Bir önceki yazımda henüz menstrüasyon dönemine bile girmemiş küçük kız çocuklarıyla evlenmenin ve cinsel ilişkiye girmenin dinen caiz yani meşru olduğu hükmünün hangi Kuran ayetlerinden çıktığı anlatılmış ve husus çok sayıda farklı tefsir ve fıkıh kaynaklarıyla da temellendirilmişti. Halâ birçok İslam ülkesinde yaşanmakta olan 'küçücük kızların kocalarının yatak odalarına teslim edilmesi gerçeği'nin sadece örf, töre, geri kalmışlık ve cehalet gibi sosyolojik koşullarla değil aynı zamanda doğrudan doğruya İslam diniyle ilintili olduğu gösterilmişti.
Bu yazımda ise Kuran'dan çıkan bu hükmü içlerine sindiremeyen bazı Müslümanların (dinî neşriyatta, televizyon programlarında, internet blog ve forumlarında) geliştirdiği çeşitli itiraz ve savunma mekanizmalarını işlemeye çalışacağım. Bu sözde argümanların bazıları Kuran'dan bu hükmün çıktığı gerçeğini reddetmeye çalışırken diğer bir kısmı da hükmü, birinci yazıda gösterildiği şekliyle kabul edip müdafa etmeye (yani bunda eleştirilecek birşey olmadığını göstermeye) yelteniyor.
Aşağıda tek tek ele alınacak bu argümanları ve verilecek cevapları takip edebilmek için >birinci yazıdaki< açıklamaların göz önünde bulundurulması gerekir.
I. Talâk/4 ayeti gerçekten de küçük olduğu için henüz âdet görmeyenleri kapsıyor mu?
1. Talak/4'ün Lafzî Manâsı
2. İddet ve Gebelik İhtimali
3. Tefsir Kaynakları
III. Nikahta "Denklik Şartı" Küçük Kızların Evlendirilmesine Dinen Engel Mi?
IV. 'Örf/Maruf' Küçük Kızların Evlendirilmesine Dinen Engel Olabilir mi?
V. 'Halvet' Teriminin Fıkıhtaki Yeri Küçük Kızların Evlendirilmesine Dinen Engel Olabilir mi?
VI. Kuran, 'Evrenselliğin' Bir Gereği Olarak Mı Yaş Sınırı Belirlemedi?
VII. Çocuklarla Evliliğin ve Gerdeğin ‘Eskiden’ Normal Karşılanıyor Olması Ne İfade Eder?
VIII. İklim ve Besin Farklılığı ile Çocuk Yaşta Bir Kız 'Olgun' Olabilir Mi?
Birçok meal Talâk/4'ün tercümesinde "henüz" sözcüğünü kullanmış. Fakat ayetin Arapçasında lafzen (sözcük olarak) "henüz" kelimesi geçmiyor. Diğer yandan sorunun 'meal kaynaklı' olmadığı da belli. Çünkü bizzat Arapça okuyan ve yazan İslam alimleri bu ayetin "küçük olduğundan dolayı henüz âdet görmeyen kızları" da kapsadığını yazmış. Çünkü ayetin lafzı ve mantığı bunu gösteriyor. Üstelik ayetin nuzûl sebebini teşkil eden hadisler de açıkça bunun altını çizmekte...
Ama bu alt başlıkta tefsirleri, hadisleri bir kenara bırakarak önce sadece ayetin salt lafzî manâsını ele alalım.
Bundan da evvel Kuran'dan bağımsız olarak bir soralım: Dişi olup da hayız görmeyenler kimlerdir?
(1) Yaşlılıktan dolayı hayızdan kesilenler
(2) Henüz küçük olduğu için hayız görmeyenler
(3) Hamileler
Bu üç ana (normal/doğal) kategoriye bir de patolojik bir durum olarak
(4) hastalıktan dolayı hayız görmeyenleri ekleyebiliriz.
Talâk/4'te lafzen geçen kategoriler hangileridir?
(a) ''Hayızdan kesilenler''
(b) ''Hayız görmeyenler''
(c) ''Hamileler''
Dolayısı ile (b), (2)'yi her halükârda lafzen kapsamaktadır. Bunun yanısıra (4)'ü de kapsayabilir; ama (2)'yi mutlaka kapsamaktadır.
→ "Hayız görmeyenler"in lafzî manâsı geniş ve kapsayıcıdır. Salt lafzen baktığımızda "küçük olduğundan dolayı henüz hayız görmeyenleri" de kapsamakta.
→ "Burada sadece ihtiyar olduğu için hayızdan kesilenler kastedilmiş" gibi bir yorum tutarsız olur. Çünkü ayet zaten önce hayızdan kesilenlerden, ondan sonra da "hayız görmeyenler"den (ondan sonra da hamilelerden) bahsediyor.
→ "Hayız görmeyenlerden sadece hastalar kastedilmiştir" gibi bir yorum tamamen keyfî ve gerekçesiz olur. Çünkü "hayız görmeyenler" ifadesi küçük olduğundan dolayı henüz görmeyenleri de lafzen her halükârda kapsamaktadır. Hattâ hayızdan kesilenlerle hamileleri eleyince dişi olmasına rağmen hayız görmeyenler olarak ilk akla gelen kategori henüz menstrüasyon dönemine girmemiş kızlardır. Hasta olduğundan dolayı hayız görmeyenler atipik, patolojik bir kategoridir.
Bu sonuçları yine de içine sindiremeyen bir Müslüman şöyle itiraz edebilir:
İddet gebelikle de ilgilidir; fakat sadece gebelikle değil.. İddetin diğer önemli sebebi de (gebe kalma ihtimalinden tamamen bağımsız olarak) ilişkisi sadece akitten ibaret kalmamış, belli bir "sıkılık" kazanmış çiftlerde kesin boşanmayı zorlaştırmak, kocaya iddet süresince tekrar düşünme ve barışma mühleti vermektir (Bu da zaten Bakara/228'de yazar).
Keza Talâk/4'te sadece henüz hayız görmeyen küçük kızlar değil hayızdan kesilmiş ihtiyar kadınlar da geçer. Ama hayızdan kesilmiş, postmenopozu geçmiş ihtiyar kadınlar da gebe olamaz. Fakat buna rağmen Talâk/4 onlar için de bir iddet belirlemekte... Ayrıca yine aynı ayette zaten gebe olduğu bilinen kadınlar için de iddet belirlenmiştir. Demek ki iddet sadece boşanmadan sonra gebe olduğunun anlaşılması ihtimali ile ilgili değil...
Meselâ bir adam hayızdan kesilmiş, postmenopozu geçmiş ihtiyar bir kadınla evlenir ve ilişkiye girmeden onu boşarsa Ahzâb/49'a göre iddete gerek olmaz. Fakat ilişkiye girdikten sonra boşarsa Talâk/4'e göre üç ay beklenir. Her iki durumda da "gebe olma ihtimali" söz konusu değildir. Fakat birincide nikah fiilen gerçekleşmemiş, ilişki sadece akitten ibaret kalmış olduğu için iddet gerekli görülmez. İkinci durumda ise "sıkı ilişki" kurulmuş olduğu için iddet konulur.
Aynı şekilde henüz küçük olduğu için hayız görmeyen bir kızla evlenen bir adam cinsel ilişkiye girmeden kızı boşarsa yine Ahzâb/49'a göre iddete gerek olmaz. Ama cinsel ilişkiye girdikten sonra boşarsa Talâk/4'e göre üç ay iddet beklenir. Yine her iki durumda da 'gebe kalma' ihtimali olmadığı halde...
Dolayısıyla "henüz âdet görmeyen küçük kızlar gebe kalamayacağına göre Talâk/4 bunları da kapsıyor olamaz" gibi bir itiraz tamamiyle tutarsızdır. Çünkü Talâk/4'te iddeti belirlenen üç kategorinin üçünde de kadının boşanmadan sonra gebe olduğunun anlaşılması tehlikesi -zaten- yoktur.
Talâk/4 ayetinin henüz küçük olduğundan hayız görmeyen kızları da kapsadığı zaten Kuran müfessirleri arasında tartışma konusu bile değildir.
Görüldüğü gibi farklı asırlarda yaşamış, farklı milletlere, mezheplere, kültürlere ait, kimisi ilk Kuran müfessirlerinden olan kimisi çağımızda yaşayan, içlerinde Türkiye Cumhuriyeti'nde Diyanet İşleri Başkanlığı yapmış olanın da bulunduğu bunca tefsir alimi Talâk/4'ün henüz küçük olduğundan dolayı âdet görmeyen kızları da kapsadığında hemfikirler.
Sonuç olarak Kuran hariç hiçbir kaynak kabul etmeyip ayetin sadece lafzına da baksak, ayetle ilgili rivayet edilen hadisleri de incelesek, alimlerin görüşlerini de alsak sonuç aynı: Talâk/4 henüz küçük olduğu için hayız görmeyen kızların boşanma durumunu da düzenliyor.
Henüz âdet bile görmeyen küçük kızların evlendirilmesini masum göstermek için sıkça getirilen savunmalardan biri de İslam Hukuku'na göre evlenenlerin rızasının şart olduğu iddiasıdır. Bu iddia birazdan kaynaklarıyla gösterileceği gibi zaten yanlıştır. İslam Hukuku bulûğa girmemiş küçük kızların rızası olmadan evlendirilmesine müsaade eder. Ama bu yanlış iddia doğru olsaydı bile meseleye bakışımızı nasıl değiştirebilirdi ki? Söz konusu olan 7-14 yaş arası küçük kızlar!..
Ama İslam Hukuku kızın rızasını gerekli de görmüyor zaten. Konuyla ilgili bazı ayrıntılarda mezheplerarası görüş ayrılıkları olsa da bir hususta dört mezhebin alimleri de hemfikir: Eğer kız hem bulûğa girmemiş hem de bakire ise babası veya dedesi kızın rızası olmadan da evlendirebilir. Üstelik -şayet evlendiren baba veya dedeyse- kızın daha sonra bulûğa erdiğinde nikahı feshetme gibi bir hakkı da yoktur!
Görüldüğü gibi İslam Hukuku'na göre -ve Hanefi mezhebinde bile- ergen olmayan, bakire kızlar baba veya dedeleri tarafından kendi rızaları olmadan da evlendirilebilir ve kızın ergen olunca nikahı feshetme gibi bir yetkisi de olmaz.
"Kuran'dan başka kaynak kabul etmem" diyenlere gelince... Tüm bu fıkıh içtihadlarını bir kenara atsak bile bulûğa girmemiş kızların evlendirilmesinde (ki bunun caiz olduğu Kuran'dan çıkıyor) kızın rızasının hangi Kuran ayetine göre şart olduğunu göstermeleri gerekir. Böyle bir ayet gösteremeyeceklerdir ama bunu da görmezden gelsek ve kızın rızasının dinen şart olduğunu varsaysak bile henüz baliğ bile olmamış küçük kızların rızasının evlilik gibi önemli bir meselede ne denli geçerli olduğunu sormak lazım. Birçok ağır fiili ve hukuki sorumlulukları beraberinde getirecek bir kararı -örneğin- 9 yaşında, henüz baliğ olmamış bir kızın vermesi kabul edilebilir mi? Üstelik kızın ailesi çok istedikten sonra -meselâ- 9 yaşında bir kızı hiç de fazlaca zorlanmadan, tatlı yollarla 'ikna' edebilecektir her zaman.
Sonuç olarak: İslam Hukuku'nda baliğ olmamış, bakire kızlar baba ve dedeleri tarafından kendi rızaları olmadan da evlendirilebilir. Ama bunu kabul etmesek ve kendimizce kızın rızasını dinen şart koşsak bile 7-14 yaş arasındaki küçük kızların 'rızasının' olup olmamasının bu meselede çok önemi de yok zaten. 'Rızası şarttır' dense bile İslam dininin henüz bulûğa girmemiş küçük kızlarla evlenmeye ve cinsel ilişkide bulunmaya müsade ediyor olması 'daha hoş' karşılanamaz.
İslam Hukuku'nda nikâh akti için evlenecek eşler arasında "denklik" (kefâet, küfûv) şartı konulmuş. Buradan hareketle bazı Müslümanlar şöyle bir itiraz geliştiriyor:
Bu 'sözde itiraz' birçok açıdan yanlış ve tutarsız..
(1) Bu iddia doğru olsa bile (ki yanlıştır) küçük kızın ancak babası-dedesi yaşında biriyle evlendirilmesine engel olabilir. Fakat örneğin 8 yaşında baliğ olmamış bir kızın sözgelimi 17 yaşında bir gençle evlendirilmesine mâni olamaz.
(2) Ayrıca denklik şartı zaten eşlerin yaşını kapsamıyor! Nikâhta denklik şartı İslam Hukuku'nun bir müessesesidir ve doğrudan Kuran'da yer almaz. Dolayısıyla bu müesseseyi öne sürenler mecburen denklik şartının İslam Hukuku'ndaki yeri ve konumunu baz almak durumundalar. İslam Hukuku'nda ise denklik sadece beş alanda şart koşulmuştur: 1) Nesebte (Soyda), 2) İslam'da, 3) Hürriyette, 4) Malda ve 5) Hırfette (San'at, Ticâret, Ziraat Gibi Geçim Vâsıtalarında). Buna ek olarak bazı İslam Hukukçuları altıncı şart olarak 6) Diyanette (Dine olan bağlılıkta) denkliği de şart koşmuşlar.
Üstelik bu şartlar İslam Hukuku'nda sadece kadının erkekten üstün olmamasını öngörür. Yani 'denlik' aslında tek taraflı düşünülmüştür. Örneğin hür kadının köle ile evlendirilmesi doğru değildir fakat hür erkek köle kadını nikâhlayabilir. Veya zengin kadının fakir erkekle evlendirilmesi hoş değilken zengin erkek fakir kadınla evlenebilir.
(3) Ayrıca, İslam Hukuku'ndaki 'denklik' şartı zaten nikâhın olmazsa olmazı değildir; sadece kendinden aşağı biriyle evlenen veya evlendirilen kadına veya kadının ailesine nikâhı feshetme ile onaylama arasında tercih hakkı (muhayyerlik) öngörülmüştür. Yani denklik olmasa bile eğer tercih hakkına sahip olanlar nikâhı onaylarsa nikâh dinen geçerlidir.
Sonuç olarak: Nikâhtaki 'denklik şartı' İslam'ın küçük kızların cinsel istismarına müsade ettiği gerçeğinin eleştirilmesine karşı sunulabilecek bir argüman değildir. Çünkü İslam Hukukundaki 'denklik' zaten beş alanda aranır ve bunların içinde eşlerin yaşı yoktur. Yaş olsaydı bile (ki yok) 'denklik' şartı zaten sadece erkeğin kadından üstün olmasını, kadından daha aşağı bir konumda olmamasını öngörür. Dolayısıyla yaşlı bir erkeğin küçük bir kızla evlenmesi -denklik şartı yaş durumunu da kapsıyor olsaydı bile- bu şarta aykırı olmaz. Bunu bile es geçip ihtiyar adamın küçük kızla evlenmesini İslam Hukuku'ndaki denklik şartına aykırı görsek dahi (ki değil) bu şart zaten nikâhın mutlak bir koşulunu teşkil etmiyor; sadece kıza veya kızın ailesine nikâhı feshettirme ve onaylama arasında tercih hakkı veriyor. Dolayısıyla yaşlı adamın küçük kızla evlenmesi bu şarta aykırı olsaydı bile (ki değil) hak sahiplerinin onaylaması ile nikâh dinen yine geçerli olurdu.
Tüm bunları da görmezden gelsek ve 'denlik' şartını ihtiyarla küçük kızın evlenmesine mutlak mani görsek bile bu şart -örneğin- 7-8 yaşında bir kızın 17 yaşında bir gençle evlendirilmesine engel olamazdı.
Hangi açıdan bakarsak bakalım "İslam küçük kızların cinsel istismarına izin veriyor" eleştirisine karşı nikâhtaki denklik şartını öne sürmek tamamiyle tutarsız ve anlamsız bir savunmadır.
İslam Hukuku Kitap, Sünnet, İcma ve Kıyas'tan oluşan dört asli (birincil) kaynağın/delilin yanısıra birçok ferî (ikincil) kaynağı da tanımıştır ve bunlardan biri (özellikle Hanefi ve Maliki fıkıhında) 'örf'tür (bkz. muhtelif fıkıh usûlü eserleri). Kuran ve Sünnet tarafından doğrudan veya dolaylı olarak düzenlenmemiş -örneğin ticarî hayatın birçok ayrıntısı, yargı kurumunun şekillendirilmesi gibi- alanlarda hüküm verecek olan İslam Hukukçuları söz konusu zaman ve mekânda hakim olan örf, adet ve teamülleri -Kuran ve Sünnet'e ters düşmediği müddetçe- esas alarak bir hükme ulaşır.
Bu fıkıh kaidesinden hareketle bazı Müslümanlar şöyle bir savunma geliştirmekteler:
Bu savunma 2 açıdan sakat: Birincisi, içerdiği iddia doğru değil. Çünkü İslam Hukuku'nda bizzat Kuran tarafından genel olarak meşruluğu teyid edilmiş bir davranış daha sonra örfün değişmesiyle dinen yasaklı hale gelemez. İkincisi, bu iddia doğru olsaydı bile (ki yanlış) bundan bu davranışın örf ve adetlere uygun olduğu ülkelerde bugün dinen de caiz olduğu sonucu çıkar.
Kuran ve Sünnet'in doğrudan veya dolaylı olarak ne yasakladığı ne de caiz kıldığı davranışlar zamanla toplumdaki örf ve adetlerin değişmesi neticesinde fıkıhen yasaklı da olabilir, caiz de. Ancak caiz olduğu bizzat Kuran'dan çıkan bir davranışın, örf'ün değişmesiyle sonradan fıkıhen yasak hale gelmesi İslam Hukuku metodolojisinde yeri olmayan bir durumdur. Dolayısıyla "Allah'ın müsaade ettiği birşeyi kul yasaklayamaz" görüşü -İslam'ın kendi mantığı içerisinde- 'doğru' olan görüştür.
Ama yukardaki savunma taktiğinin içerdiği yanlış iddiayı doğru kabul etsek bile bu, sadece bulûğa ermemiş küçük kızlarla evliliği ve cinsel ilişkiyi örfen uygun görmeyen bölgelerde bu davranışın dinen de yasaklı olduğunu açıklamaya yeter. Ama örneğin Yemen'in, Afganistan'ın, Pakistan'ın, Arabistan'ın çoğu yörelerinde baliğ olmamış küçük kızlarla nikâh ve gerdek bugün halâ örf ve adetlere de uygun olarak gözükmekte. Dolayısıyla yukardaki savunmayı getirenler bu bölgelerde bugün küçük çocuklarla evliliğin ve gerdeğin İslam'a göre caiz olduğunu da söylemek zorundalar.
Birinci yazıda detaylı olarak açıklandığı, tefsir ve fıkıh kaynaklarıyla da temellendirildiği üzere baliğ olmamış kız çocuklarıyla cinsel ilişkinin meşruiyeti Kuran'ın Talâk/4 ve Ahzâb/49 ayetlerinden çıkmakta.
(a) Talâk/4'te henüz hayız görmeyen küçük kızların boşanma durumunda ne kadar iddet beklemeleri gerektiği açıklanmakta.
→ Dolayısıyla bu ayete göre henüz hayız görmeyen küçük kızlarla evlenmek caizdir.
(b) Nuzûl sırasına göre daha önce gelen Ahzâb/49'da ise cinsel ilişki olmadan boşanılırsa iddete gerek olmadığı söylenmekte.
→ Dolayısıyla henüz hayız görmeyen küçük kızlarla cinsel ilişki de (kocaları için) caizdir. Aksi taktirde Talâk/4'te bunlar için iddet belirlenmezdi.
Bazı Müslümanlar bu mantıksal ilişkiyi kabullenmemek için şöyle bir itiraz geliştiriyorlar:
Bu sözde argüman yukardaki (a)'da ifade edilenleri yani baliğ olmamış küçük kızların evlendirilmesinin dinen caiz olduğunu kabul ediyor; fakat (b)'deki Ahzâb/49'la kurulan mantıksal ilişkiye itiraz ediyor. Argümanın sahteliği farklı açılardan gösterilebilir:
(1) Birincisi halvet'in de iddet gerektirdiği görüşü İslam Hukukçuları arasında ihtilaf konusudur. Örneğin Hanefilerin aksine Şafiiler bu görüşü benimsememiştir. bkz. İmam Nevevi, Minhac, Kahraman Yayınevi, Nikah, İddet (oku)
(2) Hemen aşağıda mantıken sakat olduğu gösterilecek olan bu argümanın doğru olduğunu varsaysak bile bundan şu sonuç çıkar:
Argüman doğru olsa bile (ki yanlış) çıkan sonuç bu olur. Bu ise İslam Dini'nin henüz baliğ bile olmamış küçük kızların, hiçbir denetim olmadan kocalarının şahsi irade ve insafına terkedilmelerine müsaade ettiği ve çocukların cinsel istismarına tüm kapı ve pencereleri açtığı anlamına gelir.
(3) Üçüncüsü ve asıl önemlisi ise, halvetin de iddet gerektirdiği görüşünü benimseyen fakihler bunu bir tedbir ve ihtiyat olarak benimsemişlerdir. Ahzâb/49'un lafzından sadece cinsel ilişki şartı çıkıyor. Fakat dört duvar arasında, kapalı kapı ve perdeler ardında cinsel ilişkide bulunabilecek kadar başbaşa birlikte olan (yani halvet olan) eşlerin cinsel ilişkide bulunup bulunmadıklarına dair ispat sorunu var. İşte bundan dolayı fakihler tedbiren ve ihtiyaden halvetin de iddet gerektireceğini söylemişler. Yani halvet olanların cinsel ilişkide bulunmadıklarını ispatlamak ilkesel olarak mümkün olmadığından halveti cima'ya denk görmüşler. Ama her halükârda -ayetin kendisinden de anlaşıldığı gibi- iddet hükmünün asli sebebi (illeti) cinsel ilişkidir. Halvet ise sadece ispat sorunundan ve halvet olan karı kocanın cinsel ilişkide de bulunmuş olacağına dair oluşan kuvvetli ihtimalden dolayı cinsel ilişkiye eş görülmüştür. Dolayısıyla Talâk/4 ve Ahzâb/49'dan her halükârda küçüklerle cinsel ilişkinin meşruiyeti çıkmakta. Zira hükmün asli sebebi budur.
"Kuran'dan başka kaynak kabul etmem!" diyen Müslümanlar ise bu sakat savunmayı zaten öne süremez. Çünkü halvetin de iddet gerektirdiği, sadece bazı fakihlerin ihtiyaden koyduğu bir hükümdür. Ayetin kendisinde yalnızca cinsel ilişki geçer.
Diğer bir popüler savunmayı şu şekilde ifade edebiliriz:
Bu argüman da yine birçok açılardan tutarsız ve yetersizdir. Herşeyden önce burada konu edilen, Kuran'ın evlilik ve/veya cinsel ilişki için herhangi bir alt sınır belirlemiş olmaması değildir sadece. Bir önceki yazıda gösterildiği gibi küçük olduğundan dolayı henüz hayız görmeyen kız çocuklarıyla evlenmenin ve cinsel ilişkide bulunmanın caiz olduğu bizzat Kuran'dan çıkmakta. Eleştirilen husus herhangi bir düzenlemenin yok olması değildir; var olan düzenleme eleştirilmektedir.
Diğer yandan "Kuran evrenselliğin bir gereği olarak hiçbir alt sınır getirmemiş ki her toplum kendi koşullarına en uygun düzenlemeyi yapabilsin" diyen bir Müslüman -örneğin- Afganistan, Pakistan, Yemen gibi ülkelerde var olan düzenlemeyi de, orada yaşayan baliğ olmamış küçük kızlarla evleniliyor ve cinsel ilişkiye giriliyor olmasını da Kuran açısından eleştiremez.
Üstelik Kuran zaten evrensellikten büsbütün yoksun tonlarca düzenleme ve mutlak sınırlarla dolu.
Örneğin Kuran'a göre erkek (aynı anda) en fazla dört kadınla evli olabilir. Buradaki soru neden erkeğin (ve neden sadece erkeğin) İslam'a göre birden çok eşle evlenebildiği değil; soru, neden mutlak sınırın dört olduğu. Diyelim ki bazı toplumlarda, bazı koşullarda erkeğin birden çok kadınla nikahlı olması gayet makûl bir durum olabilir. Ama neden son sınır dört; niçin üç değil, beş değil de tüm zaman ve mekânlar için dört? Meselâ bazı sebeplerden ötürü belli bir toplumdaki nüfus dağılımı dengesiz seyretmiş ve fiilen bir erkeğe 5-6 kadın düşüyor hale gelmiş olabilir. Neden kıyamete kadar yaşayacak olan tüm toplumlar için gelen bir kitapta mutlak sınır olarak dört belirlenmiş olsun ki?
Veya Nisa/11, 12 ve 176 ayetlerinde son derece detaylı olarak ölen kişinin malının nasıl bölüştürüleceği düzenlenmekte. Tek tek anneye şu kadar, babaya bu kadar vs. şeklinde ayrıntılı hükümler konulmuş. Neden kıyamete kadar yaşayacak olan tüm toplumlar için ekonomik, sosyal, kültürel, demografik şartlar ne olursa olsun, mutlaka bu oranlar emredilsin ki? Örneğin tıbbın gelişmesiyle bir toplumda ortalama yaşam süresi büyük oranda uzayabilir; ekonomik şartlardan ötürü devletin yaşlılar için ayırabildiği yardım ve emekli ücretleri yetersiz kalabilir ve dolayısıyla mirastan dede ve ninelere biraz daha fazla pay vermek uygun görülebilir (ki bunun için diğer hak sahiplerinin oranından biraz eksiltmek gerekir). Ama Kuran kıyamate kadar yaşayacak olan tüm toplumlara mutlak oranlar emretmiş. Evrensellik bunun neresinde?
Bunun gibi sayısızca alanda son derece teferruatlı düzenlemeler getiren, mutlak sınırlar çizen, -üstelik örneğin- kişinin kendi öz annesiyle, kızıyla veya kız kardeşiyle evlenmesini özel olarak ayetle yasaklamayı da ihmâl etmeyen bir Kuran varken önümüzde "Kuran, evrenselliğin bir gereği olarak evlilik ve cinsel ilişki için bir alt sınır getirmemiştir." gibi bir açıklama oldukça gülünç kalır. Yaş olarak olmasa dahi en azından "kızın bulûğa girmiş ve hayız görüyor olması" gibi bir sınır bile konmamış. Ne evlilik için ne de cinsel ilişki için, ne herhangi bir Kuran ayetinde, ne de en azından bir Hadis'te...
Tam tersine henüz baliğ olmamış, âdet görmeyen küçük kızlarla evliliğin ve cinsel ilişkinin meşruiyeti Kuran'da var olan düzenlemelerden çıkmakta...
İnanmaktan vazgeçemeyen birinin çok sıkıştığında getireceği 'savunma'lardan biri de şöyledir:
Böyle bir savunmayı getiren inanır, (muhtemelen) farkında olmadan, aslında İslam'ın evrensel olmadığını, olamayacağını da beyan etmiş oluyor. Ne de olsa, toplumların algı ve anlayışları değişebilir ve geçtiğimiz 14 asır içerisinde de bir hayli değişmiştir. Oysa Kuran, tam da 14 asır öncesinin algı ve anlayışları bağlamında anlamlı olabilecek öğreti, öğüt, emir ve düzenlemeler getirmiş.
Fakat daha önemlisi, burada tartışılmakta olan konu, zaten İslam'ın sadece 14 asır öncesi için küçük kızlarla evlenmeye ve cinsel ilişkiye girmeye izin vermiş olması değil, evrensel olduğunu iddia eden Kuran'ın buna bugün de müsaade etmesi! (bkz. IV. ‘Örf/Maruf’ Küçük Kızların Evlendirilmesine Dinen Engel Olabilir mi?)
Ayrıca bu savunmanın içerdiği aşırı rölativizmin de tutulur hiçbir yanı yok. Şüphesiz, toplumların ahlaki ve hukuki algıları zamanla değişir, Dünya'nın bir ucunda 'normal' olan, diğer bir ucunda 'ayıp' karşılanabilir. Fakat bu saptamadan sınırsız bir değer rölativizmi çıkmaz.
Örneğin daha birkaç yüzyıl öncesine kadar Batı'da da, İslam Coğrafyasında da kölelik, toplumun neredeyse tamamı tarafından gayet 'normal', 'doğal' olarak algılanmaktaydı. Köle anne ve babadan doğan çocuk, daha doğarken köle olarak, 'sahibi'nin emrine tâbi olarak dünyaya geliyordu. Köleliği normal karşılayan herkes vicdansız ve akılsız değildi, fakat içine doğduğu toplumun bu yerleşmiş, vicdansız ve akılsız algısını devralmıştı. Köleliğin büsbütün yanlış, adaletsiz bir kurum olduğunun genel kabul görebilmesi için, insanlığın bir hayli yol katetmesi gerekti. Bugün biz, kölelik kurumunu topyekûn adaletsiz ve yanlış buluyoruz, Ortaçağda yaşayan ortalama bir insan için normaldi. Öyleyse, "kölelik kurumunun doğru veya yanlış olması (algılanması değil, olması!), o dönemin genel anlayışına bağlıdır. Birkaç yüzyıl sonra, büyük çoğunluk bunu tekrar normal görmeye başlarsa, kölelik yine 'doğru' bir kurum olabilir" diyebilir miyiz? Hayır, kölelik her zaman ve her dönemde yanlış ve adaletsiz. Bunun genel kabul görmesi için insanlığın birçok aşamadan geçmesi gerekti, fakat bugün artık bu düzeye ulaştık. Belki şu an öngöremeyeceğimiz olumsuz süreçler neticesinde, birkaç yüzyıl sonra insanlık tekrar kölelik kurumunu getirebilir. Fakat bu bir gerileme, kötüleşme, kazanılmış olan bilinç düzeyinden düşüş anlamına gelir. Kısacası, köleliğin genel olarak meşru ve normal karşılandığı dönemlerdeki insanları büsbütün vicdansızlık ve akılsızlıkla suçlamak elbette anakronik bir yaklaşım olur. Ancak kölelik, meşru görüldüğü dönemlerde de aslen yanlış ve adaletsizdi, fakat toplumun genel bilinci henüz bu düzeyde değildi (Bu arada, toplumun neredeyse tamamı tarafından meşru görüldüğü asırlarda bile, kölelik kurumuna büsbütün karşı çıkan aydın bireyler her zaman vardı).
Aynı şekilde, henüz baliğ olmamış 7-8-9 yaşında bir çocuğun evlendirilmesi ve kocasının yatağına verilmesi de, bir zamanlar belli bir toplumun tamamı tarafından normal karşılanmış olabilir. Fakat bu, olayın aslen yanlış ve adaletsiz olduğu gerçeğini değiştirmez.
'Kutsal' kitapları veya Tanrı'nın elçisi olduğunu iddia eden din kurucularının hayatını eleştirirken, elbette aynı dönemde yazılmış herhangi bir kitaba veya o dönemlerde yaşamış herhangi bir insana uyguladığımız kıstasları uygulayamayız. Sözgelimi ortaçağda yaşayan bir düşünürün köleliği veya kadın-erkek eşitsizliğini veya küçük çocukların evlendirilmesini normal karşılamasına anlayış gösterebilir, onu kendi zamanının kriterleri ile değerlendirebiliriz (tabii azınlıkta da olsa, kendi zamanının kriterlerini kıran ve içinde yaşadığı toplumun tamamı tarafından 'görülemeyen' haksızlıkları eleştiren 'gerçek' aydınları ise apayrı bir kategoride değerlendiririz). Fakat Tanrı elçisi olduğunu, tüm insanlığa zamanüstü, evrensel hakikatler getirdiğini iddia eden birini -bu iddialarını ciddiye alırsak- haliyle sadece kendi zamanının kriterleri ile değerlendiremeyiz.
Henüz hayız görmeyen 7-8-9 yaşında bir çocukla evlenmek ve cinsel ilişkiye girmek, 14 asır önce de yanlış ve adaletsizdi. O dönem Arap Yarımadasındaki toplumun bunu normal ve meşru olarak görmesi, o dönem ve coğrafyadaki insanların bilincinin 'gelişmemiş' olduğunu gösterir. Birkaç yüzyıl öncesine kadar da, Hindistan'ın bazı bölgelerinde kocası ölen dul kadınların yakılarak öldürülmesi asırlardır süregelen, gayet normal ve doğal bir gelenek olarak algılanıyordu. Henüz birkaç onyıl öncesine kadar, Batı toplumlarında bile kadınların en temel vatandaşlık haklarından mahrum bırakılması gayet normal karşılanıyordu. Sonsuz bilgi sahibi bir yaratıcı, şayet insanlığa evrensel hakikatler öğretmek için bir Kitap göndermiş olsaydı, bu Kitap gönderildiği dönem ve coğrafyadaki hakim olan örf ve anlayışlara bağlı kalmazdı. Kuran'da eleştirilen herhangi birşey için "ama bu, o dönemde normal karşılanıyordu" savunması, zaten Kuran'ın böyle bir yaratıcı tarafından gönderilmemiş olduğunun kabulüdür.
Bütün bunlarla birlikte yukardaki cümleyi tekrarlamak gerekirse: burada tartışılmakta olan konu, zaten İslam'ın sadece 14 asır öncesi için küçük kızlarla evlenmeye ve cinsel ilişkiye girmeye izin vermiş olması değil, evrensel olduğunu iddia eden Kuran'ın buna bugün de müsaade etmesi! (bkz. IV. ‘Örf/Maruf’ Küçük Kızların Evlendirilmesine Dinen Engel Olabilir mi?)
Bu konuda öne sürülen savunmaların belki de en cahilcesi, iklim ve besin farklılıklarından dolayı bazı zaman ve yerlerdeki kızların ortalama olarak çok küçük yaşlarda 'olgun' hale gelebilmesi iddiası.
Öncelikle, burada konu edilen mesele, zaten somut bir yaş değil, Kuran'ın baliğ olmamış, yani henüz âdet (hayız) görmeyen kızlarla nikah ve cimayı meşru sayması. Küçük olduğundan dolayı henüz âdet görmeyen bir kızın evlendirilmesi ve cinsel ilişkide bulunulması ise, o toplumdaki ortalama baliğ olma yaşı kaç olursa olsun, hoş karşılanabilecek bir durum değil.
1400 yıl öncesi Arap yarımadasındaki kızların çok daha erken yaşlarda bedensel olarak 'kadınsı' bir şekil aldıklarına dair de en ufacık bir bilgi yok elimizde. Sırf Muhammed'in çocuk yaştaki kızlarla nikâhını mâsum göstermek için ortaya atılan mesnetsiz bir iddia sadece. Ama bunun doğru olduğunu varsaysak bile evlilik gibi önemli bir meselede kız çocuğunun 'kadınsı' bir bedene sahip olması tek başına yeterli olmamalı, zihinsel olarak da belli bir olgunluğa gelmiş olması -en azından bu olgunluğa ortalama olarak varılan yaşa basmış olması- şart koşulmalı. Ama Muhammed zamanından gelen rivayetlerden de en eski fıkıh kitaplarından da anlıyoruz ki o dönemde evlendirilen kızlar da zihnen çocuktular. Zaten bu yüzden bütün fıkıh kitaplarında "baliğ olmamış kızın henüz çocuk olduğundan ve iradesinin hükmü olmadığından nikah aktini velisi yapar" gibi açıklamalar getirilmiş. Yani bugün Yemen, Afganistan, Pakistan veya Arabistan'daki küçük kızların evlendirilmesini yargılamak ama diğer yandan da Muhammed dönemindeki aynı uygulamarı eleştiriden muaf tutmak isteyen birçok Müslümanın kendilerini zorla inandırmaya çalıştıkları sebepler doğru değildir. "Bugün Pakistan'da yaşayan -örneğin- 8 yaşında bir kız henüz çocuk ve onunla evlenmek sapıklık. Ama Peygamber efendimiz zamanında 8 yaşındaki kızlar bedenen ve zihnen olgun kadınlar gibiydiler" gibi bir savunma kişinin kendi aklına tecavüz etmesinden başka birşey değildir.
Başka hiçbir kaynak kabul etmeyip sadece Kuran'ı baz alsak da, ayetlerin nüzûl sebeplerine dair hadis rivayetlerini incelesek de, genel olarak sünnet rivayetlerine başvursak da, farklı mezheplere ait tefsir ve fıkıh kaynaklarına müracaat etsek de çıkan sonuç aynı:
İslam Dini henüz bulûğa girmemiş, hayız görmeyen küçük kızlarla evlenmeyi ve cinsel ilişkide bulumayı meşru görmektedir.
Bunun hangi açıdan bakarsak bakalım savunulabilecek hiçbir yanı yoktur. Günümüzün tüm az-çok gelişmiş ülkelerinde "çocuğun cinsel istismarı", "pedofil (sübyancı) eylemler" başlıkları altında suç sayılan ve ağır hapis cezaları öngörülen bir davranışın, insanlara ışık tutsun diye sonsuz adalet sahibi bir yaratıcı tarafından gönderildiği iddia edilen bir kitapta meşru olması -inanan açısından- akla ihanet etmeden izah edilebilecek bir durum değildir.
Afak Adalı - ulpian