Geçen ayki yazımda yer ile göğün ayrılmasından bahsetmiştim. Bu ayrılma aslında kol ile kafa emeğinin ayrılmasını da simgelemekle beraber belirgin bir sonuca da yol açıyordu: Göğün kutsal olması ve insanların göğe -yani tanrıya- ulaşma çabası… Tanrıya gökte yer verildikçe ve ona ulaşma çabaları göğe ulaşmakla adreslendirildikçe pek çok kültürde bu anlayışın izlerini görmek mümkün hale gelmekte…
Birçok Altay halkında gökyüzü bir çadır biçiminde düşünülür. Samanyolu bu çadırın dikişleri, yıldızlar da ışık alması için açılmış delikleridir.
Gökle iletişimin doğrudan mümkün olacağına inanılır. Bu iletişim makro kozmik düzlemde bir eksenle (direk, ağaç vb.), mikro kozmik düzlemde ise konutun orta direği ya da çadırın tepesindeki açıklıkla ifade edilir. O halde ‘her konutun izdüşümü dünya merkezine yansıtılmış’ demektir veya ‘her sunak, çadır veya ev farklı katlar arasındaki kopukluğu gidermeyi, tanrılarla iletişime geçmeyi hatta göğe yükselmeyi’ mümkün kılmaktadır.
Radlov, Altaylıların ‘at kurbanı’ töreninin artık klasikleşmiş bir betimlemesini yapmıştır. Bu kurban töreni her aile tarafından zaman zaman yapılmakta ve 2 ya da 3 gece sürmektedir.
Şaman bir çayırlığa yeni bir yurt kurar; bunun içine de dalları kesilmiş ve üzerine 9 çentik atılmış bir kayın ağacı yerleştirir. Birçok hazırlık ritüelinin ardından atı kutsar ve birkaç yardımcısının da el vermesiyle belkemiğini kırarak atı öldürür. Böylece dışarıya kan sıçramasını önler. Atalara ve koruyucu ruhlara yapılan sunulardan sonra et hazırlanır ve törenle yenir.
Ritüelin ikinci ve en önemli kısmı ertesi akşam gerçekleşir. Sırtına Şaman giysisi alan Şaman çok sayıda ruh çağırır. Bu uzun ve karmaşık tören göğe yükselişle sonlanır. Davuluna vuran ve bağıran Şaman göğe yükseldiğini gösteren bir takım hareketler yapar. ‘Esrime’ durumu içinde kayın ağacının gövdesindeki ilk çentiklere çıkar, göğün farklı katlarına art arda girer, dokuzuncu kata kadar yükselir. Gerçekten güçlü bir Şaman’sa on ikinci kata hatta bazen daha da yukarılara çıkar. Gücü tükenince durur ve Bay Ülgen’i çağırır. Şaman, Bay Ülgen’den kurbanın kabul edilip edilmediğini öğrenir ve gerek zaman gerekse yeni hasat hakkındaki kehanetleri alır. Bu bölüm esrimenin doruk noktasıdır. Şaman tükenmiş bir halde yere yığılır. Bir süre sonra gözlerini ovuşturur, derin bir uykudan uyanıyormuş gibi yapar ve sanki uzun bir süre yokmuş da yeni gelmiş gibi hazır bulunanları selamlar. Şaman’ın yer altı dünyasına inişi, göğe tırmanışının karşıtıdır.
Topluluğun bir üyesinin diğerleri için gizli ve görünmez şeyleri görebildiğini, doğaüstü dünyalardan doğrudan ve kesin bilgiler taşıyabildiğini bilmek hem güven hem de teselli verir. Tanrı öncesi ya da tanrıya geçiş süreci içindeki toplumlarda bu işi toplum adına Şamanlar yapmaktadır. Şaman ya da büyücüler kendilerine verilmiş olan yetkeyle doğaüstü güçlerle ilişki kurarak toplumu aydınlatabilmektedirler. Bunun yolu ise göğe yükselmekten geçmektedir. Göğe yükselerek tanrılardan yetkeyi almakta ve bu da onlara toplum üzerinde önemli bir otorite sağlamaktadır. İlk önceleri dinsel temelde olan bu yetke yer ile göğün ayrılmasından sonra (yani toplum sınıflara ayrılıp siyasi bir birim haline dönüştükten sonra) siyasi egemenliğin temeli olmuştur. Dahası bu zorunluydu…
Göğe yükseliş ve büyülü uçuşla (kanatlar, avcı kuş (kartal-şahin) tüyleri) ilişkin mitlere, destanlara ve ritüellere bütün dünyada (Avustralya ile Güney Amerika’dan Kuzey Kutbu’na kadar her kıtada) rastlanmaktadır. Bu mitler Şamanizm’e özgü düş ve esrime deneyimleriyle uyum içindedir ve arkaik olduklarına kuşku yoktur.
Kiş Kenti Kralı Etena ile ilgili önemli ve oldukça bilinir küçük bir destan var. Tufan öncesi krallar listesinde Etena adı felaketten hemen sonra hanedanın kralları arasında görülür. Etena orada “Çoban, göğe çıkan, bütün ülkeleri birleştiren, kral olan, 1560 yıl hükmeden” şeklinde anlatılır. Bu adlandırma bize göğe uçuşuna dair hiç bir Sümer metni kalmamış olmasına rağmen Etena'nın maceralarının eski kroniklerce bilindiğini göstermektedir. Ayrıca uçuşunda başarılı olduğu da anlaşılmaktadır. Fakat uçuşu ile ilgili Sami metni parçaları çoğunlukla son Asur Monarkı Asurbanipal'in kütüphanesinden günümüze gelir.
Küçük destan -günümüze kadar gelebilen biçimiyle- yüce kuş Güneş Kartalı’nın suç işlemesini anlatarak başlar:
Kuş komşusu yılana “Gel... Barış ve dostluk yemini edelim ve ona uymayanın üstüne Güneş Tanrısı Samaş'ın laneti yağsın!” dedi. Güneş Tanrısı’nın önünde yemin ettiler ve yeminlerini lanetle mühürlediler. Şamaş, Şamaş'ın sınırlarını aşana öldürücü darbeler indiren eliyle felaketin en büyüğünü versin! Ölüler dağı ona girişini kapasın!
Sonra yavruları oldu ve doğdular. Yılanınki bir karaağaç gölgesinde, kuşunki bir dağ doruğunda doğdu. Ve kuş yabani bir boğa veya eşek yakaladığında yılan bundan yedi; sonra çekildi ve yavruları yedi. Yılan yabani bir keçi veya antilop yakaladığında ulu kartal yedi; sonra çekildi ve yavruları yedi. Ta ki bir gün kartal yavruları tüylenip de kötü düşünceler kuşun aklına düşünceye kadar…
“Aman” dedi “Yılanın yavrularını yiyeyim!” Yavrularından biri “Ey babacığım!” dedi “Bunu yapma; Şamaş'ın ağına kurban olma!” Kuş gene de harekete geçti, yılanın yavrularını yuttu, yuvasını yıktı. Yılan baktığında yavruları yok olmuştu. Bunun üzerine Şamaş'a gitti.
“Elbette ey Şamaş; senin ağın tüm dünyayı tutar, senin tuzağın bütün gökyüzüdür.. Ve senin ağından kim kaçabilir?” diye dua etti. Güneş Tanrı “Hazırlan” dedi “Dağa çık; saklanma yerin yabani boğa yeri olsun. Karnını yar, içine gir ve yuvanı orda kur. Gökteki bütün kuşlar ve senin kartalın da inecek; kuşkusuz hepsi içeri girmeyi düşünecekler. Kanadından yakala, kanatlarını ve pençelerini kopar; onu yol, bir çukura at ve orda açlık ve susuzluktan ölsün!”
Yılan denileni yaptı ve çukurdaki mahvolmuş kuş Şamaş'a seslendi: “Efendim, benim sonum bu çukurda mı geçecek? Elbette cezamı hak ettim... Fakat bırak kartalını yaşasın, sonsuza kadar senin adını ulularım.” Güneş Tanrı ona dedi ki “Sen kötülük ettin, acıya neden oldun; tanrılar bunu yasaklamıştır. Yaptığın utanılacak şey; yemin etmiştin. Ve gerçekten şimdi üstüne yemininin lanetini salacağım. Sana kimi gönderirsem onu al ve bırak seni elinden tutup götürsün.”
Gelen adam çok yaşlı, dermansız çoban kral, Kiş kentinden Etena'ydı. Bu yaşlı adam “Ulu efendim Şamaş!” diye dua etmişti. “Sen koyunlarımın gücünü ve tüm ülkede kuzularımı tükettin. Ben gene de tanrılara saygı duydum, ölüleri düşündüm, rahiplerin kurbanlarını eksik ettirmedim. Emredersen ulu efendim, biri benim için doğum bitkisi sağlasın. Doğum bitkisi bana ayan olsun. Onun meyvesini kopar ulu efendim ve bana bir çocuk bağışla!” Güneş Tanrı “Dağa çık” dedi “Çukuru ara, içine bak; oradaki kuş sana doğum bitkisi gösterecek.” Ve Etena denildiği gibi yaptı.
Parçalar halindeki tabletlerin burasında öykü bölünüyor. Masal tekrar başladığında yaşlı kral kartala binerek en aşağı gök katının kapısına varıyor bile. Burada güneş, ay, fırtına ve Venüs gezegeni var. Kuş sürücüsüyle konuşuyor.
“Gel arkadaşım… Seni daha ötelere, Anu'nun yüksek katlarına götüreyim. Göğsünü bana yasla... Ellerini kanatlarımın tüylerine, kollarını kanatlarımın omuzlarına göm…”
İki saat daha çıktılar. Kuş bağırdı “Aşağı bak arkadaşım; dünya nasıl görünüyor? Tuzlu denizi okyanus sarmış. Ortasındaki kara da dağ…”
İki saat daha çıktılar. Kuş bağırdı “Aşağı bak arkadaşım; dünya nasıl görünüyor? Tuzlu deniz karanın çevresinde geniş bir şeritten ibaret..”
İki saat daha ve kuş yine “Aşağı bak arkadaşım, dünya nasıl görünüyor? Tuzlu deniz bahçıvanın sulama çukurundan daha büyük değil…”
Anu, Bel ve Ea'nın yüksek kapısına ulaştılar Etena ve kartalı…
Tablet burada yine kırılıyor ve sonra devam ediyor…
“Gel arkadaşım.. Seni daha ötelere, Tanrıça İştar'ın katına götüreyim, seni onun ayakları dibine bırakayım. Göğsünü bana yasla, ellerini kanatlarımın tüylerine göm!”
İki saat daha ve kuş “Aşağı bak arkadaşım, dünya nasıl görünüyor? Kara dümdüz görünüyor; koca tuzlu deniz de avlu kadar..” dedi.
İki saat daha.. “Aşağı bak arkadaşım, dünya nasıl görünüyor? Kara küçük bir tümsek ve tuzlu deniz sepet kadar..”
İki saat daha çıktılar. Fakat Etena bu kez baktığında aşağıda kara ya da deniz göremedi. “Aman arkadaşım, daha çıkma!” diye bağırdı ve o anda düştüler. İki saat düştüler.. İki saat daha…
Bundan sonra metin dağılıyor…
Dikkat edilirse bu Sümer metninin biraz farklılaşmış biçimini sonraları İslamiyet’teki ‘Miraç’ anlatımında görmekteyiz. Etena kuşa binerek göğe çıkmıştır, Muhammed de Burak adlı atla.. Etena pek çok tanrı ile buluşur, Muhammed ise ondan evvelki –tanınmış- peygamberlerle.. Her ikisi de göğün değişik katlarına çıkarlar ve dahası bu anlatım Şamanist gök katları anlatımıyla iç içedir. Etena doğum tılsımını almak istemektedir, Muhammed ise Miracın sonunda ‘yeniden doğum’ anlamına gelecek nitelikteki ‘ahret günü şefaatin yetkesi’ni elinde bulundurarak yeryüzüne iner.
Göğe çıkma, yetkiyi gökten almanın bir simge ve göstergesidir. Mutlak hakim göktedir ve yeryüzü hakimi ya da kralı bu yetkiyi ondan almaktadır. İlkel toplumda Şaman bu görevi yerine getirir ve gökten haber taşır. Uygarlık ilerledikçe ve tanrılar oluştukça tanrının temsilcisi olan şefin gökle bağlantı kurarak toplumun esenliği için haberler alması zorunlu oluyor. Bu ayrıca onun krallığının meşruiyeti anlamına da geliyor. Bu olgu dünyanın tüm ilkel kültürlerinde evrensel...
Mısır Firavunu bir bok böceği ya da bir çekirge biçiminde uçar. Rüzgârların, bulutların, tanrıların ona yardım etmesi gerekir. Kral kimi zaman bir merdivenden tırmanarak göğe çıkar. Kral daha göğe çıkarken tanrılaşır ve özü insan soyundan tamamen farklılaşır. Firavun kraliyetinin ve hükümranlığının meşru temelini göğe çıkarak şekillendirir.
M. Ö. 1028’de son Şang Kralı, Çou Beyi’ne yenildi. Bey, yaptığı meşhur açıklamada krala karşı isyanını çürümüş ve nefret uyandıran bir egemenliğe son verme konusunda gök tanrıdan aldığı buyrukla gerekçelendiriyordu. Meşhur ‘göğün vekâleti’ öğretisinin ilk ifadesi budur. Zaferi kazanan bey Çou Kralı oldu ve Çin tarihindeki en uzun süreli hanedanı başlattı.
Muhammed’den göğe çıkarak ve aşağı bir kutsal kitap indirerek peygamberliğinin gerçekliğini kanıtlanması istenmiştir. Muhammed’den “Musa’nın, Daniel’in, Hanok’un, Mani’nin ve göğe çıkıp Allah’la karşılaştıktan sonra tanrısal vahyi içeren kitabı doğrudan onun elinden alan diğer elçilerin verdiği örneğe uyması” beklenmektedir. Bu senaryo ne Rabbani Yahudiliği’ne ne Yahudi Apokaliptiği’ne ne de Samiriyelilere, Gnostiklere ve Sabilere yabancıdır. Kökenleri efsanevi Mezopotamya Kralına dek uzanır ve kraliyet ideolojisiyle uyumludur.
İslam’ın seçimi de bir devlet olarak kendini var edebilmek için tanrıda bu yetkeyi alabilmek olmuştur. Kraliyetin ve egemenliğin meşru temelinin gökten geldiği zaten tüm toplumca binlerce yıldır kabullenilmiş bir olguydu. Burada yapılması gereken yeni şartlara uygun bir efsane yaratarak Muhammed’in ‘mirac’ını topluma eski bilgiler paralelinde sunabilmekti. Ve böylece Mekke devrinin 11. yılı Recep ayının 27’sinde Muhammed’e göksel otoriteyi sağlayan Miraç olayı meydana geldi.
Tüm toplumlarda ortak olan göğe çıkış anlatımının toplumsal temelleri ortada olduğuna göre Muhammed’i bundan bağımsız kılabilmemiz mümkün müdür? Şayet Muhammed göğe çıkmış ise Etena’nın, Adapa’nın, Çou Beyi’nin, Mısır Firavunları’nın ya da ilkel Şaman’ın göğe çıkmadığını söyleyebilmek için bir kanıt olması gerekmiyor mu? Artık, Muhammed’in onlara öykündüğünün dile gelme zamanı değil midir?...