt gericilikledir." diyorsanız, o zaman Allah, Kur'an ve Peygamberle uğraşmayın ki, size yardımcı olalım. Şu an Türkiye'deki büyük kavram kargaşası bir yana, tarikat ve tasavvuf adı altında öyle ahlaksızlıklar, öyle ilkel şeyler işleniyor ki...

T. Dursun - Yalnızca "tarikat"la savaşmak gericiliğin bir kesitiyle savaşmaktır. Bence gericiliğin asıl kaynağı olan karanlıkla, İslam Şeriatının bütünüyle savaşmak gerekir. Atatürk Şeriatı yürüklükten kaldırmakla Türk insanına çok önemli bir çığır açmıştır. "Çağdaş uygarlık düzeyi"ne ve daha güzel bir dünyaya ulaşmanın yolu, karanlıkla bir bütün olarak savaşmaktan geçer.

İ.Nacar - Örneğin; Ahmet Eflaki'nin Ariflerin Menkibeleri kitabında, Şeyh Hariri, kendisine mürid olmak isteyen Halife'nin karısının eline tenasül aletini uzatır. Diyanet İşleri eski başkanlarından Lütfi Doğan'ın sadeleştirip piyasaya sürdüğü Romuz el-Ehadis 'te, cennetlik bir adama 4 bin bakire, 8 bin dul ve 100 huri verileceği hadis olarak aktarılıyor. Bu saçmalıkları nasıl dine mal edebiliriz? Şahsen bunları kendisine yakıştırmadığım eski milletvekillerinden Şener Battal, bir gün büroma gelerek, bu konudaki mücadelemden "Müslümanların rencide olduklarını" söyledi. Dedim ki: "Bu hurileri anladım; bir ölçüye kadar bakirelere de sesimizi çıkarmayalım. Ama şu 8 bin dul ne oluyor? Eğer bunlar daha dünyadayken dul hale getirilmişlerse, kocaları nerede? Yok eğer Cennet'te bu hale gelmişlerse, haşa ırzlarına kim geçmiş? İslam'a ve insanlığa yakışmayan cehalet ve gericiliği üzerine, akıl ve bilimin ölçüleriyle gidelim de kim rencide olursa olsun."

T. Dursun - Verilen örnekler ilginç. Daha başkaları da sıralanabilir. Ama İslam budur işte. Ayetleriyle, hadisleriyle ve fetvalarıyla bir bütün. Halkımıza aşılanagelmiş olan da bu. İslam'ı, "akıl ve bilim"le bağdaştırma çabalan var olagelmiştir. Ama bir sonuç vermemiştir. Vermez de. İslam "akıl ve mantıkla, bilimle" bağdaşmaz çünkü.

İ. Nacar - Bu son cümledeki çağrı size de yönelik. Bunun dışındaki yöntemler, sadece ilticanın işine yarar. Sonuçta da kimin kârlı çıkacağı bence meçhul değildir.

T. Dursun - Daha güzel bir dünya için IŞIK gerekliyse karanlığın üstüne gitmekten başka bir yolu yok.

 

2- MUSTAFA GÜNEŞ'in mektubu

Yazınızın son paragrafındaki Hadis-i Şerif oldukça ilginçtir. Sineğin bir kanadı altında zehri, diğer kanadı altında panzehiri olduğunu kimin ispatladığını ve hangi ansiklopediye geçtiğini bana söyleyebilir misiniz? İşte bu yüce insan, bunu asırlar, yüzyıllar önce biliyordu. Acaba o zaman bunu hangi teknikle denemiş ve öğrenmişti? Ayrıca, Peygamberin eliyle, üfürüğüyle ve duasıyla insanlara şifa vermesi çok doğaldır. Nitekim o Allah-u Teâlâ’nın en sevgili kulu ve de peygamberiydi. Örneğin Hz. İsa'nın ölüleri diriltmesi hadisesi de gerçektir. Bundan dolayıdır ki ilkel yöntem dediğiniz bu mesele manevi doygunluğun meyvesidir. (Mustafa Güneş / Erzincan)

T. Dursun - Sineğin bir kanadının altında "zehir", öbür kanadının altında da "panzehir" bulundu, bilimsel yönden önemsenecek bir sav değildir. Bilimi "din"e kurban etmek isteyenlerin dışında hiçbir "bilim adamı" da tersini söyleyemez. "Üfürüğün yararı"naysa yalnızca "üfürükçüler"e bel bağlıyanlar inanır.

 

3- MAHMUT SİLVANÎ'nin mektubu

Mektubuma Allah'ın laneti ve azabını senin üzerine atmakla başlamak istiyorum. Çünkü sen ve senin gibilere sunulacak en iyi şey dalkavukluğunu yaptığınız bu batıl davaya yakışanlar da bunlardır. Sen, hangi ateist mihraklara köpekçe hizmet ettiğini idrak edemeyecek kadar cahil ve kazancının ne olacağını bilmeyecek kadar zavallı bir mahlûksun.

Nasıl ki hayvanlar arasında namusunu diğer hayvanlardan kıskanmayan bir tek domuzsa, siz de Allah'ı ve O'nun elçisini korumayan, aksine o kopasıca dilinizle kötülemeye kalkan bir "insanlık domuzusunuz". Sana bir şey yapmak elimden (şimdilik) gelmediği için seni huzuru mahşere havale ediyorum. Allah'ın gazabı üzerinde olsun. (Mahmut Silvani)

T. Dursun - Kur'an'ın Tanrı’sı ve Muhammed de kızdıklarına "lanet" okur. (Tanrı'nın Bedduaları başlıklı yazıyı okuyacaksınız.) Onun için okurun beni lanetlemeleri doğal.

 

Turan Dursun, Din Bu 1, Sayfa 277-281

Hazırlayan: ArapŞükrü